Durmadan tekrarlıyorum: "Hiç bir duygu nihai değildir".
Bunu sadece yazmıyor aynı zamanda inanıyorum. Fakat bir akşam eve gelip üzerimdekileri çıkartıp, kirlilere atarcasına sıyrılamıyorum ki hissettiklerimden. Gerçekten deniyorum ama olmuyor. Anlatmak da anlamsız, çoğu zaman inanmadığım şeyleri söylüyorum. Söylersem sahiplenir ve sonunda inanırım diye düşünüyorum ama.... Saklıyorum duygularımı kendimden, aslında sayıklıyorum ne zamandır konuşmak yerine...
Yedi günde yedi kadın hikayesi dinledim. Evli ve çocuklu kadınlar, boşanmış kadınlar, nişanlı kadınlar, evlenmemiş kadınlar... Hepimiz aynı rıhtımda duruyoruz. Sırtımızı karaya, yüzümüzü bilinmeyenlerle dolu okyanusa dönmüşüz; limanın korunaklılığında dalgaları seyretmenin beklentisi, özlemi, hasreti var içimizde.
Tek tek yüzlerine bakıyorum, sonra sözlerine. Hepsi birbirine ve ben de hepsine benziyorum. Korkuyorum;
bütün soruların üzerimize doğru kanat çırpmasından çıkan sesten ve nereye ulaştığı bilinmeyen nehirlere atlamak üzere olan ruhlarımızın kararlılığından çok korkuyorum.
Eskimiş bedenlere, eskimiş sözlere, eskimiş masallara, eskimiş hayatlara ve eskimiş umutlara isyan eden savaşçılar gibiyiz. Eski olan herşeyi sandıklara doldurup okyanusa fırlatabilecek kadar zıvanadan çıkmışız. Fakat her kadın bir şey seçmiş saklamak için;
P: Issızlığının ortasındaki kırılganlığı
V: Notalardaki sessizliği
S: Rakamlardaki tılsımı
K: Derinlerdeki bekleyişi
P: Suskunluktaki haykırışı
A: Kabullenişteki isyanı
J: Eski bir sevgilinin gölgesini....
Seçtiklerimiz, atmaya kıyamadıklarımız pranga olmuş bize, herkesin bilekleri kanıyor. Kayalardan sızan kan, tuzlu sulara karışıp gidiyor. Rıhtımdan yuvarladığımız sandıklar ise birer birer uzaklaşırken bedenlerimizden, ruhlarımız teselliyi üzerimize yağan ılık bahar yağmurunda arıyor. Boşuna; hepimiz iç kanamadan ölmek üzereyiz!
Eteklerindeki külleri silkeleyen kadına bakıyorum ve soruyorum; kalbindeki külleri silkeleyebilecek misin? Bedenine notalar yazan kadının güzel saçlarını okşuyorum; daha kaç sağır kalp için müzik yapacaksın? İri gözlerini rakamlara dikmiş zarif arkadaşım, ya sen; kendin için bir tarih yazabilecek misin onlarla?
Suskunluğunda haykırış olan mavi kasabanın yitik ruhu; bir duvar bağırarak yıkılır mı üzerimize, kalır mıyız altında? Ve sana soruyorum; ıssızlık ve kırılganlık en güçlü kadını bile yerle bir etmez mi bayan Alev?
Eski bir aşığın gölgesi siyah bir tül olmaz mı gözlerimize sevgili "J"? Küçücük güvercinler içindeki isyanı bastırmaya yeter mi kudretli kraliçem?
Onlara ve kendime dedim ki bu sabah:
- Gerçeklerle yüzleşme anı çok ama çok sancılı. Kıvrım kıvrım kıvranıyoruz bu limanda ve incecik geceliklerle üşüyoruz sabahın serininde. Erguvanlar değiyor yüzümüze, teselli edercesine yükseliyor güneş ufuktan. Ama ısıtmayacak... Ay batmak üzere. Bir çember oluşturup içine saklanılacak yılları geçtik. Şimdi ad verme zamanıdır hayatlarımıza...
Bunu sadece yazmıyor aynı zamanda inanıyorum. Fakat bir akşam eve gelip üzerimdekileri çıkartıp, kirlilere atarcasına sıyrılamıyorum ki hissettiklerimden. Gerçekten deniyorum ama olmuyor. Anlatmak da anlamsız, çoğu zaman inanmadığım şeyleri söylüyorum. Söylersem sahiplenir ve sonunda inanırım diye düşünüyorum ama.... Saklıyorum duygularımı kendimden, aslında sayıklıyorum ne zamandır konuşmak yerine...
Yedi günde yedi kadın hikayesi dinledim. Evli ve çocuklu kadınlar, boşanmış kadınlar, nişanlı kadınlar, evlenmemiş kadınlar... Hepimiz aynı rıhtımda duruyoruz. Sırtımızı karaya, yüzümüzü bilinmeyenlerle dolu okyanusa dönmüşüz; limanın korunaklılığında dalgaları seyretmenin beklentisi, özlemi, hasreti var içimizde.
Tek tek yüzlerine bakıyorum, sonra sözlerine. Hepsi birbirine ve ben de hepsine benziyorum. Korkuyorum;
bütün soruların üzerimize doğru kanat çırpmasından çıkan sesten ve nereye ulaştığı bilinmeyen nehirlere atlamak üzere olan ruhlarımızın kararlılığından çok korkuyorum.
Eskimiş bedenlere, eskimiş sözlere, eskimiş masallara, eskimiş hayatlara ve eskimiş umutlara isyan eden savaşçılar gibiyiz. Eski olan herşeyi sandıklara doldurup okyanusa fırlatabilecek kadar zıvanadan çıkmışız. Fakat her kadın bir şey seçmiş saklamak için;
P: Issızlığının ortasındaki kırılganlığı
V: Notalardaki sessizliği
S: Rakamlardaki tılsımı
K: Derinlerdeki bekleyişi
P: Suskunluktaki haykırışı
A: Kabullenişteki isyanı
J: Eski bir sevgilinin gölgesini....
Seçtiklerimiz, atmaya kıyamadıklarımız pranga olmuş bize, herkesin bilekleri kanıyor. Kayalardan sızan kan, tuzlu sulara karışıp gidiyor. Rıhtımdan yuvarladığımız sandıklar ise birer birer uzaklaşırken bedenlerimizden, ruhlarımız teselliyi üzerimize yağan ılık bahar yağmurunda arıyor. Boşuna; hepimiz iç kanamadan ölmek üzereyiz!
Eteklerindeki külleri silkeleyen kadına bakıyorum ve soruyorum; kalbindeki külleri silkeleyebilecek misin? Bedenine notalar yazan kadının güzel saçlarını okşuyorum; daha kaç sağır kalp için müzik yapacaksın? İri gözlerini rakamlara dikmiş zarif arkadaşım, ya sen; kendin için bir tarih yazabilecek misin onlarla?
Suskunluğunda haykırış olan mavi kasabanın yitik ruhu; bir duvar bağırarak yıkılır mı üzerimize, kalır mıyız altında? Ve sana soruyorum; ıssızlık ve kırılganlık en güçlü kadını bile yerle bir etmez mi bayan Alev?
Eski bir aşığın gölgesi siyah bir tül olmaz mı gözlerimize sevgili "J"? Küçücük güvercinler içindeki isyanı bastırmaya yeter mi kudretli kraliçem?
Onlara ve kendime dedim ki bu sabah:
- Gerçeklerle yüzleşme anı çok ama çok sancılı. Kıvrım kıvrım kıvranıyoruz bu limanda ve incecik geceliklerle üşüyoruz sabahın serininde. Erguvanlar değiyor yüzümüze, teselli edercesine yükseliyor güneş ufuktan. Ama ısıtmayacak... Ay batmak üzere. Bir çember oluşturup içine saklanılacak yılları geçtik. Şimdi ad verme zamanıdır hayatlarımıza...
3 yorum:
kendi ellerimizle çizdiğimiz çemberlerin içine kendimizi değil sözcüklerimizi bıraksak, ve sulara bıraksak bedenlerimizi...zamanı geldiğinde...
gerçekle yüzleşmek çok sancılı...evet...ama bu anlattığın kadınların her biri, gerçeği dönüştürecek güce sahipmiş gibi geldi bana sevgili rapunzel...belki biraz daha güneşte kalsak, ısınacağız...dediğin gibi "hiçbir duygu nihai değildir"...ama henüz zaman var belki...belki biraz daha durup korunaklı limanlarımızda, biraz daha ağıt yakıp sandıklarımızda sakladıklarımıza, biraz daha içimize çekip geçmişin kokusunu, beklemeliyiz...bazen, unuttuğunu sandığın bir koku çıkıp gelir hani bir yerlerden...burnunun direğini sızlatır...ağlarken gülersin hatırlayabildim diye...bazı şeyleri unutmak mı iyi hatırlamak mı, karar veremezsin..."aptal" olmak mı, "akıllı" olmak mı daha iyi karar veremediğin gibi...
hazır hissettiğimizde okyanuslardan hiçbirimizin korkacağını sanmıyorum...o sandıkların içindeki hazineleri, karanlık sularından çıkarmadık mı içimizin?
içiçe geçmiş bu hikayelerde, sanki küllerinden doğma sancısı ortak nokta...önce yanacağız...sonra doğacağız...sonrası? sonrası iyilik güzellik :)
yürüdüğün(üz) kaldırımları biliyorum...
aynı yollar...
benim kaldırım taşlarım mavi ve kızıl boyalıydı, farkı o kadar...
Haklısın, sana inanıyorum. Kadın ya da erkek aynı yolardan geçiyoruz şüphesiz. Aynı derecede canımız yanıyor. Hiç bir kederimiz ya da korkumuz bize özel değil. Hemen hemen hepsi tanıdık.
Ben kendi cinsimin penceresinden bakıyorum son yıllarda ve oradan gördüklerimi yazıyorum, tek fark bu. Hani şu senin kızıl-mavi dediğin....
Yorum Gönder