Ben, hayattan almam gereken dersleri hala anlamamış daha doğrusu anlayamamış bir muhterem olarak, etrafımdaki küçük kalpleri de zehirlemeye devam ediyorum şu mübarek bahar günlerinde. Neden? Çünkü aksi nasıl yapılır, başka bir algı var mıdır bilmiyorum ki!
Bu hafta Salı günü erken çıktım işten. Sakin sakin metroya bindim ve ardından harika bir gün batımında dünyanın en güzel sarayını seyrederek mis gibi deniz havası doldurdum ciğerlerime. Vapurdan indiğimde hala temiz havaya doyamamış bir halde eve kadar yürümeye karar verdim.Ve hazır yürümeye başlamışken, bari derin derin nefes almaya bir de hızlı yürüme ekleyeyim diye düşündüm. Malum, sadece ruhuma değil, bedenime de hoşluk olsun istedim. Geçekten pek güzel oldu bu yürüyüş.
Tam apartmanın bahçe kapısına ulaştığımda anne kraliçe ve civcivlerini gördüm. Onlar da parka gitmek üzere çıkıyorlardı. Elbette çığlık çığlığa kucaklaştık benim tatlı prensesim Eda Liza ile. Ona sarılmaktan daha huzur verici, daha güzel ne vardı ki şu şapşal dünyada? Hiç bir şey!
Bu uzun yürüyüşten dönerken hayalimde ılık bir banyo vardı ya, onlarla parka gitmem gerekmeseydi eğer.... Evde kalmayı tercih etsem Eda Liza ağlayacak, üstelik ben de onunla geçireceğim güzel dakikalardan mahrum kalcaktım. Anneyi ve Leyla'yı biraz bekleterek yukarı çıktık ve ben hızlıca üzerimi değiştirdim.
Bahçeye indiğimizde neden bilmem, Eda'yı geçen yıl annemin bana aldığı pek değerli erguvanımla tanıştırmak geldi içimden. Sanırım hayatımdaki önemli sembolleri ona fısıldamak isteği var kalbimde. Sanki tüm sırlarımı bilsin istiyorum. Hayal kurarken beslendiğim her detayı öğrensin, hatta büyüdüğünde herkese başka şeyler anlatan yazılarım -hiç yayınlanmasalar bile -ona farklı masallar esinlesin istiyorum satır aralarında. Bütün bu karmakarışık düşünceler saniyelerle geçti aklımdan ve tanıştırdım onları daha fazla bekleyemeden.
- Eda'cığım, bak bu erguvan. Güzel bir ağaç. Çoook eski bir hikayesi var, sana anlatacağım büyüdüğün zaman. Yakında çiçekleri olacak, tıpkı senin ceketinin renginde. Söyle bakalım: er gu van.
- Er ku fan.
- Hadi öpelim onu ve tomurcuklarını sevelim ki çabucak büyüsün.
- Büüsün.
- Çabuk açma erguvan, kar gelirse üşürsün diyelim ona.
- Üşüüsün...
- Kim üşür?
- Erkufan.
- Hadi hoşçakal erguvan, biz parka gidiyoruz.
- Hoşçakal.
Erguvan arkamızdan şaşkın şaşkın bakarken ve muhtemelen içinden geçen yıla göre kafayı daha da sıyırdığımı düşünürken, biz sanki bütün gün yorulan ben değilmişim gibi acayip bir enerjiyle parka doğru yürümeye ve hatta koşmaya başladık kızlarla. Bunu ondan başkası için istesem de yapamazdım. İşte aşk böyle birşey; olanaksızın gerçekleşmesi!!
Alaca karanlıkta mis gibi çiçek kokuları arasında yürüyerek deniz kenarına ulaştıktan sonra Agi'nin bize verdiği kuru simitleri ve ekmekleri martılara atmak için Eda'yı kucağıma aldım. Dalgalara ve ters rüzgara karşı savurmaya başladık martılara yemeklerini. Ama onlar çook yukarıdaydılar ve bizi görmediler. Olsun, sanki hepsi gelmiş gibi davrandık biz! Eda ekmeklere değil ama simitlere dayanamayıp yemeye başladı, annesi her ne kadar bayat onlar diye uyardıysa da bizim küçük oburu durduramadık! Tok evin aç kedisi Eda Hanım:))
Akşamı kızlarla ve bize daha sonra katılan babalarıyla marinada güzel bir yemek yiyerek bitirdik. Ilık bir hava, iki küçük melek ve dostlarla yenen yemek... Hala yorgun muydum? Hayır, elbette değildim.
Eve gidip uzuun bir banyo yapsaydım acaba bu kadar dinlenebilir miydim? Sanmam :)
Belki azıcık rahatlardım ama asla o kadar huzurlu bir ruh halim olamazdı. Ve tabii onbeş kilo olan Eda'yı taşımasaydım üç gündür belim ağrımazdı!
Bu hafta Salı günü erken çıktım işten. Sakin sakin metroya bindim ve ardından harika bir gün batımında dünyanın en güzel sarayını seyrederek mis gibi deniz havası doldurdum ciğerlerime. Vapurdan indiğimde hala temiz havaya doyamamış bir halde eve kadar yürümeye karar verdim.Ve hazır yürümeye başlamışken, bari derin derin nefes almaya bir de hızlı yürüme ekleyeyim diye düşündüm. Malum, sadece ruhuma değil, bedenime de hoşluk olsun istedim. Geçekten pek güzel oldu bu yürüyüş.
Tam apartmanın bahçe kapısına ulaştığımda anne kraliçe ve civcivlerini gördüm. Onlar da parka gitmek üzere çıkıyorlardı. Elbette çığlık çığlığa kucaklaştık benim tatlı prensesim Eda Liza ile. Ona sarılmaktan daha huzur verici, daha güzel ne vardı ki şu şapşal dünyada? Hiç bir şey!
Bu uzun yürüyüşten dönerken hayalimde ılık bir banyo vardı ya, onlarla parka gitmem gerekmeseydi eğer.... Evde kalmayı tercih etsem Eda Liza ağlayacak, üstelik ben de onunla geçireceğim güzel dakikalardan mahrum kalcaktım. Anneyi ve Leyla'yı biraz bekleterek yukarı çıktık ve ben hızlıca üzerimi değiştirdim.
Bahçeye indiğimizde neden bilmem, Eda'yı geçen yıl annemin bana aldığı pek değerli erguvanımla tanıştırmak geldi içimden. Sanırım hayatımdaki önemli sembolleri ona fısıldamak isteği var kalbimde. Sanki tüm sırlarımı bilsin istiyorum. Hayal kurarken beslendiğim her detayı öğrensin, hatta büyüdüğünde herkese başka şeyler anlatan yazılarım -hiç yayınlanmasalar bile -ona farklı masallar esinlesin istiyorum satır aralarında. Bütün bu karmakarışık düşünceler saniyelerle geçti aklımdan ve tanıştırdım onları daha fazla bekleyemeden.
- Eda'cığım, bak bu erguvan. Güzel bir ağaç. Çoook eski bir hikayesi var, sana anlatacağım büyüdüğün zaman. Yakında çiçekleri olacak, tıpkı senin ceketinin renginde. Söyle bakalım: er gu van.
- Er ku fan.
- Hadi öpelim onu ve tomurcuklarını sevelim ki çabucak büyüsün.
- Büüsün.
- Çabuk açma erguvan, kar gelirse üşürsün diyelim ona.
- Üşüüsün...
- Kim üşür?
- Erkufan.
- Hadi hoşçakal erguvan, biz parka gidiyoruz.
- Hoşçakal.
Erguvan arkamızdan şaşkın şaşkın bakarken ve muhtemelen içinden geçen yıla göre kafayı daha da sıyırdığımı düşünürken, biz sanki bütün gün yorulan ben değilmişim gibi acayip bir enerjiyle parka doğru yürümeye ve hatta koşmaya başladık kızlarla. Bunu ondan başkası için istesem de yapamazdım. İşte aşk böyle birşey; olanaksızın gerçekleşmesi!!
Alaca karanlıkta mis gibi çiçek kokuları arasında yürüyerek deniz kenarına ulaştıktan sonra Agi'nin bize verdiği kuru simitleri ve ekmekleri martılara atmak için Eda'yı kucağıma aldım. Dalgalara ve ters rüzgara karşı savurmaya başladık martılara yemeklerini. Ama onlar çook yukarıdaydılar ve bizi görmediler. Olsun, sanki hepsi gelmiş gibi davrandık biz! Eda ekmeklere değil ama simitlere dayanamayıp yemeye başladı, annesi her ne kadar bayat onlar diye uyardıysa da bizim küçük oburu durduramadık! Tok evin aç kedisi Eda Hanım:))
Akşamı kızlarla ve bize daha sonra katılan babalarıyla marinada güzel bir yemek yiyerek bitirdik. Ilık bir hava, iki küçük melek ve dostlarla yenen yemek... Hala yorgun muydum? Hayır, elbette değildim.
Eve gidip uzuun bir banyo yapsaydım acaba bu kadar dinlenebilir miydim? Sanmam :)
Belki azıcık rahatlardım ama asla o kadar huzurlu bir ruh halim olamazdı. Ve tabii onbeş kilo olan Eda'yı taşımasaydım üç gündür belim ağrımazdı!
2 yorum:
!!! harika! :))
her defasında, o kadar kendinden geçmiş ve büyülenmiş bir halde bahsediyorsun ki bu küçük canavarlardan, şüpheye düşüyorum acaba çocuk iyi birşey mi :P
bu sene erguvanlarla bizi de tanıştırın lütfen sevgili Rapunzel...
Bunu okuyunca gözyaslarım akmaya başladı ve gerçekten Sen olmazsan hayatımız daha çok siyah beyaz kalırdı.
komşu/arkadaş/kızların annesi
Yorum Gönder