16 Ekim 2009 Cuma

VEFA.


Şehzade Camii'nin ( için ilk defa girdim ve açıkcası Süleymaniye'den sonra hiç şaşırmadım. Sinan her yerde Sinan. Koca Sinan! ) önünde Vezneciler mi Vefa mı diye bir kaç dakika bocaladıysak da tercihimizin Vefa olmasına sevindim. Hayatımda hiç Vefa Bozacısı'na gitmemiştim. Gerçi bozaya pek bayılmam ama kış aylarında bütün aileyi şenlendiren varlığına saygım sonsuz. Mesela Muse'la caddedeki bozacımızda koltuklara yayılıp boza içmek ne güzeldir. Oooo kış istedi canım:))

Vefa'da dolaşmanın en güzel hediyesi Molla Gürani'nin* İstanbul'un işgali - ya da fethi diyelim ne fark eder? Bizim için fetih, birileri için işgal değil mi sanki? - sonrasında derslerine devam ettiği camiiyi ( Ayios Theodoros Kilisesi M.S. 10. -12. yüzyıl ) keşfetmek oldu. Kapısının önünde hayran hayran baka kaldıktan sonra içeride yerleri yıkayan birini gördük. Kapıyı tıklayınca amca açtı. İsteksiz isteksiz buyur etti bizi. Ama ben şirin şirin gülümsemeye devam ettim. Zaten o daha kapıyı açmadan kafayı örtmüştüm bile! Yani yüzü özü güzel, müslümanlardık biz! Kim itiraz edebilir ki? Gerçi Sir, biraz turistimsiydi amma açıkcası onunla rol paylaşmak günü daha komik ve zevkli kıldı.

İsteksizce buyur edildiğimiz bu kutsal mekanda fazla bir şey yoktu aslında. Yine de kubbelerin içinde az buçuk kalan mozaikler, avluya benzeyen alandaki mermer parçalar ve sütunlar görülmeye değerdi. İçim acıdı. Koskoca Fatih'in hocasının ders verdiği, bence fetih sonrasının en önemli mekanlarından biri böyle mi bırakılmalıydı? O canım kiliseden kalanlarla avunmak ne kadar üzücü....

Huysuz adamdan öğrendiğimize göre, aslında buraya 2010 için gelenler olmuş ama bu beş yıl önceymiş.... Sonra ne gelen olmuş ne giden... Onlar da yani mahalleli aralarında az buçuk biraz para toplayıp badana boya yapmış ve halıları yenilemişler... Elbette gayet zevksiz ama iyi niyetli bir durumla karşı karşıya kaldık! Tabii giderken bağış kutusuna para bırakmayı ihmal etmedik. Zaten kutu tam çıkışta olduğu için hiç şansımız yoktu!

Ve nihayet, Lale Devri paşalarının III. Ahmet'e yaranmak için yaptırdığı kütüphalerin arasından geçip ( Atıf Efendi Kütüphanesi gerçekten içinde oturup kitap okumak ve zamanı unutmak isteyebileceğim kütüphanelerden biri. Açıkcası kombi ile ısıtıldığı için kış aylarında da gidilebilir. Ve işin en güzel tarafı oradaki bilgisayardan Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki tüm eserlere ve hatta orjinal yazmalara da ulaşmak mümkün! ), hatta dayanamayıp birinin içine girdikten sonra Vefa Bozacısı'na ulaşıyoruz!

Bu çok sevimli ve bana Londra'da tesadüfen bulduğum, 1667'den beri hizmet veren bir mekanı** hatırlatan dükkana bayıldım! Bunca yıldır İstanbul'da yaşarım insan bir kere merak edip, boza içmeye gitmez mi yahu! Yazıklar olsun bana:))

Vefa Bozacısı, boza ve leblebi cenneti. Düşünsenize bir zamanlar yeniçerilerin içki niyetine ( fermente olduğu için ) kullandığı bu geleneksel içecek hala gayet güzel ve geleneği sürdürmeye kararlı bir mekanda satılıyor. Üstelik bozaya bayılmayanların bile çok büyük keyif alarak etrafı seyredebilecekleri bir yer olduğunu özellikle belirtmek isterim. Atatürk'ün boza içtiği zarflı bardak bile zarif bir sergilemeyle hala orada duruyor!

Bardakların sadeliği, şişeler, masa ve sandalyelerdeki incelik görülmeye değer bence. Hadi bu hafta Vefa'ya! Gerçi ben Karaköy'de olacağım Sir'le beraber ama siz, o arada bozanın tadına bakın bakalım:)




* Fatih Sultan Mehmet'in hocalarından..

** Ye Olde Cheshire Cheese, London:))

5 yorum:

Gadno Kopele dedi ki...

sahane sahane - istanbul turuna devam. ben de gezmis kadar oldum. burnuma taze kavrulmus leblebi kokusu geldi mis gibi. boza icin daha erken ama. selamlar, geziye devam :)

zafer dedi ki...

İşgal sözünüze itirazım var..500 yıldan fazladır bize ait bir kent feth edilmiştir çünkü her tür güzelliği (veya çirkinliği)ile size aittir artık.İşgal kelimesi yağma-talan sözcüklerinin tamamlayıcısı bir eylem..Konstantinapolis düşündüğünüz kadar güzel bir kent değilmiş o çağlarda Osmanlı fethinden sonra gerçek hüviyetine kavuşuyor ki biz hâlâ onu tahrip ede ede bitiremedik.

zafer dedi ki...

1965 den başlayıp 1970lerde doruğa çıkan ve o tarihlerden sonra bir türlü önlenemeyen iç göç işte gerçek işgal budur.Gerçek anlamda Osmanlı'ya ait İstanbul Türkiye'nin heryerinden ama çokça doğu ve güneydoğudan işgaliyle politikacıların rant kavgasıyla işgal edilmiştir.Osmanlı'ya bu açıdan işgalci damgası haksız bir yakıştırmadır..
Gerisini Prof Doğan Kuban söylesin..

http://www.haytap.org/index.php?option=com_content&view=article&id=615:istanbul-nasr-bati--prof-dr-dokuban&catid=71:konuk-yazarlar&Itemid=6272



.

JoA dedi ki...

istanbul gezi rehberi:)

bu yazıların hepsini bir köşede yedekliyorsun değil mi? günün birinde kitap mı olur? kim bilir:)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Gadno Kopele,
Ne mutlu sana İstanbul kokusu taşıyabildiysem:)

Merhaba Zafer,
Şehirler de kadınlar gibidir bence; dönem dönem isgal altında kalır ya da fethedilirler ama aslında kendilerinden başkasına ait değildirler.
İstanbul gezilerinin sizi heyecanlandırmasına sevindim:) Sevgiler..

JoA'cım,
Bu gezme işine bayıldım. Senin de hoşuna gidiyorsa ne mutlu!
Sevgiler..