12 Ekim 2009 Pazartesi

10 EKİM 2009, SÜLEYMANİYE.


"İletişimde sadece kelimeleri kullanmak durumu çok zorlaştırır, yetmez.... Üstelik fazla sembolik bir anlatım seninki..." dedi Nazmi Hocam. Haklıydı. Bütün varlığımızı kelimeler üzerinden paylaşmaya kalktığımızda nasıl al aşağı olduğumuzu, olabildiğimizi bugün gördüm... Yüzde yedilik dilimde kalan ben, bir başka ifade şekli aramaya başlamalıydım. Sanırım buldum da. Zaten hocam beni yerimde saydıran şeyi görmemi sağlarken, ileri götürebilecek olanı da hemen yerine koymamı öğütledi. "Tamam" dedim.

Bütün bunlardan ne mi çıkar, söyleyeyim. Bugünden tezi yok blogun ağırlıklı yazıları İstanbul üzerine olacak. Elvan'dan sıkılanlara müjdeler olsun! İçimi dökmekten, beni zerre kadar umursamayanlara ağıtlar yakmaktan ve geçmişe yapılan yıpratıcı yolculuklardan azad ettim kendimi!

Ve C.tesi sabahı saat 06.00'da uyandım. Giyindim, mutfağa gidip sandviçleri hazırladım. Hava zifiri karanlık olduğu için, Sir ve ben toplu taşıma yerine arabayla geçelim dedik karşıya. Sabah 07.10'da Boğaz Köprüsü'ndeydik. Bulanık bir hava vardı şehrin üzerinde, nedense hiç keyfimizi kaçırmadı. Koskocaman iş listemizle çok heyecanlıydık!

07.30 gibi Süleymaniye'ye ulaştık. Sabahın derin sessizliğinde, sadece korku filmlerinde görebileceğiniz bir otoparkta kahvemizi içerken, köy peynirli sandviçlerimizi yedik. Otoparktan çıktığımızda hava buz gibiydi. Mis gibi kahvenin üzerine, tüylerimi diken diken yapan serin gerçekten çok iyi geldi.

İlk durağımız Mimar Sinan'ın mezarı oldu. Süleymaniye'nin neredeyse gözden ırak bir köşeciğinde usul usul dinlenen bu efsanevi şahsiyeti büyük bir saygıyla seyrettik. Ardı sıra yükselen camiiden, o camiiye adını veren sultandan ve hatta tarihe kocaman harflerle yazılmış Hürrem'den bile büyüktü benim gözümde. Tevazunun ve işinin ehli olmanın çağları aşan karışımıydı Koca Sinan... Bir aile büyüğünün mezarını ziyaret eder gibi hüzünlendim karşısında. Sir, en az benim kadar şaşaladıktan sonra, fotoğraflarını çekti bu mütevazı mekanın.

Sinan'la vedalaşıp Kanuni'nin huzuruna çıktık. Süleymaniye'de restorasyon yaza kadar süreceği için ibadete açık olan koridorda bir pencere içine yerleşip kitabımızı açtık.


DEVAM EDECEK...

ÖNEMLİ NOT: Bu yazı dizisindeki tüm fotoğraflar Sir A.E. objektifindendir. Kendisine sonsuz teşekkürler!!

4 yorum:

JoA dedi ki...

anlattığın "şeyler" kadar, bunları "senin" anlatıyor olman da önemli fortunata. bu yüzden, istanbul'u da zevkle okuyacağım.

not: fotoğrafa hayran oldum.

Fortunata dedi ki...

Teşekkür ederim JoA,
Bu projenin destekçisi olarak on kişi yanımda kalsa, blog yaşar:))
Kucak dolusu sevgiler...

Adsız dedi ki...

ben de destekciyim:))ses vereyim dedim.
sevgilerimle
(bi arada mail adresini istemistim ama ses cikmadi)
cagla

Fortunata dedi ki...

:)eti.elvan@gmail.com