3 Nisan 2009 Cuma

Kontrat.


O sabah, Tanrı cennetin bahçesinde şekersiz ve bol sütlü kahvesini içerken "Otuz altı yıl önce yazdığım bir kaderden hiç memnun değilim" diyerek homurdandı. Cümlesini tamamladığı an, nehrin kıyısında aralarına yeni katılan ruhların giyinmesine yardım eden melekler cıvıldaşmayı kestiler. Kuşlar kanat çırpmayı bıraktı, kelebekler kımıldamaktan vazgeçti, hatta güneş bile doğmakla doğmamak arasında tereddüt etti.


Herkes Tanrının hangi ruhun kaderinden bahsettiğini merak etmişti. Bir kişi hariç... Sen! Sen, çok iyi biliyordun ki hakkında konuşulan bendim. Ve bunu bilmene rağmen sadece susmakla yetindin...


Dün gece başucuma bırakılan "hayat kontratı"nda kırk yıl daha yaşayacağım belirtilmiş. Yazan maddeler arasında vaadler bölümüne baktım. Sen yoktun. Tanrı ya da benimle konuşmak yerine durmadan mesajlar yollayan şu anlaşılmaz "yazılımcı" vaadler arasına seni koymamış.


Sen artık benim kaderim değilsin.


En sevdiğim mahallede bir ev, dünyalar güzeli bir kız çocuğu, yüzlerce masal denemesi var vaadlerin içinde. Üç büyük aşk, beş koca dostluk, sayısız seyahat ve daha neler neler...Vaadler, her elde kazanan iskambiller gibi yağıyor üzerime.. Ama sen aralarında değilsin...


Ctrl F tuşluyorum havaya ve çıkan boşluğa adını yazıyorum. Seni geleceğimde aratıyorum ısrarla... Yoksun!


Duvarla tavanın birleştiği köşeden bana bakan gölgeye dönüyorum yüzümü ve çok kararlı bir sesle, "onu görmeye hakkım var" diyorum. "Olmaz" diyor. "O seninle görüşemez ama emin ol çok üzgün...." Israr ediyorum, "beni ona götür lütfen"


Sırtıma dokunuyor gölge, "korkma " diyor. Her iki elinin parmak uçlarını ensemden belime kadar gezdirişini hissediyorum. Bana bir çift kanat çiziyor ve sonra ekliyor "sadece bu yolculuk için". Bir kaç saniye sonra onun bahçesindeyiz. Hiç düşündüğüm gibi değil diye geçiriyorum içimden. Ne kadar yalnız ve sakin bir bahçe burası. "O mu? " diye yazılımcıyı işaret ediyorum. Başını sallıyor gölge. Tekrar ona döndüğümde gitmiş olduğunu farkediyorum. Şimdi sadece ikimiz varız bu bahçede; yazılımcı ve ben!


Uzun kıyafetine, başındaki taca ve elinde tuttuğu fenere bakıyorum. Nasıl seslenmem gerektiğini düşünürken, yavaşça bana doğru dönüyor. Gözleri ışıl ışıl. Saçları beyaz, uzun.. Gülümsüyor. Çok ama çok kırıldığı fakat bir o kadar da özlediği biri gelmiş gibi karmaşık hisler dolaşıyor yüzünde. İçimden, "sana hesap sormaya gelmedim, sadece anlamama yardım etmeni istiyorum" diye mırıldanıyorum. Başını sallıyor. "Demek beni duyuyorsun" diyorum.


Anın ayrıcalığını biliyorum, biraz orada, o anda kalmak istiyorum. Binlerce soru, binlerce gözyaşı arsız kedi yavruları gibi eteklerimden çekiştirirken, hepsini susturuyorum. Benim ona bir tek sorum var sadece, onu soruyorum... Kocaman gülümsüyor, yüzündeki ışığı, içindeki netliği hissediyorum. "Evet" diyor bana. "Evet, tam da istediğin gibi olacak, söz veriyorum".


Son bir sorum var, ona sarılabilir miyim? Başını sallıyor. Derin bir nefes alıp, "affettim, hissediyorsun değil mi?" diyorum. Parmaklarını sırtımda gezdiriyor, "kanatlar sende kalsın, bugünün anısına" diyor. Teşekkür ediyorum. Ama "yeryüzünde sorun olmaz mı, bu halimle beni bir sirke satarlar" diyorum. "Hayır" diyor, "onlar sadece ihtiyacın olduğunda hissedebilmen için". Vedalaşıyoruz.
Uyanıyorum!


Delilik tadındaki rüyam hakkında ne hissedeceğimi bilemiyorum. Kitapsızlığım ve inançsızlığım derin bir ürperti olup bedenimi titretiyor. Kafayı üşütmeme çeyrek kalmış olmalı diye söylene söylene kalkıyorum yataktan. Külkedisi hala uyuyor. Bir kahve yapmak için su dolduruyorum makineye. Ev soğuk. Fincanım ve bilgisayarımla yatağa geri dönüyorum. Gece yere bıraktığım gözlüğümü almak için elimi uzattığımda yumuşacık bir şeye dokuyorum; bir tüy!!! Aklıma Kafka'nın hikayesi geliyor ve kollarımla bedenimi kucaklayıp sırtımı yokluyorum. Bu bir kaç saniyelik şapşallık geçer geçmez kahkahalarla gülmeye başlıyorum.


Hayattaki tek gerçek sevgilim için yazılımcıya teşekkür ediyorum. Köşeye bakıyorum; duvarla tavanın birleştiği noktadaki gölgeye gülümsüyorum. Artık senin zerre kadar umurumda olmayışına deliler gibi seviniyorum. Elimi kaldırıp, büyük bir zevkle imzamı atıyorum havaya; kontratı imzalıyorum gelecek kırk yıl için. Sen orada yoksun!


arrivederci!






3 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

biz insanlar, aslında başkalarına değil, hep kendimize veda ederiz, binlerce kendimizden birine...belki...yine binlerce kendimizden birine merhaba deriz sonra...

kanatlarının orada tam sırtında olduğunu her ihtiyacın olduğunda yeniden hatırlaman dileğiyle...

GüZeL aŞıK dedi ki...

Sevgili Fortunata yada bana göre doğrucu ejderha,

Yazılarını seviyorum. İçinde kendi asilğimi, kendimle savaşımı, edip edip bozduğum yeminleri, hayatta herkese karşı sivri ama en çok kendime delici dillerimi buluyorum. Nedense işte yalan söylemeyen koca bir ejderha kadar ironik oluşuna yakın bir yerde duruyorum.

Rüyanı hayırlara, o sondaki arrivederçinin çoşkusunu içime teslim ediyorum.

Sevgiler..

Fortunata dedi ki...

Sevgili Külkedisi,

Çok haklısın içimdeki en kıymetli parçaya hoşçakal dedim...
Kanatlarıma bayıldım! Dileğin için çok sağol:))

Güzel Aşık,

Sözlerin için teşekkür ederim. Bloguna baktım, hayırlı olsun:) Aramıza hoşgeldin.

Not. Arrivederçi hiç kolay söylenmiyor inan... Doğrucu bir ejderha için bile çok çok zor....Coşkusunu içine teslim ederken dikkat etmeni öneririm:)