16 Nisan 2009 Perşembe

Bostancıbaşı.




Bütün saray peşime düşmüş, Sultan canımı istiyor. Dörtnala bir atlı geliyor ardımdan, artık koşacak derman kalmadı dizlerimde. Düştüm. Yakalanıyorum.

Saraydayım, kuzeye bakan karanlık bir odaya kapatıldım. Kafesli pencereden koridoru görmeye çalışıyorum. Kimse yok. Bir ayak sesi duyuyorum. Az sonra Haseki Sultanın yardımcısı açıyor kapıyı. Huzuruna çıkacağım. Ve bana soracak: nasıl ölmek istiyorum?

Sabah. Hamamda uzun uzun yıkanıyorum. Saçlarımı tarıyorum; her bir teliyle vedalaşıyorum. Sana ait bir şey var bende ama...

Gözlerimi bağlıyorlar, bir adımda kocaman bir çuvala giriyorum. Sonra ellerimi ve ayaklarımı... Bileklerimde korkunç bir acı duyuyorum. Çuvalın sert dokusu kollarımı kaşındırıyor. Ellerimi kullanamıyorum...

Ve Cof!!! Sudayım. Dibe doğru iniyorum. Kurşun ağırlıklara rağmen, uzun upuzun bir iniş bu.
Ya da...

Bostancıbaşı gözlerimi bağlıyor. Boynumu kütüğe uzatıyorum. Bir uğur böceği ile göz göze geliyoruz; zamansız. Sonra ayağa kalkıp, son isteğimi sormadığı için celladımı azarlıyorum.

"Ne peki? "diyor.

"Kalbimi sök" diyorum. "Sök ve kedilere yedir."

Şaşkın şaşkın bakıyor yüzüme. İsteksizce başını sallıyor aşağı yukarı. Gözlerinde, hayatım boyunca gözlerimde taşıdığım şaşkınlığı görüyorum. Bakışmaya vaktimiz yok... Tanışmaya vaktimiz yok... Vedalaşmaya vaktimiz yok. Bütün vakitler bozuk para olmuş geçmişimizde.

Gövdemden ayrılan kafam, mermer basamaklardan yavaşça yuvarlanıyor. Hiç acı duymuyorum. Hala bostancıbaşına bakıyorum. Gözlerim açık, "acele et!" yalvarışı var içlerinde.

Elbisemin göğsünü yırtıyor, hançeri sadece tek darbeyle sol mememin altına sokup, artık beni takip etmesini istemediğim organı elinin bir hamlesiyle kavrıyor.

"Hadi" diyorum içimden, "çabuk ol."

Simsiyah bir kedi iştahla yalanıyor ılık mermerin üzerinde. Bir an için bana göz kırptığını sanıyorum. Oysa bu imkansız! Ölüyorum. Sinir hücrelerimin bir oyunu olmalı bana. Yoo yo dahası var; "korkma" diyor boynumdan akan kan deresinde patilerini ıslatan kedicik, "hepsini yiyeceğim."

O kalbimi yerken, ben gözlerimi kapatıyorum. Başım bostancıbaşının kollarında. Her yanına kan bulaşmış saçlarıma yüzünü gömen bu adama verecek bir kalbim yok artık. Beni, yaşarken sevmeyi başaramayan tüm erkeklerden, çok daha büyük bir aşkla kucakladığını hissediyorum.

Bir damla yaş düşüyor dudağıma, ölüyorum.
16 Nisan 1618, İstanbul




Hiç yorum yok: