3 Aralık 2008 Çarşamba

Söz Verdiklerim Hakkında.

Biliyorum, yakında adım en yalancı blog yazarı* olarak anılmaya başlayacak ya da sevgili Prusya Kralı'nın dediği gibi zaten okuyucu oranı epeyce düşük olan bu blogdan tez elden kurtulmak zamanıdır. Aslında Külkedisi, nam-ı diğer Azotnarkozu blogunu kapatınca, ne zamandır aklımda olan ve son kullanma tarihi hızla yaklaşan bu blogu kapatmak fikri yeniden düştü içime. Bunun kişisel nedenlerine girmeyeceğim elbette ama en yalın anlatımıyla bir uzvumdan sonsuza dek vazgeçeceğim; yazdıklarımın üzerinde gezen bir çift gözü ardımda bırakacağım...

Beni blog yazarı olmaya kışkırtan sevgili Külkedisi bile bu alemde yoksa, zaten sayıları üçü beşi geçmeyen sadık okuyucularım dışında kimseye karşı sorumluluğum da yok aslında. Belki yeni bir isimle, yeni bir başlangıç yapmak lazım... Bilemedim. Düşünüyorum.

Daha evvel bahsetmiş miydim size, benim bloguma ilham veren Eda Liza'dır. Ona birinci doğumgünü için yazdığım masaldaki ejderhadan aldık ismimizi. O ejderhanın benim için neyi sembolize ettiğini sormuştu Almanya'da yaşayan -ruh hastalıkları doktoru arkadaşım- sevgili İbrahim. Aradan bir yıl geçmesine rağmen hala cevap veremedim. Ama şimdi bu hikayeyi anlatmak geldi içimden.

Eda Liza'nın doğduğu yıl benim için çok önemlidir; 2006. Çünkü o senenin Haziran ayında yüksek lisans tezimi teslim etmiştim. Afla döndüğüm okulda, sadece yedi ayda tamamlamam gereken bir tez konusu tutuşturuldu elime. Tek kelime Yunanca ve tek kelime Latince bilmeyen ben, ki sikkelerden de hiç anlamamam cabası, nasıl olduysa bu tezi verdim. Hatta yıllar sonra umduğumdan çok daha iyi bir iş çıkartabilmek, kendime güvenimi tazeledi. Dünya güzeli değildim ama epeyce çalışıyordu kafam. Bunu hatırlamak paha biçilmezdi.

Fakat oy birliği ile jüriden geçen tezim, bana bir doktora kapısı açmadı. Bambaşka dolapların döndüğü üniversitemizde nedense benim için yer yoktu. Bunu öğrendiğim zaman bazı hataların telafisinin mümkün olmadığını anladım. İnsanlar geri dönüş yollarıma mayın döşüyorlardı.... Doktora yapmak istiyordum fakat savaşmak fikri canımı sıkmıştı. İş yapmak istiyordum ben, didişmek değil.

Bütün bu kararların ve olayların sonunda, içimi kanırtan o Kasım akşamında iki şişe şarabı su gibi içtikten hemen sonra odama gidip, benim için hayatta ne kaldı diye düşünürken aniden Eda Liza'ya bir masal yazmaya başladım. Masalda Eda Liza, ben, Topkapı Sarayı, kurabiyeler ve bir ejderha vardı. Bu küçücük kızın bendeki etkisi büyü gibiydi. O masal ve devamında yazdıklarım beni inanılmaz rahatlattı. Hem Eda Liza'ya , hem kendime kelimelerle ulaşabilmek azıcık bile olsa sakinleşmemi sağlamıştı.

Bir yıl boyunca yazdım. Hatta bazı yazılarım yelken dergilerinde yayınlanmaya başladı. Yazdıkça daha da mutlu hissettiğimi gördüm. Sonra bu blog fikri doğdu. 2007 Aralık ayından başlayarak yazdıklarımı hiç tanımadığım insanlarla paylaşmaya başladım. Bir kısmı bana yorumlar bıraktılar. Bunun için minnettarım. Ama çoğu mail atmayı, msn semalarına not iliştirmeyi ya da yazdıklarımı görmezden gelmeyi tercih etti. Onlar da sağolsunlar.

Ben? Devam ettim. Duygularımı, düşüncelerimi, geçiş dönemlerimi hep yazdım. Yazıyorum. Bazen tüm samimiyetimle, bazen sırf kelimelere sığınıp oyun oynayarak... ( Çocukken iskambil kağıtlarından kaleler yapar, Maça Kızını da elime alır o sarayın kraliçesi ilan ederdim. Elbette Vale prens, joker ise soytarı olurdu. Zaten şans oyunlarıyla ve kağıtlarla tüm ilişkim orada kaldı. Ama ben bu oyunu yıllar sonra kelimelerle oynamaya başladım. Kelimelerden kaleler ve de kuleler inşa etmeyi denedim. Kendimi de bu kulenin içine Rapunzel olarak yerleştirdim. Blogda Fortunata** olarak yazdım. Çünkü şansa ve kadere yeniden inandım. Prensler ise binbir maskeyle ziyaret ettiler hayatımı ve dolayısıyla yazılarımı ama hala yüzündeki maskeyi çıkartarak kapıma gelen olmadı... Hala bekliyor muyum? Emin değilim.)

Neyse, bazen de arayıp konuşamayacaklarıma bir kaç cümle iletebilmek için umutsuzca yazdım. Ama sıkıldım artık. Bence alacağımı aldım ve vereceğimi de verdim.

Zaten sayısı beşi geçmeyen okuyucularıma eğer isterlerse bir şifre vereceğim yeni senede. Artık sadece onlar okusun istiyorum. Ayda iki bilemedin üç tane yazı ile devam etmek niyetindeyim. Kurgulayarak yazmak konusunda nereye gidebilirim görmek istiyorum. An be an hissettiklerim için ise yeniden günlük tutmaya karar verdim. Çünkü yazı üzerinden yaptığım sitriptiz, estetiğini bozmaya başladı. Azıcık daha devam edersem kendimi pavyon gülü gibi hissedeceğim!

Bazen bitirmeyi bilmek lazım. Aralık ayı, benim bu blogdaki yazılarımın zat-ı şahanelerinize son sunuluşudur- mudur?-***. Eda Liza, ejderha ve ben yakında başka bir boyuta taşınıyoruz. Ama gitmeden evvel, noel ruhunu, bayramı ve eski yıla dair muhasebemi yapıp vedalaşmak istiyorum.

Bu nedenle sizden ricam ay boyunca olabildiğince bol paylaşın fikirlerinizi, duygularınızı. Ve hatta eleştirilerinizi. Bana çok faydası olacağına eminim. Çünkü bir sonraki blogda yoruma açık olmayabilir yazılarım. Bu şansımı sonuna kadar kullanmak istiyorum.

Zaman ayırıp yazılarımı takip eden herkese bütün içtenliğimle teşekkür ederim. Bu arada ejderha hakkında hala bir açıklama yapmadığımın farkındayım, yapacağım:)))




*Yazacağım diye vaadlerde bulunup, pek çok konuyu yazamadan eskittiğim için:))
** Şans ve kader tanrıçası.
*** Bu ek yorumlardan sonra yapıldı:)))

13 yorum:

Brajeshwari dedi ki...

Sevgili Külkedisi'ni bulamamamın nedeni buymuş demek..Çok sevgilerimi iletirs misin? Bu çok kararina üzlüdüğümü de...

Bende sayfanı düzenli takip edenlerdenim.Hatta bazen, çok yorum bırakılan populer bloglardan daha degerli geliyordu sizleri bulmak ve paylasmak..Yorumlarımda burada olduğumu, yazdıklarını düşündüğümü ifade etmeye çalıştım, kutucuklar el verdiği kadar.. Bazen durdum, sadece okudum..Bazen sen ve arkadaslarinin anlayabileceği bir iletişim boyutunda yazdıklarına haddim olmayarak ve seni tanımayarak yorumlar bıraktım..

bu kararini saygiyla karsiliyorum diyemem..Her blog yazarının bir noktasi var " kapatacagim bu blogu" yada değiştireceğim dedigi.. bu noktayı saç kestiren kadın psikolojisine benzetiyorum bazen.. Çünkü bende yaşıyorum zaman zaman,O pavyon gülü halini..ama yine de kelimeler bize yardımcı olurken, saframızı atmamıza neden olup, kendimizi ifadede yardımcı olurken blogu kapamak anlamsız geliyor bana..Sen burada benim ruhuma dokunan çok yazı yazdın.Seni yazılarında tanımaya çalışırken, kendimi buldum çoğunda..3-5 okurun yada yorum yazanın hiç bir önemi yok..Yazdıkların sana katkı sağlarken, ucundan da biz bulanıyorduk beraber büyüyorduk, besleniyorduk..Blog kapatmak, neyin çözümü bilmiyorum. Belki bir kaçış..Yeni bir blog ise yenilenme ihtiyacı belki de..Ama eskilerinin üstünden yenilenebilirsin.. Eski yazdıklarının üstünden, ayda bir yazabilirsin bence.. Eda Liza'a yazdıklarını eski yazdıklarından sonra, devam ettirerek burada var edebilirsin..Ben bir şeyleri yok saymanın, diğer şeyler için temiz bir başlangıç olacağını düşünmüyorum. Neye kızdığımızı veya nedenleriyle yüzleşmenin zorluğunu da biliyorum..

Nacizane yorumumdur.Bazı noktalarını sevmeyebilirsin. Bazen seni tanimadığım için yanlış yargılarda bulunuyor izlenimi verebilirim.Ama şunu bilmeni isterim ki, gerçekten çok samimi duygularla yazdım bu yorumu..

Ne karari verirsen ver..Çok severek okurum yazdıklarını..Onu da bilmeni isterim..

Sevgilerimle..

Brajeshwari dedi ki...

Bir ilave:

tezinin onaylanmaması, belki de senin başka bir yere yönelmen için iyi bir nedendi. Bazen hayatımızdaki kötü şeyler, iyi şeyler başımıza gelsin diye varoluyor.Sen yazmalısın. çocuk kitabı yazmalısın. Ejdarhalar neden yalan söylemez yazmalısın. Tolkien, J.K. Rowling böyle yazmaya başlamadı mı?

Buna neden olduğu için, şimdi doktora yapmamış olmana seviniyorum ben. Bu blogta seni o yola hazırlayan bir patikaydı aslında..

No More Virgilius dedi ki...

Blog kapatmayı hiç anlamadım ben.
Farklı düşünüyor olabilirsin(iz), ama yazılanlar eğer utanılacak, sizi veya üçüncü şahısları küçük düşürecek, rencide edecek mahiyette değilse, emek ve zaman ürünü olmalarının yansıra kişisel arşiv ve tecrübelerin kelimeler dökülmüş hali mzelliği taşımalarından ötürü silinmemeli.
Bu satırlar senin (sizin) türkünüz.
ŞArkı söylemeyi bırakabilirsiniz. Canınınız tekrar/gene isteyene kadar susar, gık çıkartmazsınız. Sizin bileceğiniz bir şeydir o.
Bir türküyü yok sayamazsınız. Eskilerin değişiyle "söz hayat bulur" ve siz kelimeleri öldürüyorsunuz bu tavrınızla.
Yazmayın. Ama silmeyin derim ben.

Partenon tapınağı şimdiki haliyle bile ne kadar güzel...
Bir pagan mabediydi önce. Öyle inşa edildi.
Sonra kiliseye çevrildi.
Ardından minare eklendi, camiye dönüştürüldü. (Bunu kimse bilmez, ayak üstü eğiteyim sizi, 17.yy da venedik donanmasının kuşatma sırasındaki attığı toplarla bina harabeye dönüşene kadar cami olarak da kullanıldı.. yaaa...)

Ama kimse, biz artık hristiyanız, bu kafir tapınağı yıkalım demedi.
Biz müslamanız, bu kaka kiliseyi yıkalım da demedi.
Billy joel'in şarkısıydı sanırım, "we built this city"

Yıkma derim ben.
Subjektif yorumlarımı okudunuz. Bunu bilir, bunu söylerim ben.

Takdir sizin. (Azot narkozu'na da ayrıca kızgınım.)

Fortunata dedi ki...

Sevgili Brajeswari,
En zor şekilde tanışıyoruz ve belki de insanların bu yüzyılda iyice unuttuğu en samimi şekilde: yazı üzerinden.
Yorumların yer yer "ya yine bi acayip anlattım kendimi galiba" dedirtse de, ben seni tanımaktan ve yazdıklarıma gösterdiğin ilgiden çocuklar gibi mutluyum.
Doktora işinin olmayışı noktasında bir hayır vardır söylemine ise yürekten katılıyorum. Ben çocuğum olmamasını da buna bağlıyorum. Demek ki birden fazla çocuk için yapacaklarım var:))
Varlığın için ve beni bulduğun için çok şanslıyım.
Ayrıca şu saç kestirme benzetmen harikaydı. Yerden göğe haklısın. Ben saçıma kıyamadığım için bloga göz dikmiş olabilirim:)))

Fortunata dedi ki...

Sevgili Virgilius,
Söylediklerinde haklısın, ayrıca tarih bilginle beni büyülüyorsun. Keşke çocuklara da böyle öğretilse tarih...
Bir tarihçi olarak değil sadece blog okuyucun olarak söylüyorum bunu ama şımarma lütfen!

Buraya bıraktığınız yorumlarla kendimi kocasına her çözümsüzlüğünde "boşayacağım seni" diyen ama yıllarca evini terk etmeyen, edemeyen kadınlar/erkekler gibi hissettim:)) Çok güldüm halime.

Tamam, bütün söylediklerini düşüneceğim. Verdiğin örnekle epeyce zihnimi bulandırdın!
Yazdıklarımı okuman çok hoşuma gidiyor, iyi ki varsın:)
Sevgiler...

not. Azot Narkozu aramıza dönecek merak etmeyin. Ben size yeni adresini sızdırırım:))

Arzu Pınar dedi ki...

kapatmayın yaaaaw. zaten her gün girip, oh be diye okuduğum bir kaç blog var. bu var, azot narkozu vardı, brajeshwari var, vladamir var.

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

Kullanma talimatı ve son kullanım tarihi yazmayan bir şey değil miydi bu?bozulma veya zehirleme ihtimali de yok.. Neden kullanımını sonlandırdığını anlamadım. Nasıl kendin açıp, kendin istediklerini yaptıysan burada, kendin de kapatma kararını verirsin demek bir noktada anlamsız. Açarken kimseyle paylaşımın yoktu. Kapatırken insanlarla paylaşmaya başladıklarının anlamını gözardı edemezsin ki. Kararın ne olursa olsun, senin doğrun.. Herkesin doğrusu da doğrudur. Başka doğrularla uyumlanması gerekmez.ama unutma... duygu ve özel şeyleri paylaşmak alışkanlıktır.. mutluluk verir. bırakamazsın... bağımlı olursun...en iyisi kitap yaz, çoook bağımlısı olan bir bağımlı ol..öptüm

Fortunata dedi ki...

Sevgili Pilatescadısı,
Aslında çok haklısın, pasif bağımlı oldum ben. Sanırım sadece aynanın karşısında oturup şımarıklık yapıyorum....
Bu arada kitap için çalışmıyorum zannedilmesin, hatta Burhan 'a resimler için çalışmaya başlamasını bile rica ettim:)))

skoer dedi ki...

daha yeni başlıyorduk.

Fortunata dedi ki...

Skoer,nerelerdesin sen?

skoer dedi ki...

sadece biraz hava almaya çıkmıştım.

Fortunata dedi ki...

İşte buna sevindim:) Hoşgeldin!

skoer dedi ki...

hoşkaldın :)