7 Mart 2025 Cuma

RESİF


Gün batımında denize paralel yürüyordum. Kızıl Deniz'in kızıl kahve resiflerinde o güne kadar hiç karşılaşmadığım büyükte ve  tuhaf formlu bir deniz kabuklusu duruyordu. Çölü ardıma alıp, solumda sıralanmış dağları izleyerek ya da onlar beni izlerken, kabuğa doğru yürümeye başladım. Yürüdüm, yürüdüm. Kaç hayat yürüdüğümü saymadıysam da uzun yürüdüm. Resife ulaştığımda Ay yükselmiş, ardımda kalan kıyı şeridindeki restaurant ve kafelerden sakin bir müzik yayılmaya başlamıştı. 

Kabuk alışılagelmişten çok ama çok büyüktü. Dertop edilmiş bir döşek gibiydi ve tüm deniz kabukluları gibi fırfırı sağa doğruydu. Uzunluğu altmış yetmiş santim kadar, en geniş yeri tahminime göre neredeyse kırk santimdi. Uzaktan bakıldığında, dip kısmı klasik formdan daha dar  bir pithos da diyebilirdiniz ona ama değildi, belli belirsiz kımıldıyordu ve beni o, gözün zar zor gördüğü hareketle getirmişti yanına. 

Fakat şaşkınlığımın asıl nedeni büyüklüğü değil, açıklığından dışarı taşan canlının uzuvlarıydı. Gördüğüm kollar bir kafadan bacaklıya ait  değildi, bildiğimiz homosapiens kollarıydı; incecik, neredeyse bembeyaz, üzerinde açık kahverengi çiller olan kollar ve bir kafa! Gündüz olmadığından resiflerle aynı renkte olduğunu ancak tahmin edebildiğim saçlar etrafa yayılmıştı. Neyse ki cebimde fener vardı. Aniden kesilen elektrikler yüzünden artık hep yanımda taşıdığım feneri çıkarttım ve hızla yükselen nabzıma ve buz gibi terleyen ellerime yenilmemeye çalışarak düğmesine bastım.

Yanılmamıştım. Saçlar kızıldı. Uzun, kızıl saçlar. Fakat bir yengeç dolanıyordu saçların arasında. Üstelik bu yengeç geçen yıl dalışta öğrendiğim en tehlikeli tür olan resif şeytan yengeciydi. Biliyordum, yenmediği sürece zehrini akıtabileceği mekanizması yoktu fakat yine de onu ölü mü canlı mı olduğunu henüz bilmediğim bu kadın/kabuğun saçlarında görmek irkiltmişti. Fenerin ışığını doğrudan gözlerine hedefleyerek uzaklaştırdım onu. İnanır mısınız gitmedi! Işığı üzerinden çektiğim noktada mıhlanıp, sanki avını elinden almış hainin tekiymişim gibi bize bakmaya başladı. 

Olağandışı bir anın içinde muhtemelen tekrarı mümkün olmayan o sahnede er ya da geç saçları kenara toplayıp o yüze bakmam gerekeceğini biliyordum. Sadece zaman kazanıyordum. Yavaşça bileğini kavrayarak nabzını duymaya çalıştım. Oh, şükür yavaş da olsa kalp atışı vardı. İşte şimdi onu çevirebilirdim. 

Şükürle beraber garip bir gülme hali de yayılmıştı yüzüme. Belki sahildeki evlerin birinde terasta içkisini yudumlayan genç sanatçılar kamerayı kurmuş ve benim bu muhteşem yaratıkla veya sanat eseriyle ne yapacağımı kaydediyorlardı. Hatta kimbilir belki de birkaç saat içinde yılın en çok tıklanan youtube videolarından birinin kahramanı olacaktım? 
Sesli güldüm. Böyle bir kurgunun içinde olma ihtimalim kalp atışlarımı sakinleştirmiş,  vücut ısım da makul seviyeye gelmişti. Bir kez daha dev kabuğun etrafında dolandım ve ellerimi üzerinde dolaştırdım. Yapısına dair ipucu arıyordum. Kokladım, dokundum. O kadar iyi dizayn edilmişti ki, kesinlikle deniz kabuklusu olduğuna bahse girebilirdim.

Kabuğa zarar vermekten çekinerek yavaşça çevirmeye başladım. Resifte yuvarlandığı oluktan daha düz bir zemine itmek istedim. Kabuk dönünce kadının yüzü ve kolları da savruldu. Gerçekten müthiş tasarım diye düşündüm. Artık sırtüstü yatıyordu insan kısmı. Dev kabuğun bombesi yüzünden bel hafif havada kalmış, bembeyaz göğüsleri meydana çıkmıştı. Nefesimi tutuyordum. Saçlarını yüzünden kenara çektim ve ikimiz aynı anda derin bir nefesle gözlerimizi açtık.

O artık neredeydi bilmiyorum fakat ben odamda, yatağımdaydım ve saçlarım boğazıma dolanmıştı.







Hiç yorum yok: