8 Mart 2025 Cumartesi

OTOMOBİL UÇAR GİDER...


İstanbul'dayım. Devlet hastanesindeki günlük fizik tedavi seansım az önce bitti. Terapide beni yönlendiren uzman, Gözde, çocukluk arkadaşım. Sadece bedenimin değil, ruhumun ve hayatımın zorlayan girinti ve çıkıntıları hakkında da fikir sahibi olması benim şansım. Yıllar içinde canına okuduğum, kıymetsizleştirdiğim hatta yok saydığım yerden ayağa kalkmama Gözde yardım ediyor. 

Bacaklarım, bedenimin alt kısmı bir süredir taşlaştı sanki, beni taşımayı reddediyor. Öyle ki ben görmezden geldikçe katlana katlana artan acı beni buraya kadar getirmeyi ve ne yapıp edip kendini görünür kılmayı başardı. O zaman anladım ki her şey görülmek, bilinmek istiyor. Görmezden gelinmek katlanılır şey değil. Üstelik sadece Tanrı da değil; olumlu ve olumsuz tüm durumlar, duygular, düşünceler... Herkes ve herşey görülmek, duyulmak ve bilinmek istiyor.

Yeni arzum bu: kendimi yeniden, kendim için görünür, duyulur, bilinir kılmak. 

Hastane çıkışında Gözde'nin tarif ettiği kasaba doğru yürüyorum. Neyse ki dizimde ve kalçamda bu hafif tempolu yürüyüşümü baltalayacak ses yok. Fakat kasapta ciğer kalmamış. Çok sevdalısı olmamakla birlikte b vitamini için yemem gerektiğine karar verdiğimiz ciğer yok denilince fazla dert etmedim. Rotamı siyez unundan ürünler satan dükkana çevirdim. İki tane sağlıklı lahmacun yesem güzel olmaz mıydı? Zaten yolun çoğu bitmişti, neredeyse varmıştım Şenesenevlere.

"otomobil uçar gider, gönlüm gibi coşar gider..."

A, a ben şarkı mırıldanıyorum! Ne kadar iyi bir haber, demek ki kendime bakmak, acımı, ağrımı sızımı sadece bedenimden değil, zihnimden, ruhumdan da kaçmadan görmek daha arzu aşamasında hemen hediyesini veriyordu. Doğrusu huyumu suyumu bilmesem bunu da doğru okuyamazdım ama ben acı çektiğimde acıyı görmezden geldiğim gibi iyi hissettiğimde mutluluğumu, huzurumu da göremem. Her ne olmuş ve nerede olmuşsa geçmişte, tüm duygulanımlarımın fabrika ayarları hasarlıdır. Ama gayet iyi bilirim ki dudaklarım şarkı mırıldanmaya başlamışsa, hele de hiç aklımda fikrimde olmayan bir şarkı döndürmeye başlamışsam aniden, orası mutlu ama sahiden içsel anlamda mutlu hissettiğim andır. 

O dakikalar öyleydi, minibüs caddesi üzerinde yürürken ne ciğer vardı aklımda ne pide, "otomobil uçar gider, gönlüm...."

Hemen anladım ki, dün kendimi iyi kılmak adına attığım o ufacık ama yıllar sonra atılabilen küçücük adımın ışıltısıydı yaşadığım.

Birgün önce şehrin en saygın nörologlarından biriyle görüşmeye gitmiştim. Saygınlığı insanın biricikliğinden bahsediyor oluşundaydı. Daha önce de adını duyduğum, hatta bir kez randevu alıp, nedense gidemediğim biriydi. Fakat dün gitmiş, odadan içeri girmiş ve söylediklerini duymuştum. Sanırım O da beni duymuştu ki hemen çalışmalar başladı.

Ömrümde ilk kez yardım istemiyordum ama çok yorgundum ve doğru yerden yardım istiyor olduğuma güvenmeye çok ihtiyacım vardı. Hayat beni garantici yapmıştı. Akışta, teslimde yaşayamayan, donmuş bir ruh, kaygılarla paralize olmuş zihin ve artık ikisiyle devam etmek istemeyen bacaklarım vardı. Her anlamda çakılıp kalmıştım, ilerleyemiyordum.

O masada uzandığım kırk dakika boyunca kasılmanın, gevşemenin, korkmanın, umut etmenin her rengi, her kokusu geçti bedenimden. İyileşmek istiyordum. Ölüm değildi canımı yakan, yaşama ait olamayan, donmuş ruhumdu kurtarmam gereken. Canlılığımın hakkını verememek dayanılmaz olmuştu.

Olacak demişti doktor, yavaş yavaş yaşama döneceksin. Peki dedim ve ertesi gün dudaklarımdan dökülen şarkı bu yüzden beni umutlandırdı. Olabilir miydi sahiden?

On yıl önce başlayan macerada  aslında ilk ses verdiğinde duymuş ve görmüştüm kan damarlarımdaki aksaklığı. Yaşam ruhumda ve zihnimde akmadığı gibi bedenimde de akmıyor alt bacağımda durgun bir göl gibi birikiyordu. İlerleyen yıllarda topuklarımdan çivilendim adımlarıma. Yetmedi asla başıma gelmez dediğim diz sorunları, bağ yırtıklarıyla taçlandı bedenimin çığlıkları. Kendimi iyi kılmayı bilmiyor, biliyorsam da bilinçaltımda öyle bir sağırlık ve düşmanlık besliyordum ki asla hareket geçemiyordum. 

Uzun ve sancı dolu günlerimde acı içinde kıvranarak etrafımı suçlamayı seçtim. Öfkem, kederim, görünmezliğim ateş olmuş ayak parmaklarımdan tepeme kadar alev almıştım. Etrafıma kıvılcımlar sıçratıyor, bir akrep gibi kıvranıyordum.
Epeyce bir süre sonra nihayet seçimimi yaptım ve kendimi sokmanın tek çare olmadığına ateş denizini geçebileceğime karar verdim. Sadece yardıma ihtiyacım vardı. Zaten bu şekilde devam etmekte ısrar edersem ölecektim. Ben ölümle gelecek yaşama inanmasam ateş çemberini geçemezdim, bir doktorun kapısını çalıp uzatılan eli tutamazdım.

Şimdi çemberin dışından yazıyorum. Şaşkınım. Sahiden kendimi sokmama gerek kalmamış olabilir mi, inanamıyorum. Ama diliyorum, diliyor ve inanıyorum. Bu yazdıklarım da hislerim kaybolmasın, geriye dönüp baktığımda hafızam bana tuzak kurarsa kanıtım olsun diye. 

Ateş çemberinden çıkmayı seçmiş bir akrebim ben, kendi ölümüne karar veremeyeceğini anlayıp, canlılığını sorguya çekenim. Yaşamadan ölmeyi reddedenim.

















Hiç yorum yok: