8 Mart 2024 Cuma

SABAH

 

Günaydın,

Bir zamanlar her sabah ekmek almaya gidercesine yazardım. Ama mantıklı ama mantıksız, komik, gerekli, gereksiz vaya öfkeli. Yazardım. Şimdilerde bazı duygularımın içinde yeni matematikler keşfediyorum. Onlara hiç fark etmediğim hava akımları, bilmediğim yönlerden esen rüzgarlar diyelim. Evet, böylesi daha şiirli. İçimde daha önce hiç koklamadığım, tenime değmemiş  rüzgarlar esiyor. Nihayet kendini tekrar eden çarktan kurtuluyor gibiyim. Zaten bunun için yazmıyor muydum? 

Yaşamaya cesaret edemediğim tüm duyguları kelimelerle eskittim ben.

Dayım ölüyor, bahar da öyle güzel çiçekleniyor ki. İkisini yan yana görmek "işte Elvan'cım bak tatlım biz bütün bunlara, toplamına hayat diyoruz" diye şefkatle tınlıyor içimde. Evet, hayatta hepsi var ve aynı anda yaşanıyor. Birilerine hoşgeldin derken, bazılarının gitmesi gerekiyor. Peki benim içim neden bu kadar kalabalık? 

Artık taşıyamıyorum. Şaka değil, zaten son yıllarda zorlandığımı fazlasıyla hissediyordum, yakınımdakilere söylemiştim. Duymak istemediler. Kelimelerim, duygularım hep ağır geldi aileme. 

Şimdi bir seçim yapmak zorundayım. Ya ben, ya şimdiye kadar olan biten, içime kamp kuran herkes ve herşey.

Hala ormandayım. Fakat vaktim daraldı. Benim inancıma göre yeni bir karma yaratmadan seçmeliyim kendimi. Biliyorum başka şansım yok, ancak yetişkin olmayı becerememiş parçam öyle ürkek, o kadar döngüden çıkmaya hazırlıksız ki. Sonunda onu hop diye suya atmak ve yüzmesini dilemek zorunda kalacağım. Ben bir hain miyim? Kimbilir, belki? Ne önemi var? Öyle bile bile olsam, dayım bunu hissetmiyor. Ona göre onu çok seven ve üzerine titreyen yeğeniyim. Demek ki bir tane ben yok. Birden fazlaysa bu benler, sahici olan hangisi?

Pek çok davranışım ve seçimim aslı gibi ama asıl olan değil. Beklenen, alışılagelmiş, bana yapıştırılmış haliyle yaşıyorum hayatı, sürüklenircesine. 

Çok önce gitmeliydim diğerlerinden.

Beni uyandıran bu blogdaki yazılarım oldu. Kendime ekmek kırıntıları bırakmışım, birgün dönüp bakayım diye.... Yıllarca aynı şeyi yazmışım: yorgunum, haksızlığa uğruyorum, yazmak istiyorum ve komikliklerimle yakıcı öfkem arasında yaşam çemberinde bir suya, bir aleve sıçrıyorum.

Benim yogayla değil, sanatla uğraşmam gerekiyordu. Resim yapmalıydım. Yazık ettim ellerime. Belki babamı dinleyip piyano çalmalıydım. 

Bahar girdi takvimlere. Dün çiçekleri öpe koklaya yürüdüm evimin önündeki uçsuz bucaksız parkta. Sevinç doldu mu içim? Yok. Yine de gördüm çiçekleri, gökyüzünü, denizi, yeşili. Benim kalbim kör değil, benim kalbim çok kederli. Üstelik bilmediğim hayatlardan da bi dolu kederli.

İnsan olma deneyimi çok ağır geliyor bana. Zorlanıyorum. Uçuşan, hafif, bağımsız gerçek varlığımı özlüyorum. Sanki bir balığım ama demir  çıpa ile okyanusun yedi kat dibine mıhlanmışım. Halatı kesmesi gereken benim, farkındayım. Fakat bir balık tonlarca suyun altında, güneşin inemediği derinlerde tek başıma nasıl bir çözüm bulabilir? 

Küçük Kırmızı Bir Balık.

Bazen soruyorum kendime, "Elvan, sihirli değneğin olsa ve tam istediğin hayatın içine gidebilecek olsan, hadi git, nereye gidiyorsun? " diyorum. "Hadi gittin, orada olmayı düşle, mutlu musun?"

Değilim.... Beni en fazla üzen de bu, mutluluğum veya mutsuzluğum koşullarımla ilgili değil. İçimde birşey, derinimde. Muhtemelen bir tür ruh hastalığı kırılganlığım. İnsan kurumuş dala bakıp ağlar mı? Sonra da gidip hasta dayısına Bagavatgita'dan ilham veren, ona yolun güzelliğini anlatan güneşli birine dönüşebilir mi? 

Hangisi Elvan? Elvan kim?

Bir meczup, potansiyelini ortaya koyamamış bir kadın mı? Yoksa neşesi ve zekasıyla umut satan bir tacir mi?

Bazen kendimi çözümlemek için geç kaldığımı hissediyorum. Varlık sorununa fazla takıldığımı, aslında yaşıtım kadınlar gibi yirmi senelik evli, iki çocuklu olmam gerektiğini düşünüyorum. 

Yanlış yerdeyim hissi atmosferimi kaplıyor. Nefes alamıyorum. Dayım da alamıyor... Ciğerleri su topladı. Birlikte derin, sakin nefes egzersizleri yapıyoruz... Bunları yaşarken ona mı kendime mi nefesi hatırlattığımı gerçekten hiç bilmiyorum. Ciğerlerime dolan ölümün kokusuna gülümseyerek bahar çiçekleri çiziyorum resim defterime.

Ölüm varsa Elvan dokuz yaşında.

Gençken rahibe olmak isterdim. Sanki erkeklerle yaşanacak ilişkilerden başlamadan vazgeçmek istemişti kalbim. Hep uçsuz bucaksız yeşilliğe bakan yüksek bir kule hayal ettim. Tanrıya hizmet ederek, tefekkürle başlayıp bitecek bir ömür. Kimbilir belki öyle huzurlu bir hayattan atıldım Dünya'ya. Ya da çok böbürlendim ruhumun kudretiyle ve buralara gelip, mümkün olmayanı mümkün kılma kibrine kapıldım?

İkinci kahvemi aldım az evvel. Karanlık, yağmurlu bir İstanbul sabahından....


3 yorum:

Seli dedi ki...

Az evvel Şule Gürbüz’ü dinliyordum Elvan. Seneler evvel KAMBUR kitabını okuduğumda kalemine hayran kalmıştım, geç okuduğuma üzülüp daha geç olmayışına sevinmiştim. Ne diyordum ah evet, şimdi dinlerken karşımda Elvan konuşuyordu sanki :)) oldukça mesafeli soğuk bulduğum Şule Gürbüz bu benzetmeden dolayı içten ve sıcak geldi gönlüme :))

Fortunata dedi ki...

Selma, instagramdaydı değil mi? Bende dinledim. Ben sandım.
Yalnız delirmediğimi, aslında delirmediğimi biliyorum. Saece burası bu gezegen çok zor benim için...
Kitabımın adını buldum biliyor musun? Basılmasa bile, hiçkimse okumasa bile ilk taslağı sana elimle getireceğim.
Bunu bir tesekkür olarak kabul et lütfen, beni gördüğün için:) Bırakmadığın için.

Seli dedi ki...

Başka ne isterim ki 💙💙🙏🙏🙏