7 Mart 2021 Pazar

ZEYTİN, ÜZÜM & İNCİR

 

Kültür bitkilerine merakım kendimi bildim bileli vardı. Malum kocaman bir mandalina bahçesinde büyüdüm ve gezmekten anladığım ya limana inmekti, ya da harıma gitmek. Ama bu konuda okumaya başlamam yüksek lisans yıllarıma dayanır. Vay be, epeyce uzun bir zaman öncesinden bahsediyoruz. 

Konuya merakımı körükleyen de Dinçer* olmuştur. Dinçer o yıllarda Sorbonne'da sikkeler üzerine doktorasını yapıyordu. Sağolsun her İstanbul'a gelişinde benim tezin taslağına bakar ve Fransızca'dan çevrilecek ne varsa hepsini hallederdi. O  yıllarda rekabette bile bir incelik, birbirimize hayranlık vardı. Velhasıl kültür bitkileri konusu da yine bir kütüphane çalışması sonrası hararetli sohbetlerimizin kimbilir hangisinde aklıma düştü.

Aslında hatırladığım kadarıyla konu sikkeler üzerindeki tasvirlerden bahsederken açıldıkça açılmış ve olmadık yerlere uzanmıştı. Malum eski paraların tasvirleri, üzerine öykü yazılacak kadar inceliklidir. Bazı paralarda kentlerin koruyucu tanrı ve tanrıçalarından bahsedilirken onların bilinen atribüleri de resimlenirdi  ya da o yörenin değerli bitki ve hayvanları.  Mesela İstanbul'un bir dönemine ait sikkelerde palamut tasvirleri olduğunu biliyoruz. Örnekler çoğaltılabilir tabii; Efes sikkelerindeki arı, Athena adına basılan sikkelerdeki baykuş gibi...

Neyse, bunlardan bahsederken dönüp dolaşıp kültür bitkilerine, bölgede Akdeniz olunca Akdeniz'deki kültür bitkilerine geldi. O günden sonra endemik bitkilere ve kültüre alınan bitkilere ayrıca ilgi duyar oldum. Zaten ilerleyen yıllarda fitoterapiye de böyle sardırdım muhtemelen:))

Bizim coğrafyamızda inanamayacağınız kadar önemli endemik tür ve dünya kültür tarihine damga vurabilecek kadar da bol miktarda kültür bitkisi var. Fakat ne yazık ki en önemli çalışmalar Napolyon zamanından başlayarak Almanlar ve Fransızlar tarafından yapılmış. Dokunmaya kıyamayacağımız güzellikte cilt cilt çalışmalar, kronikler var... Adını da hatırlarsam yazayım. Malum ben Almanca bilmediğimden, senelerdir ne zaman Almanya'ya gitsem, bu külliyata ve elbette daha nicelerine yalana yalana bakıp dönüyorum...

Gelelim bu önemli çalışmalardan bizim dilimize çevrilen mini mini ama çok ilham verici bir kitaba.


Nedendir bilmem sadece bu üç bitkiye ait kısımlar çevrilmiş ve sanırım bu çeviri de bire bir değil epeyce bir özetmiş. Anlayacağınız bize gelen suyunun suyu. Yine de eğer benim gibi zeytin, incir ve üzüm için heyecan duyuyorsanız bu kitabı okuyun. 

Kitabı yıllar içinde birkaç kez okudum, her okuduğumda da bambaşka bir heyecan duydum. Çünkü bu üç bitki mitolojik hikayelerden tutun, Halk Türkülerine kadar o kadar çok yerde karşımıza çıkar ki inanamazsınız. Sadece edebiyatta da değil, takı tasarımlarında, dokumacılıkta, şifalı ilaçların yapımında hep isimlerini duyarsınız ve sanki koca bir toprağın en temel üç besinidir.

Aslında biraz düşününce hiç haksız bir kıymet değildir bu. En basit haliyle üzümden şarap, pekmez ve pestil elde ediyoruz. Zeytinyağı desen kremden, yemeğe, sabuna o kadar ciddi bir değer ki, sadece onu anlatmak birkaç ciltlik eser olabilir. İncire gelince, o zaten başlı başına önemli bir besin. kalsiyum değeri hakkında bir fikriniz var mı? Hele bizim oralarda bademle fırınlayıp susama basarlar ki, of! Sadece bu üç bitkiye buğday ve su ekledin mi ömür boyu eşsiz sofralara oturursun. Çünkü geri kalan tüm otlar ve meyveler zaten etrafta mevcut! Biraz da balık tutarsan oldu bitti.

Peki biz ne zaman bu sade ve derin sofraları küçümseyemeye  ve olmadık soslar, tropik meyveler arasında kaybolmaya başladık? Ne vakit bulgur beğenilmez oldu da, tüm İstanbullular kinoa salatasıyla doymaya başladı?

Çok yazık... Bazen kendimi Dünya'yı daha güzel bir yer haline getirmek için yeterince emek harcamamış olmakla suçluyorum. Muhtemelen bu saatten sonra böyle bir projeye gücüm yetmez zaten fakat daha az tüketerek, evimin eşyasında, üstümde başımda sadeleştiğim gibi yiyecekte de sadeleşebilirim. Hakkımı alıp, fazlasına el uzatmayarak ve paketli gıda sektörüne destek vermeyerek az da olsa bir işe yarayabilirim.

Hatta belki yakın zamanda bir incirliğim bile olur? Bende kekik suyuna incir  bandırıp kuruturum belki? Bütün bunları hayal etmek bile güzel... Bazen, Victor'la köylerde gezerken sepetten çıkartıp yediğimiz incirleri, domatesleri hatırlıyorum. Nasıl akıl almaz bir lezzetleri vardı... Tam buğday ekmeğinin kokusu, mangaldaki kahvemiz.. Şimdilerde öyle bir evin hayali var rüyalarımda. O yüzden aklıma düştü zeytin, üzüm ve incir. Çünkü bahar geldi, çünkü üçüncü cemre düştü, çünkü ben unuttuğumu hatırladım.


* Dinçer Savaş Lenger





Hiç yorum yok: