17 Temmuz 2014 Perşembe

SOYUNMA KABİNİ

Kaldığım evin sahibinin buraya verdiği isim bu! Canımın için, dünya tatlısı Feridun'un yeri cennet olsun, onun sayesinde şimdi denizin kıyısındaki bu soyunma kabininde elimde kahvemle sabah keyfi yapabiliyorum.
Feridun, buraya bir festival için geldiklerinde adayı keşfetmiş. Sonra teyzemle evlenmişler ve Feridun adadan bir davet alınca tekrar gelmiş. O zaman ada halkı ne yapıp edip buralı olması için onu kaldırmış! O da teyzemi kandırmış:) O günden beri yani yaklaşık yirmi senedir bu soyunma kabini var. Gerçekten mini mini bir ev burası. Kapıyı ittirsen içeri girilir. Tıpkı çocukluğumun korkusuz evlerine, tedbirsiz hayatlarına benziyor. İnsan saklanmadan, saklamadan, sakınmanın gerginliğini yaşamadan nefes almak istiyor... Özlüyor.. Soyunma kabini tam anlamıyla öyle bir ev. İki oda, büyük bir mutfak ve banyo ve minicik bir salon. Tabii evin canı kanı olan bir balkon!


İstanbul'da imkansız olan her şey burada mümkün. Sabah yüzünü denizde yıkayabiliyorsun. Eğer istersen banyoya gitmeden, tıpkı çocukluktaki gibi kapının önünde bahçe hortumu ile yıkanabilirsin. Arkadaki ağaçta inanılmaz lezzetli kayısılar var! Kahvaltı sofrasına gelen tüm yeşillik komşunun bahçesinden. Evler arasında o çok özlenen komşuluk yaşanıyor. Elinde tabaklarla gelip gidenler, kendisi oruç tutmasa da tutanı besleyenler var.


Sokaklarda pek kedi yok ama köpekler sağlıklı ve mutlu. Uysallar. Şehrin stresinden uzak, adanın rehavetinde bir o yana atıyorlar kendilerini, bir diğer yana. Tıpkı bizim gibi!

Burada okumak da, yazmak da çok keyifli. İnsanın başka işi olmaması nefis! Yaz, oku, ye, iç ve uyu! Al sana ada hayatı!

Adaçayı içmek istediğimde taze yapraklarla demliyorum! Kahve satan dükkanlar yok ama günde iki defa Türk Kahvesi keyfi var. Üstelik dün hava kapalı olmasına rağmen hiç sıkılmadan , kocaman bir günü bitirdiğimizi gördüm. Hoşuma gitti.


Bu sabah aklımda düne ait bir iki sahneyle uyandım. Akşama doğru plaja yürüyüşe gittim. Her zaman olduğu gibi yine gözümü deniz kabuklarından alamadım. Bir önceki gün bulduğum yengeç kıskacını almamıştım. Hatta biraz da canımı sıkmıştı ölü bir yengeç uzvu. Ama dün daha da ürperdim, küçücük bir kum yengecinin kabuğu kumların arasında sıkışmış, öylece duruyordu. Elime aldım, onu da avcumdaki kabukların arasına koydum.


Biraz baktım. İçindeki yengecin büyüdüğü için kabuğunu terk ettiğini düşünmeye çalıştım. Aklımı ve kalbimi kum yengeciyle ilgili olumlu düşüncelerle doldurmaya gayret ederken, hooppp bir rüzgar geldi ve daha ben ne olduğunu anlayamadan onu aldı, gitti!


Bir kere daha küçücük bir yengeç kabuğu doğaya karıştı. Uçup gitmeseydi zaten onu bulduğum yere bırakacaktım. Çünkü eve götürüp bakmaya yüreğim dayanmaz.. Hapsedilmiş bir yengeç düşünmek bile iyi gelmedi.

Sonuç olarak yıllar sonra bir kum yengeci gördüm. Ve anladım ki onu bile avucumda tutamıyorum:) İçimden bu duruma çok güldüm. Bilen bilir, kendim de dahil olmak üzere çok yengeç vardır benim hayatımda. Bir de yengeç olacak kadar sabredememiş ikizler! Bu sebeple olsa gerek masalarımız zengindir. İkizler burcu arkadaşlarım çift olarak gelirler davetlere, yengeçler de alınganlıklarını getirirler beraberlerinde:)) Yine de gül gibi geçinip gidiyoruz işte!

Neyse, tekrar soyunma kabinine dönersek, hayatımdaki çok değerli ve gerçekten sevdiğim aile büyüklerinden Feridun'un ruhuyla dolu bu evde çok iyi hissediyorum. Teyzemin bu evden vazgeçemeyişini de anlıyorum... Her sabah uyandığımda önce hayata, sonra Feridun'a teşekkür ediyorum. İyi ki yolu bu adaya düşmüş! Yoksa ben böylesine huzurlu anları nasıl bulabilirdim? Yıllar sonra bir kum yengecini avucuma nasıl alırdım?



1 yorum:

Dicle Kırmızıtaş dedi ki...

Senin o güzrl yüreğini yerim ben!