Geri dönüp yazı yazmayı sevmiyorum. Hele ki arkamda bıraktığım anları çok sevmişsem hiç istemiyorum. Ama çöl hakkında az da olsa yazmam gerekiyor. Hiç olmazsa kendim için, özlediğimde okuyup "tabii ya, işte böyle olmuştu!" diyebilmek için...
Abu Dabi&Dubai seyahati aslında tarafımdan delice arzulanmış ve planlanmış değildi. Sevgili Stella'dan gelen bu güzel teklifi kabul edişimin en önemli sebebi sevdiğim insanlarla gündelik işlerden kopuk, İstanbul'u tüm karmaşasıyla ardımda bırakarak zaman geçirmekti.
Uçakta inanılmaz yoruldum. Yanıma otuzlu yaşlarının ortasında, muhtemelen takıntılı ve aynı zamanda uçak korkusu olan bir kadın oturdu. Defalarca kalktı, defalarca oturdu! Yemeğini, kahvesini başta kendi ayakkabısı olmak üzere döktü, saçtı. Bir battaniye yetmedi, ikincisine sarıldı. Durmadı yani. Duramadı garibim. Bu heyecanlı yol arkadaşıma rağmen nasıl oldu bilinmez, uçuş sona erdi.
Havaalanında tanıştığım sevimli bir kadın bana nereye gideceğimi sordu. Adresi söyleyince de eşinin onları almaya geleceğini ve aynı yere gittiklerini söyledi. Böylece Stella'ya çok çabuk kavuştum!
Koskocaman bir boşluğun ortasındaki evden içeri girince, kendimi birazcık tuhaf hissettim. Dışarıdaki hamam duygusu veren sıcaklıktan sonra evin ısısı çok düşük geldi. Açıkçası kaldığım süre zarfında ne ısıya, ne de o dev boşluğa alışamadım. Sadece bu konu hakkında düşünmeyi bıraktım. ya sıcaktan pişecektim ya da klimalarla barışacaktım.
İlk gece yatağıma uzandığımda biraz tedirgindim. Kendimi güvende hissetmedim. Ev fazla büyüktü, etraftaki alan da öyle...Tek tesellim Stella'nın titiz bir kadın olmasıydı. Endişelenecek bir şey olsa O benden evvel davranırdı. Demek ki ben abartıyordum..
Sonraki günler Monty ile farklı aktiviteler yaparak geçti. Kuşları besledik, resimler yaptık, hatta anne için özel bir çadır hazırlayıp, onlarca gül arasından en özelini seçtik! Stella işe gidince çıkıp dolaşabileceğimiz caddeler olmadığı için zamanın çoğu evde geçti. İyi de oldu. Bol bol okudum, yüzdüm. Theo ile tanıştım. Lego sanatında ilerleme kaydettim. Rozalin'den Filipinler hakkında ilginç şeyler öğrendim. Daha da güzeli evin babası ile sohbet etme fırsatı buldum. Martin'i evde ailesi ile ilgilenirken gördüm. Theo'ya ilgisi, Monty ile oluşturdukları ortak dil ( arabalar, legoland, sosis ve pastırma üzerine:)) gerçekten eğlenceliydi.
Abu Dabi günlerim hemen hemen birbirinin aynısıydı. Bir iki market ve Saadiyat Beach dışında bir şey görmedim. Çünkü görmek için evden çıkmak gerekiyordu ve ben bunu gerçekten istemedim! Hele ki plaj çıkışı entarili bir abinin tacizine uğrayınca sokaklarda dolaşma isteğimden eser kalmadı!
Değer'e ulaşmam da maceralı oldu. Zira Abu Dabi'den Dubai'ye giden her otobüste sadece on iki kadın için yer var. Ammaaa kocan varsa sıranın önüne geçebiliyorsun. Yani on ikinci kadın bekarsa ve o sırada bir evli kadın gelmişse ne oluyor biliyor musunuz bekar kadın? Kırk beş dakika bekliyorsun! Eski Ankara otogarından beter olan bu tanımsız, 1960'lardan kalmış yerde vallahi de billahide kocam olsun istedim! Hiç olmazsa otobüse binene kadar.
Dubai'ye ulaşıp Değer'i bulunca çölde serap görmek cümlesi kafamda bir yere oturdu! Allahım yarabbim sanki ailemden birini gördüm! (Gerçi Değer her durumda bizim ailedendir ya, sevincimi tarif edemiyorum işte) Zaten o andan sonrası gayet güzel geçti.
Değer'in bulutlara komşu dairesine ulaştığımızda bu kadar yüksek bir binada nasıl uyurum diye için için mızıldandım ama sonra çöl ortasında bir çadır seçeneğini düşünüp, klimaya gülümsedim!
Zaten evde beni gülümseten başka şeyleri de fark edince içimdeki mızıltı duyulmaz oldu. Değer'in iki kedisi var ki, hakikaten görmeye değer. Öncelikle aralarındaki sınıf farkına rağmen bir yol tutturmuş olmaları çok matrak. Biri gösterişli ve soylu soplu ama mıncırılmak için hevessiz, diğeri tam bir zargana ve fakat hem oynamak istiyor, hem de tırmık yemeyeceğinizin garantisini vermiyor! Tam kedi yani.
Değer, benimki gibi bir yoldan gelene ne ikram edileceğini gayet iyi biliyor. Zira bir kadeh viski en son ne zaman bu kadar makbule geçmişti hatırlayamadım. Bir dakika hatırladım; Prusya Kralı ikram etmişti! Hem de en değerli viskisini!
Evde kısa bir dinlenmeden sonra kendimizi gayet lezzetli bir Arap sofrasında bulduk. Yediğim en güzel humusun tadı damağımda kaldı. Ve bitiremediğim salatalar vs de aklımda tabii:)) gece eve dönünce Değer'le uzun uzun sohbet ettik ve ertesi sabah Dubai'deki hemen hemen herkesin yaptığı şeyi yaptık: Dubai Mall!!
Zaten o gün başka bişi de yapmadık. Sabah kahvaltısından başlayarak, akşam yemeğine kadar ve hatta yemek sonrası içkilerimiz bile Dubai Mall sınırları içindeydi. Böyle bir cümle ile anlatıyorum ama ben ki alışveriş merkezi sevmem, orada sıkılmadım. Zaten hepsi bir yana sadece dolce&gabbana ve kitapçı* bana yetti! Bi de çay dükkanında istediğim çaya saplanıp kalmasaydım, kimbilir daha neler vardı orada!
Ertesi gün Değer işe gidince kendimi kitapçıya attım. Abartmıyorum, kesinlikle tam gün geçirilebilecek bir yer. Fakat Değer sayesinde ( gerçi bana iyilik mi etti, kötülük mü bilemedim ama... ) hayatımda ilk defa dolce&gabanna mağazasına girdim ve neden bu kadar geç kalmışım diye canım sıkıldı. Yemin ederim bankadan kredi çekip hepsini almak istedim! Kazandıkları para bence helaldir. Şimdilerde Değer'in mağazadan alıp, bana verdiği kataloğa bakıyorum da, Monty legolar, Theo Rozalin, Prusya Kralı viski hakkında ne hissediyorsa aynısını hissediyorum!
Dubai güzel mi derseniz açıkça şunu söyleyebilirim ki farklı. Görmeye değer olduğunu düşünüyorum. Gerçi çölde safariye katılmadım ve Basra Körfezi'nde tekne turu da yapmadım. Hatta hava durumu izin vermediği için yerel pazarları göremedim. Yine de belki sevdiğim insanlar orada olduğundan, belki de bu saydıklarım yarım kaldığından tekrar gidebilirim diye düşünüyorum.