17 Ekim 2014 Cuma

ÖLDÜREMEMEK

 
 
 
 
 
 
 
 
"Azıcık cesaretim ya da sağduyum olsa, deyip duruyordum kendime, zavallı mahlukun üzerine basıp onu acılarından kurtarırdım. Bir böceğin ne şekilde acı çektiğini bilemeyiz ama zavallı tam manasıyla ölümle pençeleşiyordu ve bu durum iki gece, iki gündür devam ediyordu. Kösele tabanlı ayakkabılarımı giydim ama son anda üzerine basamadım. Ayakkabımın altında ezilecek, çıtırdayacak, suları akacaktı. Süpürgenin sapıyla vurabilir miyim? Hayır, vuramazdım. Bir keresinde lösemi olan kedimi uyutturmuştum, bir keresinde de can çekişen bir kedinin başında beklemiştim; aç olsam, bir sebebim olsa karnımı doyurmak için bir canlıyı öldürebileceğimi, ninelerimin yaptığı gibi bir tavuğun boynunu kırabileceğimi ve tıpkı onlar gibi suçluluk ya da yakınlık hissetmeyeceğimi biliyordum. Bu hayvanı öldüremememin ahlak ya da merhametle alakası yoktu. Sadece mızmızlıktı. İçimdeki çürük bir yerdi bu, bir meyvenin üzerindeki yumuşak, kahverengi noktalar gibi; saygıdan değil, tiksintiden gelen bir merhamet. Harekete geçemeyen bir sorumluluk. Suçluluğun ta kendisi."

                                          Zihnimdeki Mahlukat, Ursula K. Le Guin


İnsanın kendi gücünün sınırlarına küsmesi çok tuhaf bir durum. Yukarındaki paragraf dün okuduğum kitabın içindeki öyküde vardı. Bir kaç defa okudum. Beni düşündürdü.  Sanki uzun zamandır yazmak için kıvrandığım şey, bir başkası tarafından yapılmıştı. Zira ne böcek aslında bir böcekti, ne de...
 
J.W., "aşkı başlatmak mümkün ama bitirmek değil..." gibilerden bir cümle sarf edip, zamanında, bir kaşık suda bulanmaya yer arayan zihnimi Haliç'ten beter hale getirmişti. Oysa aşka can veren, aşkın canını da alır, alabilir.. O bahsi geçen, tanımsız suçluluk duygusu olmasa...
 
Fizik dünyada bitirdiğimiz hikayeleri, ruh dünyamızda inatla ve şevkle allayıp pullamamız tamamen "mızmızlıktan!" İnsan bir durum ya da kişiden uzaklaşmayı seçmişse eğer mutlaka içinin kaldırmadığı, başa çıkamadığı bir hal vardır. İyi de tam da o hal devam ederken, bedenin kaçıp kurtulduğu yerde ruh ne aramaktadır?
 
Ruh, mızmızlık etmektedir... Boşluktan korkmaktadır. Asıl aradığının peşine düşmekten, arayıp bulamamaktan tir tir titremektedir. Oysa her aşk, insanın içeriye, kendi içine yaptığı yolculuk değil midir? O zaman Leyla'yı ardında bıraktığında ve gün gelip onu tanıyamadığında üzülmemeli, suçlu hissetmemeli..
 
Velhasıl kelam, bu cümleleri arda arda yazabilen zihin, ne yapıp edip bunu ruha söyleyebilmeli: "Ey ruh, çekil artık penceremin önünden!"
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok: