26 Mayıs 2011 Perşembe

AŞK: CİDDİ BİR HASTALIK


"Ciddi bir hastalık korkunç derecede yalnız geçen bir yolculuk olabilir. Tehlike bir maymun grubu üzerinde dolanarak kaygı uyandırdığında, maymunlar içgüdüsel olarak bir araya gelip hararetle birbirlerini tımar ederler. Bu, tehlikeyi azaltmaz ama yalnızlığı giderir. Somut sonuçlara tapınırcasına bağlı olan Batılı değerlerimiz tehlike ve belirsizlik karşısında başkalarının varlığına duyduğumuz o derin, hayvansı ihtiyaca karşı gözlerimizi kör edebilir. Sevdiklerimizin nazik, sabit, güvenilir varlıkları, bize verebilecekleri en güzel armağandır, ama birçoğu bunu bilmez..."
Anti Kanser, David Servan- Schreiber
Sağlığıma mal olan "aşk acısını" meraklı gözlerden köşe bucak saklarken ve hiç kapanmayacakmış gibi taptaze duran yaralarımı yalaya yalaya iyileştirmeye çalışırken, çok ama çok sevdiğim bir dostumun başına gelenlerle birlikte bakın ne keşfettim: Aşk ve kanser kardeş! Nasıl mı? Şöyle:
Kanser hakkında okumaya ve ardından düşünmeye başladığımdan bu yana en sevdiğim paragraflardan biri yukarıda paylaştığım oldu. Yani bir maymun kadar hayata, sevdiklerimize tutunamadığım/mız gerçeğinin doğadaki örneği! Bu örnekten yola çıkarsak aşk ve kanserden korunmanın metodları birbirine çok benziyor.. İş, aktive olmak için pusuya yatmış hücreleri kudurtmamakta. Aktive olmuş ise de anti kanser beslenmeyle, ilerlemesini ve onu besleyen damarların semirmesini engellemek. Aşk acısını besleyen inadına unutmamak, kanseri besleyen de bu!
Nazmi Hocam "sen neye hazırsan o da sana hazırdır" der. Sanırım büyük bela, küçük belayı yutunca, nicedir niyetlendiğim ama besbelli beceremediğim ana, unutmaya, hazır olduğumu fark ettim. Dostum kanseri yenerken, ben de aşk acısını yeneceğim. Nasıl mı? Çabasız çabayla; unuttum seni diye bağırmadan, unuttum gitti diye yazmadan... Sadece aklıma geldiğinde gülümseyerek, fakat ne cümleleri, ne de görüntüleri uzun uzun beslemeden... Birkaç dakika beni ele geçirmelerine izin verip, sonra gözlerimi yeniden hayata çevirerek. Anılarımı korkutmadan, tehdit etmeden, alışkanlıklarımı değiştirerek kurtulacağım aşktan. Kendimi severek, kendime zaman ayırarak, içimden gelmeyen hiçbir şey için kımıldamayarak, sevdiklerime sokularak... Beni tımar etmelerine izin vererek! Bir kale değil, acı çeken bir insan olduğumu söyleyerek...
Kanserden korunmanın en temel kuralları belli: derin üzüntüden, şimanlıktan, hareketsizlikten, kötü beslenmeden ve sigaradan uzak bir hayat. Aşktan korunmanın kuralı da belli: bunlara sebep olacak adamı sezdiğinde hızla oradan uzaklaşmak!
Kanser sadece glikozla değil, derin acıyla da semiriyor. Bilim adamları hala adam akıllı bir beslenme listesi vermeseler de yeşilçay, zerdeçal, zencefil, yaban mersini, omega 3, yüzde % 70 kakao içeren çikolata gibi kansere savaş açan besinler var. Tıpkı onu kudurtan besinler olduğu gibi: kola, yağ, beyaz un, kırmızı et...
Aşk ve kanseri aktive eden en olmazsa olmaz şey "derin üzüntü".
Bu bilgi beni şu noktaya getirdi: aşk acısı çekmenin fazlası pek iyi bir noktaya götürmez insanı. Ve aşk acısı çektiğini söyleyen birine mutlaka daha iyi davranılmalı. Çünkü bu pek basit ve aşılabilir bir engel gibi görünen duygusal travma, dönüp dolaşıp bedenin kapılarını kanser kardeşine açabiliyor. İçinde yaşadığımız yüzyıl da bu konuda ona destek veriyor. Kimyasal gübrelerle büyütülen besinler, stres altında daracık odalarda semirtilen hayvanların etleri, bol kalorili tatlılarda mutluluk arayışımız... Her şey senaryoyu tamamlamak için hazır!
Kanser kesinlikle ciddi bir hastalık. Onu yenen de var, teslim olan da. Yenilenler genellikle yenebileceğine inanmayanlar. Oysa biraz inanç, azıcık alışkanlıkları değiştirmek ameliyat ve kemoterapiyi inanamayacağınız kadar destekliyor geri dönüşü. Bütün kanser hastalarının sevdikleri tarafından tımar edilmeye ihtiyaçları var. Tıpkı maymunlar gibi. Tıpkı aşk hastaları gibi.. Hastalığın pençesinde kıvranan hiç kimsenin "ben sana sigara içme demiştim ya da ne buldun o ciğeri beş para etmez herifte?" gibi cümlelere ihtiyacı yok. Aksine, sakin sakin anlatmak ve her şey gibi bunun da geçeceğini telkin etmek, hatta bazen sadece orada durmak lazım... Tıpkı Muse ve Burhan'ın benim yanımda durdukları gibi. Hani sanki hiç bir terslik yokmuş da hayat akıyormuş, damarlarımızdaki kan donmamış, gözlerimiz gördüklerine dayanamaz hale gelip kör olmak için sabısızlanmamış gibi...
Beni öldürmek üzere olan "aşk acısının" ne kadar tehlikeli olduğunu, dostumun bedenindeki kanserli hücrenin beklenmedik selamıyla kavrayışımı, hayatımın U DÖNÜŞÜ olarak kutsuyorum..

Hiç yorum yok: