3 Ekim 2021 Pazar

SINIF SIKINTISI

 

Ben kırk yıl düşünsem bir tanım bulamazdım ya, Prusya Kralı dediğinde dank etti kafama, "hah" dedim, "işte benim de zorlandığım insan grubu: Sınıf sıkıntısı çekenler!"

Durmadan tırmalayanlar. Kendilerine yabancılaşmak pahasına yirmi dört saat sahnededirler. Babaannemin deyimiyle kan kusup kızılcık şerbeti içtim derler. Hayat boyu ne yapsalar, ne etseler mutlu olmazlar, çünkü onaylanmak ve saygı görmekle ilgili toplumsal kalıplarına esir olmuşlardır.... 

Açalım mı konuyu biraz.

Eski kocamı nasıl tanıdığımı anlatmış mıydım? Tersanede tanıştık. Yüzü gözü yağ içindeydi. İşçi zannetmiştim onu. Nişantaşı çocuğu olduğunu haftalar sonra bir gulete yemeğe davet edilince öğrendim. Sonra da içimden tüh dedim ama zamanla tanıdığım en asil, en görgülü insanlardan biri olduğuna karar verdim. Ben pek haz etmesem de  kendi sınıfına yakışan bir adamdı. Bu yüzden her ne kadar birimiz pazardan, diğeri illa Burlington marka çorap alsa da evlenmekte sakınca görmedim. Sonuçta çorap işte dedim geçtim.

En yakın dostum, Burhan. O da öyledir. Doğuştan insandır, asildir. Ruhu o kadar kusursuzdur ki, içinde öylesine içten bir adalet duygusu vardır ki, sınıf bilincinizi allak bullak eder. Çünkü geldiği yeri bilir, ailevi özelliklerini taşır ve bu yüzden de kompleksiz ve hazımlıdır. Güzele açıktır, kıymetliyi kıymetsizden ayırmayı bilir.

Suat ve Jasmin de öyledirler. Çalışkan, köklerine sahip çıkan ve kendini tanışıklıkları ve maddi olanaklarıyla tanımlamayı ayıp bulan insanlardır. Bunca yıllık arkadaşlığımızda bir kez para pul konuşmuş değiliz.

Oysa bir de perdenin öte tarafında gülünç duruma düşenler var. Şu geldiği kaba sığamayan, ha bire basamakları zorlayanlar. Prusya Kralı anlatınca anladığım ve benim de iletişimde ve takdir etmekte zorlandığım insan modeli. 

En pahalı kıyafetlerin içinde yetersiz beslenme günlerinden yadigar raşitik bir duruşları vardır. Gucci giydirse, ı ıh, olmaz. Anadolu'nun bağrından gelip, İstanbul'da iyi kötü bir koltuk kapmalarına rağmen kendilerine yabancı cümleler, yüzlerine oturmayan gülümsemelerle adeta çırpınırlar kabul görmek uğruna.

Kızıyor muyum? Daha ziyade acıyorum. Nasıl olur da insan bu kadar özüne uzak düşer? Bu insanların içinde kopan fırtınalar dayanılır cinsten midir? Nedir bu hırs? Sahiden ederi var mıdır?

Zaten öyle nafile bir çaba ki.... Zira hayal ettikleri basamağa ulaşmanın yolu uzun, en az birkaç kuşak isteyen sancılı bir yolcuktur. Sadece para sahibi olmak ve davetlerde boy göstermek yetmez. 

Sanat dünyasından örnek verelim. D. E.'e yaklaşabilirsiniz, bir resmini de alabilirsiniz. Zaten Nişantaşı'nda her doktor odasında bi tane var, sizin neden olmasın?? Buraya kadar sorun yok. Hatta kendisini şurda burda yakalayıp bir dergide, en kötü ihtimalle instagramda boy göstermek de mümkündür. Ama aynı şeyi rahmetli Mehmet Eyüpoğlu ile yapamazdınız. Kendisi davet mavet gibi şeylerle ilgilenmezdi ki denk gelin! Bahçesinde, atölyesinde, bir avuç dostuyla, öğrencileriyle işinde gücündeydi Mehmet Amca. Kocaman bir manevi servetin veliahtı olmasına rağmen, neşesi, tevazusu sonsuzdu. Yazma şenliklerinde elleriyle yıkadığı meyveleri ikram ederdi. Uzun uzun, derin derin bakar, kalbi ısınırsa sohbete girerdi.

Arkeoloji dünyasında da işler böyle yürür. Dernek, kulüp seven, basının ilgisini çeken bir hocayla fotoğraf çektirebilirsiniz. Mesela M.İ.Ç. veya rahmetli E.A. Eyvallah, kendi çapında kıymetli isimler bunlar ama gel gör ki ömrünü işine adamış Yaşar Yıldız'ı kim tanır? Oğuz Alpözen gibi iktidarı boyunca durmaksızın şov yapan, gösteriş meraklısı ve bence pek de temiz olmayan müzeciyi neredeyse tüm ülke bilirken, gelmiş geçmiş en büyük restoratör Yaşar Abi ne oldu?

Hayat çok ilginç. Ruhunu şeytana satanlara sadece üzülebiliriz. içiniz rahat olsun, onlar da bize üzülüyorlar:)))

Böyle çok isim sayabilirim. İ. O. , Y. B. mesela. Aynı kefeye koyamazsın. Bilen bilir kim ne kadar değerlidir ve ona göre alır mesafesini. İ. Hocayla sohbete çekinirsiniz. Adam derya! Ama diğeri cebinizde para varsa hemen kankanız olur. Kaç sanatçının ahı vardır servetinde bilen bilir.... Ben en az üçünü biliyorum mesela. En yakın dostlarımdan birini dolandırmaktan beter etmişliği vardır. Ama bu tipler kimin üzerine bastıklarını umursamazlar ki, akılları fikirleri açlıktan kıvranan ruhlarını doyurmaktır. Ah be canım, keşke ruh dediğin statüyle, parayla doysaydı... Bak en yukarıya, canım büyüğüm doydu mu?

Ben neden sabah sabah bunları yazdım, hatırlayayım diye. Uzak kalacaksın bu insanlardan. Kendine yabancılaşmaya değmez. Temiz, aydınlık ve sahici olana yakın duracaksın. Geldiğin yeri bileceksin. Ailenin ve atalarının mirasını güzel taşıyacak, ruhunu maneviyatla yücelteceksin. Ama dilde olmayacak, seçimlerinde, yaşamında tadına vara vara yaşayacaksın. Ben dostlarımı böyle seçiyorum. Sınıflarına yakışmalarına, ortak dil bulmaktaki hünerlerine göre yaklaşıyorum. Elbette bir bedel de ödüyorum piyasa değeri olan yüksek faturalı tiplerden uzak durarak ama bence değer:)

Neyse ki çok genç yaşta anladım neyin sahte, neyin sahici olduğunu. Burhan Amca'nın sergi açılışlarından bu yana bilirim sanat dünyasının  temiz ve kirli isimlerini. İçine doğduğum kasaba, hayatımı geçirdiğim şehir sayesinde bir bir sayarım hem ruhu, hem işi parlayan insanları ve foyası çıkanları.

En büyük şansım da kardeşim sanki.. Bende olmayan bakış açısı onda var. Tanımlayıp, kenara çekilmeyi biliyor. 

Sonuç: Ne mutlu olduğu gibi görünmeye gücü kudreti yeten ruhlara. Aysel Kocaoğlan'a, Alim Ekinci'ye, Güven Arsebük ve nicelerine....


Hiç yorum yok: