19 Ekim 2021 Salı

CANLI OLMAK VOL. II

 


İkinci durağımıza doğru giderken böyle sevimli şehirlerden geçtik. Dört kişi tatlı yiyip, üzerine çay içip on yedi lira hesap ödediğimiz an bir zaman tünelinde gibiydi! Kısacık kaldık oralarda ama sevdik. İnsanlarının sakinliği ve yıllar evvel nefis bir yeni yıl geçirdiğimiz şehirle benzerliği bize sevimli geldi.

Kulübemize varınca karnımız tok olduğundan dışarı çıkmamaya karar verdik. Tertemiz çarşaflar, sıcacık soba ve duş şansımız varken ne diye dökülecektik sokaklara? İki kişi seçtik aramızdan, onları en yakın tekele yolladık:)) 
İçmeyecektik de ne yapacaktık be yaa!

Aslında etrafı izlemekten ve maceradan maceraya sürüklenmekten hafif telef olmuştuk. Bu yüzden hepimize iyi geldi verandaya yayılmak. Ama yine kendimize göre bi tuhaflığın içine düşmüştük; on altı kedi ve iki köpeğimiz olmuştu birkaç dakikada.


Açıkçası hepimiz gayet memnunduk bu misafirperverlikten. Koyun koyuna oturduk bütün akşam. Yemeğimizi de paylaştık elbette. Gerçi masada pek bişi yoktu ama hayvanların aradığı da yemek değildi zaten.

Ertesi sabah dinlenmiş ve kendimize gelmiş olarak uyandık. Elbette bahçedeki koloni biz verandaya çıkar çıkmaz tam kadro kapıdaydı. Hatta bazıları geceyi belli ki bizimle geçirmişti.


Kahvelerimizi içer içmez keşif için yollara döküldük. Kahvaltı işini yolda çözecektik. Ne yesek bilemedik. Sahildeki bakkala güç bela ulaşınca ne sevindik ne sevindik! Misss gibi deniz manzarasına karşı kaşarlı, sucuklu tost yediniz mi hiç? Vallahi çok iyi geliyor.
 

İşin açıkçası tostu yapan bakkal abi hijyenden epeyce uzaktı ve onun bir ekmeği, bir bıyığını sıvazlamasıyla hasta olmadıysak bize bu kış karada ölüm yok derim. Ama boşver be ya, güneş bu kadar güzelken kim korkar hastalıktan? Göm gitsin yarım ekmeği dalgalara karşı.



Yolda filamingoları gördük! Yerle göğün birleştiği yerde bizi bekliyorlardı. Yani bizi salladıkları yoktu tabii de biz onları görünce durduk. Efsane manzaraya düşmüştük kaşla göz arasında ve tadını çıkartmadan devam etmedik. Oysa keyfin on numarası az ötedeymiş, ne bilelim...

İşte liman! Bu defa ışıklı, şıkır şıkır bir öğleden sonra ve karşımızda o gördüğünüz bulutların altında suyun öte yanındaki komşu var! Ne mi yaptık? İçtik yine:)) Napacaktık mis gibi Ekim güneşinde??? Açtık biraları, ortaya koyduk tuzlu fıstık paketini, aramızda kalbi, damarları hassas kimse yokmuş gibi bıraktık kendimizi hayata. 


Yetti mi? Yoooo bi de kayalıklarda, dalgakıranda yattık yuvarlandık sokak kedileri gibi:)) Nasıl olsa iki günde epeyce figür kapmıştık! Antik kent falan gezmedik. Öyle sıkıcı bi tip olmak istemedik hiçbirimiz. ne o ya hep bir kültür, sanat sepet? Bu defa bi saniye düşünmeden pas dedik.
Bakın yemeğe nereye gittik? Ve bizi kimler bekliyordu?

Elbette inekler! Bi de ölü yıkama arabası. ne mi yaptık. İçtikkkk. Yaşa ve ölüme, Rabbim bizi toz edene dek:))) Yok ya, bi kadehcik. Vallahi.
Kulübemize dönerken bakın bizi nasıl bir kıyı bekliyordu. Hani dünya dışı varlıklar gelse, ahanda o an oraya inerlerdi.


Ama gelen giden olmadı. Yazlıkçıların çekilmiş olmasının ve köylünün evine saklanmasının ekmeğine çöktük. Günün son ışıklara bir tek bize dans etti. Birileri buraya kamp kuracak dediler ya, bakalım kime kısmet?


Her türlü maymunluğu yapmadan ayrıldık mı oradan? Yooo, birikmiş maymunluk hakkımızı tepe tepe kullandık.

Nihayetinde de kulübemize döndük. Son gecemizdi... Acaba meyhaneye mi gitseydik, verandaya mı dönseydik? Oy birliği ile evimize döndük. Elbette önce mahallenin tekeline uğradık:))) kapıda çocuklar bizi bekliyorlardı. Beş on dakikaya pijamalar çekildi, alemlere aktık minicik cennetimizde.
Sıçtığımın hayatı bu kadar kolaydı be ya, kırk metrekare kulübe, bahçe, muhabbet. Gerisini sallamalıydık, ne etcektik başka?





Hiç yorum yok: