27 Haziran 2017 Salı

UÇURUMLAR VOL I

 
 
 
 
 
Can, Yasmin, Devrim, Pembe, Ayten, Adalet, Zehra ve Egemen'e..
 
Bizim çocukluğumuzda, yani M.S. sene 1970-1980'ler, fakirle zengin, cahille okumuş arasındaki mesafe bu kadar aşılmaz, böylesine upuzuun değildi. Bilmem ki bu mesele kalp kırmadan, egoya yenilmeden nasıl anlatılır...
 
Neyse, bi deneyesim var bu sabah.
 
Bazı kelimeler vardı; edep, had, hürmet, vefa, merhamet... Bu kelimeler şimdiki gibi, t-shirt ve çantalara manası açıklanarak yazılmaz*, bizzat yaşamın içinde akıp giderdi.
 
Bayramlarda, bizim mahallenin bütün çocukları, bir gün evvelden bayramlıklarımızı yatağa yakın bir yere yerleştirir, banyomuzu yapar ve sabahı zor beklerdik. Sanırım bayramlıklarını giyme heyecanıyla uyuyan son kuşak bizler olduk.. Oysa o  canım kırmızı rugan papuçlar keşke hala, her bayramda başucumda olabilseler..
 
Kahvaltıdan sonra Zarife anneannenin dut ağacı altında buluşulur ve mahallenin geri kalanıyla bayramlaşmaya da bizzat onların evinden başlanırdı. Elbette çantalarımız vardı, yoksa şeker ve gıcır paradan oluşacak hazinemizi nereye koyacaktık?
 
Gün boyu sıcak demez, toz toprak demez, tek tek civardaki bütün kapıları çalardık. Sadece tanıdıklarımızın da değil, mahalleye yeni taşınanların da kapılarını çalar, el öperdik. Neyse ki, o yıllarda "yabancılarla konuşma, kimseyi öpme!" diyen hijyen delisi anneler yoktu! Bayram tebriği için açılan hiç bir kapıdan elimiz boş dönmezdik; kimi şeker tutardı bize, kimi limonata verirdi. Ama asıl sevdiğimiz şey o bankadan yeni gelmiş gıcır gıcır beş ve  on liralardı. Aslında babam da mahallenin çocukları için bu paralardan hazırlardı ama nedense o hali hazırdaki paraları istemezdik, illa dolaşılacaktı.
 
Sınıfsız bir bayram gezginleri kumpanyasıydık. Aramızda anası Alman olandan tut, abisi mahallenin delisi, babası çarşının esnası olana kadar ne çeşit ararsan vardı.
 
Bir tek kapı hatırlamam ki, çaldığımızda yüzümüze kapansın, gönlümüzü kırsın. Yoktu. Kimin çocuğu olduğunuz önemsizdi. Tertemiz saçlarımız, azıcık çekingen yüzlerimizle hayatın en tatlı tablolarından biriydik kapıların önünde.
Cesareti daha fazla olanlar grubun önüne geçer, kapıyı onlar çalardı. İyi bayramlar cümlesini ise hep bir ağızdan koro gibi  söylerdik.
 
Bu gezmelerin en güzel tarafı gün sonunda hasılata baktığımız, şeker ve paralarımızı tasnif ettiğimiz anlardı. Of! Nasıl bir mutluluktu bayram harçlığı, bayram mendili...
 
Bayram, fakir zengin ayırmazdı. Cahil, okumuş bilmezdi. Nasıl Ramazan ayı boyunca aynı davulcunun önünde maniler söylemişsek, nasıl oruç tutan ve tutmayan birbirimize yemek, tatlı taşımışsak, aynı sakınımsız halle devam ederdik kutlamalara. Mahallenin İstanbullusu, okumuş yerlisi ve hala harım içinde yaşayıp, hatta süngere gideni, aynı sofra bezini örterdik dizlerimize.
Herkes verebileceğinin en iyisini koyardı ortaya; viskisi olan viskisini, inciri olan incirini... Daha da önemlisi herkes birbirine sevgisini, saygısını koyardı sofra bezinin üzerine...
 
İnsanın insanı küçümseyen bakışlarını yıllar sonra İstanbul'da gördüm ben. Öyle ki, insanın insanı içine sokarcasına şefkatle okşayan bakışlarını, içim acıyarak özler oldum o andan sonra...
 
Sınıfsız, insanları ortak paydada birleştiren, çocukluğumun neşeli, mesafesiz bayramlarının anısına, şimdilerde aralarında uçurumlar oluşan bu garip toplumu selamlarım. Keşke paranızı, diplomanızı, sauna, mücevher veya pahalı arabalarınızı, hatta mümkünse bildiğiniz her şeyi unutup, sadece ve sadece insanlığınızı, insanlığımızı anımsadığımız, gerçekten kucaklaşabildiğimiz bayramlar olsaydı. Olabilseydi.
 
Merhametli, vefalı, affedici, neşeli, bereketli bayramlara özlemle..
 
* Allah Güzel Kelimeler Dükkanı'ndan razı olsun, ki ben razıyım, lafta kalsa da sayelerinde bu güzel kelimelerin bir kısmını anımsıyoruz...

Hiç yorum yok: