23 Kasım 2013 Cumartesi

İSTANBUL'U KOKLUYORUM GÖZLERİM KAPALI...


Cuma sabahı erkenden yola revan olduk. Burhan Bey'le Kadıköy 'den çatal, açma, simit Allah ne verdiyse aldık. Hatta simitçi amcanın simitleri mıncıklamaya teşebbüs eden ablaya "dokunduğunuzu alın lütfen" diye çemkirmesine de bayıldık. Düşünsenize, Kadıköy meydanında simit alan üstü başı prenses gibi bir hatuna posta koyacak kadar  cesur bir simitçi!
Sonra Del Tur'un  tadı güzel ama bardakları ucuz çaylarından da aldık ve vapurun üst katına yerleştik. Şunu açıkça söylemeliyim, değil "Marrrmarayyy" havada taklalar attırarak karşıya bir dakikada geçmemi sağlayacak ufo dahi önerilse bu sefadan vazgeçmem imkansız.

İnsanın elinde çay, ağzında mis gibi taze simit varken burnuna deniz havası dolması gibisi var mı? Eğer bu şehrin cefasını çekiyorsam, sefası da en çok benim, bizim hakkımızdır.
Vapur keyfimi elletmem kardeşim! Varsın Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş kardeşlerimiz, zamanla yarışan İstanbullularımız denizin dibinden seyahat etsinler. Nihayetinde "özgür" bir ülkede yaşıyoruz di mi ya?
 
Neyse, burnuma dolan güzel kokular eşliğinde Eminönü İskelesi'ne ulaştık. Burhan Bey okula gitti. Ben de yeni yapılan yaya geçidinden canımı zor kurtararak Yeni Camii önüne ulaşmayı başardım!  ( Trafiği düzenleyen kardeşlerimiz keşke şehir kültürünü özümsemiş insanlar olsalar, keşke bir kaç ecnebi memleket görmüş olsalar... Ah ahhh  )
 
Önce hayvan, tohum, çiçek gibi şeyler satılan  çarşıya girdim. Dolandım biraz. Birbirine karışan kokuların arasında kış çiçeklerine baktım. Sülük satan amcaya baktım. Genişletilen alanları gördüm. Sonra belediyenin Yeni Camii manzaralı mekanlarına baktım. Açıkçası derli toplu ve güzel olmuş etraf. Fakat sanırım ben eskisi kadar samimi bulmadım düzenlemeyi... Kötü olmuş demiyorum, sadece farklı olmuş.. Belki gözümün alışması için zamana ihtiyacım vardır. Gerçi gözümden evvel burnum alışmalı, zira kokular benim için görüntüler kadar önemli.. Şu an  Eminönü'nde inanın kokular bile hizaya girmiş. Çimen kokusu var ama hayvan kokusu azalmış. Döner kokusu yok alt geçitte, belli ki martı popülasyonu güvende!
 
Neyse, hayvan ve bitki satılan alandan Mısır Çarşısı'na yönelince içim birazcık rahatladı; iyi kötü baharatlar hala burada. Şükür! Hatta son zamanlarda alıcısı artan sabunlar ve tütsüler de cümbüşe katılmış. Taze kuruyemiş ve tertemiz sabun kokusundan örülmüş duvarın ardında da  elbette Kahveci Mehmet Efendi var! Bu koku dilerim hiç ama hiç değişmesin. Zira kahve, benim için sadece bir içecek değil, çok daha fazlası...
 
Kahve kokusunu içime çekince aklıma geldi İstanbul'u koklamak. Vapurdan indiğim andan başlayarak gözlerimi kapatsaydım. Ayaklarım beni camiinin önünden geçirir, hafif bir güvercin pisliği kokusu ( tabii rüzgarın yönü de önemli ) içinden yol göstererek hayvan pazarına ulaştırır, oradan da baharat cennetine götürürdü. Son olarak da kahve kokusunu takip ederek Tahtakale'nin yolunu bulurdum!
 
Tahtakale kırtasiye seven herkesin cennetidir. Hatta sadece kırtasiye değil akla hayale gelmeyecek nice ıvır zıvırı burada bulabilirsiniz.  Arayıp bulamadığınız bir şey varsa girip bir dükkana sorun, mutlaka tarif ederler nerede satıldığını.
 
Bütün keşmekeşine rağmen kokularını ölümüne sevdiğim şehrimde aylar sonra kendime iki saat hediye etmek öyle iyi geldi ki.. Burnumdan girip ciğerlerime dolan hava adeta şifa oldu. En kısa zamanda tekrar İstanbul'u koklamak üzere kendime söz vererek İstiklal Caddesi'ne doğru yola çıktım..
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok: