Blog yazmaya başladığım ilk zamanlardan bu yana en çok tıklanan yazımın
içinde “kaz kafalı” lafı olduğunu ve bu yüzden tıklandığını söylesem ne
dersiniz? Vallahi ne derseniz dersiniz, ama sonuçta yıllardır iyi kötü yazan
ama bu saçma yazıya yönelen ilgi karşısında okuyup yazdığı dile hakimiyetine
dair inancını kaybeden benim!
İşin aslına bakarsanız zaten pek inançlı biri değilimdir. Yani olsa
olsa beş gram gelecek inancımı da kaybetmeye
fırsat kollar dururum desem yeridir. Bu yüzdendir ki hayatta asla bir tutkum
olmamış, olamamıştır. Neyse, konu benim öğretmenliğim aslında. Malumunuz birkaç
zamandır okullarda çocuklara yoga dersleri veriyorum. Hatta işi farklı
boyutlara taşıdım son bir yıldır elli yaş üzerine de ders vermeye başladım.
Genel olarak da hiç zorlanmıyorum çünkü hem çocuklar, hem de hayatının ikinci baharındaki
hanımlar neredeyse aynı davranış biçimlerini sergiliyorlar. İnanın ortak bir
paydaları var..
Belli başlı birkaç alt gruba ayrıldıkları rahatlıkla söyleyebilirim:
Beni ve dersi koşulsuz sevenler
Beni sevip, hatırım için derse katılanlar
Dersin sadece dinlenme/meditasyon kısmını sevenler
Yogayı ve beni sevip, gereken disipline uyum sağlamak istemeyenler… ve
daha neler neler…
İnsan yoga dersleri vermeye başlayınca çevreden gelen tepkiler ve
beklentiler değişiyor. Öncelikle herkes, her daim sakin, huzurlu ve sevecen
olmanızı bekliyor! İyi de nasıl? Senin maruz kaldığın tüm olumsuzluklara ben de
katlanıyorum! Trafik, gürültü, politik saçmalıklar, kötü besinler, huzursuz ev
ve arkadaşlar… Daha neler neler… Sen bütün bunlarla yaşarken, ben sanki Tibet’deki
manastırımda ense mi yapıyorum da her daim şahane görünüp, muhteşem davranacağım?
Ben yoganın nasıl işe yaradığını, nasıl hayata uygulanabileceğini
anlatıyor ve gösteriyorsam bu demek değil ki ben harika bir uygulayıcıyım ve söylediklerimi
yüzde yüz içselleştirdim. Nihayetinde sana göre daha fazla bilgi ve deneyim
sahibi olan, olma hali devam eden bir öğrenciyim! Evet, ders verebilir, hangi hareketin nasıl bir
sonuca götürdüğünü anlatabilirim. Ama o hareketi yapacak olan ve sonucu
yaşayacak olan sensin, ben değilim!
Ortalıklarda sürekli kanatsız melek gibi gezip, tütsü kokmamı ve uzak
doğu masalları anlatmamı bekleyenler var biliyorum ama maalesef bu beklentileri
karşılayamayacağım. Üzülerek söylüyorum ki zaman zaman fazla yorgun ve gergin
olabiliyorum ve her ne kadar hizaya geldiysem de hala parfüm, ayakkabı, kitap,
kahve vs gibi birkaç kalemde nefsime yenilerek, ayrıca bundan zevk alarak para
harcıyorum!
Okuldaki diğer öğretmenlerden bir farkım yok. Benim de sesim
yükselebilir. Benim de canımın sıkkın olduğu gün olabilir. Ayrıca yoga
öğretmeniyim diye her duruma eyvallah çekecek değilim. Zorlanmak, mecbur
bırakılmak ve köşeye sıkıştırılıp salak yerine konmak benim de moralimi bozar.
Bilmem ekranın diğer tarafından hissediliyor mu, ben yaşadığım şehrin hasara
uğrattığı milyonlarca insandan biriyim. Sadece ayakta kalmaya çalışıyorum. Ve
bu konuda yogaya güveniyorum.
Bazen o kadar yalnız ve çaresiz hissediyorum ki, ellerimi gırtlağımdan
içeri sokup kalbimi çıkartıp atmak istiyorum. İşe yaramaz şey! Sonra aklıma
öğrencilerim geliyor, onlarla oynarken yaşadığım keyif, onlar dinlenirlerken hissettiğim huzur..
Dudaklarımı kapatıp, burnumdan derin bir nefes alıyorum ve “kaz kafalı Elvan
ne zaman öğreneceksin elindekilerin kıymetini?” diye azarlıyorum kendimi. Senem’in
dediği gibi aslında “her şey yolunda” Daha çok yoga yapmak,
yogayı yaşamak, yaklaşan Şeb-i Aruz ile Mevlana’nın az ye, az uyu, az konuş ve benzeri
sözlerini hatırlayarak, bir ve bütün olduğumuz evrene sığınmaktan gayrı ne
yapılabilir ki?
Olmakta olan bir canlıyım ben, daha az veya daha fazla değil....