11 Haziran 2013 Salı

KUSURSUZ HUZURSUZ

Almanlara göre kötü, bana göre güzel bir hava var bugün sokaklarda. Bir de ülkemin astığı astık kestiği kestik politikacıları olmasa... Belki bu huzurlu ve sakin ülkede azıcık dinlenebilirdim. Oysa dünden beri içim kıpır kıpır. Birilerine zarar gelecek, canları yanacak diye korkuyorum. Ama korkuyorum diye onlara durun diyemem... 

Sabah pazara gittim. Yani sanırım orası pazardı. Zira üç dört sebze meyve tezgahı dışında sadece yedi sekiz tane de çiçekçi vardı meydanda. Hiç bir çiçek kokmuyordu; ne karanfiller, ne de yaseminler.. Sebzeler soluk, havuçlar çizgi filmlerden fırlamış gibi cılız. Sadece çilekler parlak, canlı ve mis gibi kokuluydu. Alış verişim uzun sürmedi. Ülkemin itiş kakış, ağzına kadar yiyecek dolu pazarlarını düşünüp gülümsedim.

Sonrasında meydandaki cafeye oturdum. Gözleri dolu dolu olan gökyüzüne baktım. Yavaş yavaş kararmasını seyrettim. Bakışlarım insanların üzerinde dolaştı. Pazar yerindeki yüz kişiden, ki o kadar kalabalık yoktu, sekseni yaşlıydı! Ve yiyeceklerden ziyade çiçeklerle meşgul oluyorlardı. Pazarcılar sesiz ve sakin, Bebek arabasındaki bebekler bile suskundu! 

Meydandaki bronz heykelin kaidesine yedi sekiz yaşlarında bir grup çocuk tırmandı. İnanılmaz güzellikteKİ oksitlenmiş bu heykel, kimbilir kim, gri gökyüzünün altında ve tam protestan kilisesinin önünde o kadar hüzünlüydü ki, bana Mutlu Prens masalını anımsattı. Çocuklar kaideye tırmanıp tırmanıp "süperman" diyerek atladılar. Onların sesine, bir kaç kuş eşlik ediyor olmasaydı kirpiklerimin sesini duyabilirdim! O kadar sessizdi pazar yeri.

Bir süre daha oturup meydanı seyrederek kahvemi içtim. Saate baktım, çan kulesinden yükselen sesi dinledim. Eve bir demek lale aldım. Sonra yavaş yavaş dönüş yoluna geçtim.

Orada dolandığım ve oturduğum kısacık zamanda bile zihnimi susturamadım. Bu defa bireysel kaygılarım değil, toplumsal endişelerim yüreğimi daralttı. 

İlk kez güneş istedim! Güneyden gelen bulutlarla baş edemedim...

Hiç yorum yok: