Döndüm. Evdeyim. Yıkandım.
Sabunlarıma, kahve makinama, yatağıma yani benim olduğunu, vazgeçilmezim
olduğunu düşündüğüm hayatıma kavuştum. Elbette bu kavuşmada kollarımın kocaman
bir hiçliği kucakladığının farkındayım.
Şükürler olsun ki artık bu
kollar kucaklamayı öğrendi.
Oysa az önce geldiğim yerde
kollarım dolu doluydu. Etrafımdaki herkesi kocaman bir ışık çemberi içinde
hissettim. Sanki sadece ve sadece ben onları tanıyayım diye oradaydılar. Pir
çağırmıştı, biz de gitmiştik işte. Aslında hepsi, tamamı bu kadardı olan
bitenin. Aradaki tüm sözler, tüm hareketler kocaman boşluklardı. Sonuç olarak
bir yılda yaşadığımızdan çok daha fazla “an” ı birkaç günde yaşadık. Yaşadım.
Anda olduk, biriktirmedik. Ne mutlu!
Bu yazıyı anda olamayarak, kaydetme
isteğiyle yazıyorum. Gerçi kalması gereken tüm bakışlar, tüm kucaklaşmalar ve
sözcükler kalacaktır ya, hani detayları unutursam diye bir şehirli kaygısı
benimkisiJ
Konya
Pir çağırmadan gidilmez
derler. İlk gidişimde ruhum yerlerdeydi. Lime lime olmuş bir kalple, ayaklarım
sürüyerek çıkmıştım Pir’in huzuruna. Ne bir dileğim, ne de isteğim kalmamıştı.
Son gün niyaz penceresine bakmış ve gönlümden kısacık bir cümle geçirmiştim. Ve ne oldu biliyor musunuz? O cümle canlandı
ve tüm hayatımı kapladı.
Bu defa ne sürünen bir
ruhum, ne de hayatı ıskalayan bir halim vardı. Artık kusurlarımın, günahlarımın
ve en önemlisi hala vaktim olduğunun farkındaydım. Yine bir cümlem vardı, onu niyaz penceresine fısıldadım....
Eve gelip bavulumu açtığımda
içinden güzel anlar ve insanlar çıktığını gördüm. Kirlilerimi çamaşır sepetine,
anıları bilgisayarıma ve bu yeni dostları da kalbimin boş odacıklarına
yerleştirdim. Kalbim çok güvendiğim fakat zaman zaman bana bile kapalı bir organım
olsa da, onları başka bir yere koymak istemedim.
Bu gezinin bana en büyük
hediyesi Selahaddin Çelebi oldu. Onunla selamlaşmak, anlattığı hikayelerden
hissemi almak ve bana Elvan Sultan demesinin onuruyla çok büyük bir sevinç
duydum. Onu dinlerken kah içim genişledi, kah yüreğim ezildi. Gücüne, o gücün
içindeki naifliğe hayran kaldım. Ezmeyen bir güç! Nasıl da etkileyici, nasıl da
saygı uyandırıcı.. Sevildiğimi hissettim.
Türbe yerindeydi. Camiiler
de öyle. Sokaklar.. İlk gün Şems’e gittiğimde akşam ezanı okunuyordu. Sanırım en
çok onu düşündüm bu gezide. Aşk için ölmek ne demek çok düşündüm. Acaba ömrü
hayatımda uğruna başımı verebileceğim ne var diye düşündüm…
Başım bende kaldığı için çok
üzüldüm..
İçilen kahveler hiç olmadığı
kadar lezzetli dostları görmek anlamlıydı. Dedeyi dinlemek, hocamın her zaman
paylaştığı birbirinden değerli hikayelere bir kez daha kulak kabartmak paha
biçilmezdi. Odamı Begüm Can’la paylaşmak, onun hazırladığı sofraya buyur
edilmek en az bin teşekkür değerindeydi. Parmağımdaki vav öyle güzel ki…sağol
LajjaJ
Tesbih satın aldığımız
dükkan, bileğimden yayılan misk kokusu, burnumun ucunda hissettiğim soğuk ve
zikir tesbihinin kenarında salınan ben! Konya için söylenecek çok söz var
sandım ama şimdi gördüm ki bu iş kelimelerle olmayacak. Belki daha sonra
yazarım, kimbilir..
Orada olan, hayatıma giren
herkes ve her şey için mutluyum. Sebep olandan, yolu oraya götürenden Allah
razı olsun.
Pir’e selam ve teşekkür
olsun!