31 Ocak 2012 Salı
TATİL
Zaman hızlı geçti, oturup bir dvd seyredemedim diye mızmızlanıyordum. Sanırım birileri duymuş olacak ki, ben daha susmadan kar tatili oldu! İyi mi oldu, kötü mü oldu bilemem. Elbette ben dedim diye olmuş değil, yine de zamanlaması ilginç.
Sabah erken saatte, daha araba tekerlekleri ve botlar caddelere değmeden sokaktaydım. Çok hoşuma gitti şehrin beyazlığı ve sessizliği. Alışık olmadığım bir İstanbul'a uyanmak ilginç geldi.
Pencereden bakarken kendimi içi karla dolu küreciklerden birinin içinde gibi hissediyorum. Tek farkla; kar dışarıda, ben içerideyim.
Bugün kendimde Kadıköy'e inecek gücü bulur muyum bilmiyorum. Muhtemelen inmem. Oturup İkiztepe haritasını bitiririm ve yağmur ormanları üzerine çalışmaya devam ederim.
30 Ocak 2012 Pazartesi
27 Ocak 2012 Cuma
SABAHIN KÖRÜ, PİMAPENİN ÖNÜ.
Çam ağacı sakin sakin salınıyor. Karşı apartmanın altındaki dükkanlar henüz açılmamış. Kahve makinamda nefis bir kahve ve beni dışarıdaki dünyanın soğuğundan, gürültüsünden ayıran pimapen bir pencere.
Dışarıda olup biten herşeye sağırım bugün. Gördüğüm tek şey manzara ve hafif bir rüzgar. Üşüyenleri, donanları, işe gidebilmek için yollara dökülenleri, kısacası güne isyan eden hiç bir sesi ve görüntüyü algılamıyorum. Yumuşacık kıyafetlerim, babadan kalma koltuğum ve nefis kahvemle bencilliğimin son noktasındayım.
Bizim evin bu içinde oturduğum çıkıntısı bana çocukluğumu hatırlatıyor. Mesela annemin dayısının evini. O ev çok çocuklu ve dar bütçeli bir evdi. Ama öyle sağlıklı ve neşeliydiler ki, annem bizi oraya götürsün diye can atardık. Özellikle odunlukta oynamak için heyecanlanırdım. Bizim evimiz apartman dairesiydi ve dedemlerin apartmanında da kömürlüğe inmemiz yasaktı. Ama bu evde odunluk hemen mutfağın btişiğinde ve kapısı her daim açık bir yerdi. Orada sadece odun değil, talaş da vardı ve annem istediğim kadar oynamama izin verirdi. Bizim zamanımızda çocuklar o etkinlikten diğerine sürüklenmezdi. Şanslıydık; yaratmak ve üretmek için zamanımız, yaptıklarımızı gördüğünde heyecanlanan ailelerimiz vardı.
Odunluktaki talaşlardan pasta yaptığımı hatırlıyorum. Bütün gün süren bu uğraş babam içindi. Geldiğinde önüne koyar yemesini isterdim! İkimiz de bunun pasta olmadığını bilirdik ya, o yer gibi yapar, ben de "daha ister misin ?" diye sorardım. Sonra en keyifli bölüm gelirdi. Salona çıkardık. En zor ısınan yer büyük salon olduğu için sadece misafir geleceği zaman sobası yakılırdı. Bu anlar benim şenlik zamanlarımdı. Çünkü cumbada oynama şansım olurdu! Siz hiç cumbada evcilik kurdunuz mu? Öyle güzel olur ki... Ev halkına locadan bakar ve kendi özel alanınızda kalırsınız. Üç taraftaki pencereler sizi sokağa hakim kılar ve pencereleri kapatan tüller bir masal alemi yaratır. Bir bebek ve bir kaç parça kıyafetle orası gerçek bir bebek evine dönüşür.
Sonra bir de anneannemin divan odası vardı. İki divan, televizyon, bir masa ve dayımın kanaryası. Bu odanın tüm eşyası buydu. Ama asıl hikaye benim için ayrılan kuytuda saklıydı. Anneannem dikiş dikmeme izin verirdi. İğne, makas ve iplik bu evde serbestti. Bir bebeğim vardı pek güzel olmayan, anneannemlere gidince orada oynadığım. Bütün kıyafetler ve yatak yorgan o bebek için dikilirdi. Dedem yorgancı olduğundan, bebeğimin harika bir yorganı da vardı. O günlerden kalan tek şey o minicik pembe yorgan...
Şimdi evimin kuytusunda sokağa sağır oturmuş yazarken, aklımda hep o çocukluk maceraları, hep kendime yarattığım dünyalar var. Yaratıcılığımızın elimizden alınıp, tek tip insan olmaya sürüklenişimize de derin bir isyan var içimde. Bu yüzden dışarıya sağır olmayı seviyorum. İnsan ancak o zaman içine yönelebiliyor. Günlük gürültünün arasında mutluluğumuzu, başarımızı, sağlığımızı ve hayallerimizi düşünmüyoruz ki. Bazen rüyalara teslim oluyoruz ya, o zaman bile "rüya işte" diyerek sıyrılmak daha kolay geliyor.
İbadetlerin de içi boşaldı... Oysa namaz kılmak, zikir, meditasyon, oruç, yoga yapmak, bir kilisenin kapısından girip kısacık bir ayin dinlemek hep bunun için değil mi? Azıcık kendimize yakınlaşmak için... Oysa modaya, sosyal etkinliklere, iş hayatının entrikalarına ve daha pek çok gündelik şeye kendimize olduğumuzdan daha yakınız. Bu yüzden bitiyor evlilikler. İnsanlar aynı anda iki yabancıyla yaşamaya katlanamıyorlar. Biri içimizde saklanıyorken idare ediyoruz. Ama karşımıza da bir yabancı dikilince ortalık kalabalıklaşıyor.
Kendi kalbimize sağırken, bir başkasınınkini işitmek mümkün mü? Kendi iç sesinizi duyamazken, bir başkasınınkini duymak olası mı?
Peki ne olacak? Bilmiyorum. Ama Victor öldüğünden beri ölümü, tükenen hayatlarımızı daha çok düşünüyorum. Daha önce hiç düşünmediğim için, bazen hastalanmış gibi hissediyorum. Korkuyorum. Hiç anlayamadan göçüp gitmekten korkuyorum... Elbette bir dengeye oturacak bütün bu kaos. Hiç farketmemiş olsaydım daha çok üzülürdüm. Oysa şimdi, daima olmasa bile zaman zaman kulaklarımı içime çevirip, kendi sesimi duymaya çalışıyorum. O kadar unutmuşum ki onu, bazen emin olamıyorum duyduğum o mu? Zaman bana bunu da öğretecek, inancımla yaşıyorum.
25 Ocak 2012 Çarşamba
SANDIK
Yeni eve yerleşme harekatımız kah hızlanarak, kah "aman boşver ya "diyerek devam ediyor. Bazen içimden bir cennet yaratmak gelirken, çoğu zaman uzandığım yatağın konforu dışında hiçbir eşya ile ilgilenmiyorum. Oysa ben değil miydim cicili bicili kumaşlar, rengarenk camlar peşinde koşan...
Örtü aradım. Bodrum'daki evde kullandığım el dokuması beyazlı bejli dar ve uzun bir örtü. Annem de "sandığa bakalım, orada olmalı" dedi. Annem tek tek bohçaları açarken ve her açılan bohçadan zaman dökülürken, bir kez daha anladım ki ben bir sandık sevdalısıyım.
Sandık açmanın da tıpkı yelken yapmak gibi sembolik bir dili var benim için; biriyle geçmişe süzülürken, diğeriyle sadece ve sadece içinde olduğum ana mıhlanıyorum.
Her açılan bohçada annem anlatıyor. Olmadık şeyler var saklanmış. "At artık onu anne" diyerek bir parça gösteriyorum. Gözleri doluyor, eline alıyor kumaşı "o benim için ne kadar değerli biliyor musun sen? "diyor. Üzülüyorum densizliğime, susuyorum.
Annem kendi sandığını açarken, ben yıllardır elimi sürmediğim sandığımı aralıyorum. İçinde oyuncaklarım, para kolleksiyonum ve daha neler neler var.... Sandık başında geçen zaman su gibi, insan anlamıyor ne kadar vakit almış anıların arasında yuvarlanmak. Çoğu güzel anılar. Çoğu sevdiklerimizden yadigar. "Ben kullanamadım kızım ama sen kullan" diyor annem. "Tahta bezi yap, ama kullan."
Bugün içimdeki sandığımı açtım. Tıpkı annem gibi kendime de söyledim "at artık şunu" diye. Atamadım... Dostlarımı, ahiretliğimi, ailemi özenle yerleştirdim yerlerine. Öpüp kokladım hatta. Şansıma şükrettim. Ama annemden farklı olarak bazı şeyleri attım gönül sandığımdan... Onlar yeniydi zaten. Uğurlar ola!
23 Ocak 2012 Pazartesi
BUZ GİBİ SOĞUK SU
İsteyerek yapmadım ama yapmak zorundaydım. Durmadan kendi programını öncelikli olarak ortaya koyan, buluşmak için spor ve dans hatta manikür randevusunu değiştirmek istemeyen insanlara ben de artık aynı şekilde davranıyorum. Önce can demek aslında o kadar da zor değilmiş. Sadece bunu ilk duyduklarında biraz sarsılıyorlar fakat bence biraz zamana ihtiyaçları var. Üç vakte kadar da alışırlar:)
Alışamayana da ne desem ki? Hayat kısa, ölüm ani. Ben de anladım:)
22 Ocak 2012 Pazar
SÜPER PRENSES GÜNLÜĞÜ ÖZÜR YAZISI
Döndüm döneli bir telaş bir telaş. Sanki on gün durdum diye kinlenmiş bana hayat! Neyse ki önümüzdeki hafta tam bir tatil yapacağım. C.tesi günü bile dersim yok! Gerçi tatil dediğime bakma sen, ikinci yarının derslerini yazmam lazım, Yogatime için düşündüğüm yeni programı tamamlamalıyım ve ayrıca arkadaşımdan ödünç aldığım çocuk yogası dvd lerini izlemeliyim. Yine de kendime verdiğim sözü tutuyorum. Yani hergün mutlaka kendim için birşey yapıyorum ve en inanılmazı içinde yaşadığım günle kavga etmeyi bıraktım. Herşey yetiştiği kadar di mi ya?
Zencefil sorumluluğum dün akşam itibariyle bitti şükür. Şimdi sadece ben varım sahnede. Saçımla, tırnağımla yani kalıbımla ilgilenerek geçireceğim bu haftayı ve tabii bir iki ziyaret yaparak.
İşle ilgili güzel gelişmeler var biliyorsun. Bakalım Bodrum'dan nasıl bir haber gelecek? Ayrıca en büyük meraklarımdan biri de şu baskıdaki kitaplar! Ah bir çıksalar:)
Bu arada Derya kraliçe için gerekli konuşmaları yaptım. Bu akşam onu arayacağım. Vaziyet böyle anlayacağın. Şimdi elimdeki Pazar gününe dönüyorum:) Koskocaman öperim!
21 Ocak 2012 Cumartesi
BAYKUŞUN VERDİĞİ DERS
Anlatan: Xhut Yerstem, Neçerezıy Köyü.Köyün birinde her dileği gerçekleşen, herkes tarafından çok sevilen ve sayılan Peygamber adlı iyi yürekli, çok iyi bir insan yaşarmış. Bu Peygamber’in bir de karısı varmış; herkesten daha iyi, daha pahalı, lüks şeylere sahip olmak istermiş, bunun için kocasına hükmedip, istediklerini yaptırmaya karar vermiş. Karısı bir gün bu ermiş kocasına:“İnsanlar seni çok seviyor, sana çok saygı duyuyor. Her dilediğini gerçekleşiyor. Bir iş, bir yardım için sana başka köylerden de pek çok insan gelip gidiyor. Onlar ‘Filancanın evi hangisi’ diye sormak zorunda kalıyorlar. Şöyle büyük bir konak yaptır, çatısı kuş tüyüyle kaplı olsun. Bakan, gören herkes senin evin olduğunu anlasın. İnsanlar sormaya gerek kalmadan doğruca gelsinler, seni kolayca bulabilsinler.”.Adam karısının önerisini doğru bulmamış:“Ben herkesten farklı biri değilim. Her dilediğim gerçekleşiyor diye herkesten farklı yaşamaya kalkışmam. Onlardan iyi ve üstün biri olduğumu düşünmem, öyle davranmam doğru olmaz” demiş.Ama her nasılsa, kadın kocasını etkilemiş ve istediğini yapmaya ikna etmiş.“Peki madem öyle istiyorsun, yarın bütün kuşların buraya uçup gelmelerini sağlarım, tüylerini yoldurur, şimdiye kadar kimsenin yapmadığı, bilmediği şekilde evin çatısını kuş tüyüyle kaplatırım” demiş. Her dilediği gerçekleştiğinden, ertesi gün böyle olmasını dilemiş ve buyurmuş.Onun buyruğuna kimse karşı gelemediğinden bütün kuşlar gelmişler ama baykuş gelmemiş.Adam baykuşa haber göndermiş, gelmemiş, ikinci kez haber göndermiş, yine gelmemiş, üçüncü kez haber gönderince o da zorunlu olarak gelmiş.Adam kızgın ve öfkeli bekliyormuş, baykuşa çıkışmış:“Bu kadar çok haber göndermem gerekmiyordu. Niçin böyle davrandın” demiş.Baykuş, bağışlanmayacağını düşünerek:“Çok önemli işlerim vardı. İzin verirseniz anlatırım, izin vermezseniz de ne yapalım, boynum kıldan incedir” demiş.“Bunca haber göndermeme karşın gelmemenin nedenini bilmek isterim. Mutlaka anlatmalısın. Anlat, anlat bakalım!”“Kurulalı beri dünyaya gelmiş insanlarla dünyadan göçmüş insanları saymaya kalktım ama” diye başlamış söze baykuş, “sormayın, bazen dünyaya gelenler fazla çıkıyor, bazen de dünyadan göçenler. İşin içinden bir türlü çıkamadım, başım döndü, perişan oldum değilse, bilirim elbet; sizin çağrınıza gelmemek olmaz.”“Şimdi hesabı denk getirdin de geldin öyle mi?”“Evet, hesabı denk getirdim.”“Peki, nasıl yaptın bu işi?”“Birinde ölenler, kalanlardan fazla çıktı, birinde de kalanlar ölenlerden fazla. Sonunda, yanlış olduğunu bildiği halde karısının sözünü dinleyenleri ölmüşlerin arasında sayınca hesap denk geldi. Sonra ben de hemen geldim.”Adam o anda hatasını anlamış, toplanan bütün kuşları serbest bırakmış. Böylece baykuş sayesinde adam, yanlışından geri dönmüş, evi de herkesin evi gibi kalmış.
GÜN
Kapıdan içeri girdim, bana baktı ve birşey söyledi. "Bana mı söyledin?" diyerek gülümsedim. "Hayır" dedi ve kafasını çevirdi. Soyunma odasında karşılaştık. "A sende mi buradasın, yoksa benimle yoga yapmaya mı geldin?" dedim. Bir "hayır" daha aldım. Beş dakika sonra birlikte oynuyorduk!
Adı Gün:)
"Adımı nereden biliyorsun?" diye sordu. "Annen söylerken duydum" dedim. Ders bitti. Dinlenmeye geçtik. Bir bulutun üzerine yatmak istemedi! Yüksekten korkuyormuş, onun bulutunu çimenlerin üzerine indirdim. Çıkarken beni öptü ve "kapıdan girdiğinde sana Koton* demiştim" dedi.
* Elimde Koton mağazasına ait bir torba vardı:)))
19 Ocak 2012 Perşembe
YENİ ANILARIN GÜZELLİĞİNİ DÜŞÜNDÜM:)
Yıl 1989. Turuncu bir volkswagendeyim. Galiba 1974 model. Arka cama Garfield yapışmış. Kaset çalarda Tracy Chapman. Çok fena aşığım. İlk aşk hikayemin en civcivli zamanları!
İnsan unutamam zannediyor. Gerçekten de unutulmuyor ama üzerine yeni anılar yazılınca etkisi azalıyor. Almanya seyahatimde Süper Prenses'le vişne likörü yudumlarken dinlediğim Trayc Chapman albümü de sanki eski bir defterden sayfalarca anı sildirdi ve üzerine yenilerini yazdırdı. "İzi kaldı be hocam!" derseniz Enis bey, haklısınız; şükürler olsun ki yaşadığım her anıyı taşıyacak kadar yürekliyim:)
Bugün Zencefil'de canım yeniden Tracy Chapman dinlemek istedi. Başladım tek tek şarkıları indirmeye. Öyle iyi geldi ki. Yaşamaktan zevk aldım.
Ah gençlik! Geçtin gittin ya, olsun. iyi yaşadım seni:)
18 Ocak 2012 Çarşamba
17 Ocak 2012 Salı
HUZURLU SABAHLAR :)
Kar. İstanbul için huzur vakti. Desem, şehrin yarısından fazlası bana manyak der. Oysa dün akşam trafiği birbirine katan kar değil, akılsız İstanbullular idi. Zavallı karı fırsat bilip, herkes birbirine ,iş çıkışı randevularını "trafik" ve "kar" yüzünden üzülerek ertelediğini söyledi. Peki ya Cuma akşamı olsaydı? O zaman da iptal mi olurdu planlar? Hiç sanmam, insanların derdi P.tesi ile!
Şahsen ben günü tam da planladığım gibi meyhanede bitirdim. Çok da güzel oldu doğrusu. Ha azıcık trafik sıkıntısı var idi ama onu da vapur denen harika ulaşım aracıyla atlattım gitti. Diyeceğim o ki, İstanbul'da yaşamak sağlam sinirler, şehir kültürü ve azıcık da pratik zeka ister. Sizde yok ise varın gidin köyünüze!
Gelelim sabaha. Sabah sokaklar tablo gibiydi. Özellikle ağaçlar. Her biri masal! Sokakta yürümeye doyamadım. Şimdi evdeyim ama iki saate kalmaz çıkarım muhtemelen.
Bu arada 10 Ocak tarihinde blogumu 208 kişi ziyaret etmiş. Acep nedendir? Ne oldu o gün bilen var mı?
14 Ocak 2012 Cumartesi
FIRTINA
Rüyasında fırtına görenin hayatı değişir derler. Ne güzel; uçuyordu dün gece ortalık! Hatta rüyamın bir yerinde kalkıp salon penceresinden baktığımda, gerçekten bir fırtına olduğunu gördüm. Hayatım değişiyor. Çünkü benim ona baktığım yer değişiyor. Kendimi olası bir tehlikeden koruma hızım bile değişiyor. Sezgilerim güçleniyor. Kalan zamanım konusundaki kaygılarımın ve korkularımın yerini, kabullenmiş ve ana odaklanmış bir ruh alıyor. Gölgesini yakalamaktan vazgeçmiş biri gibiyim.
Her gün yeni bir "ben" uyanıyor, artık bunu biliyorum:)
11 Ocak 2012 Çarşamba
YAĞMUR
Bu sabah, yağmur sesiyle başbaşa kalıp uzun uzun yazmak isterdim sana, bana... Yazamam ki çıkmam lazım. Ama sen bir hayal etsene; eğer evde olsam neler yazardım kimbilir....
10 Ocak 2012 Salı
YOLUNMUŞ KAZ
"Erkekler tek tek tüylerimi yoldular, kadınlar kalanları iyice tütsülediler. Ölüm ve hastalıklar kazanda kaynattılar. Bana da kendimi didiklemek kaldı pilav üstüne.
Yaptım da; didikledim ve afiyetle yedim. Yedim yedim, baktım ki şişmişim, durdum."
7 Ocak 2012 Cumartesi
ÖLÜMDEN KORKUYORSAN YAŞAMIYORSUN DEMEKTİR...
"Sen ne üzülüyorsun, bırak kedileri tekmeleyenler, gözünü kırpmadan adam öldürenler... üzülsün" dedi S.Y.
Gerçekten ya, ben niya aka karaya üzülüp, her gözüme takılanı kalbimin ortasına yara yapıyorum ki? "Duvarı nem, insanı gam yıkar" dememiş mi birileri? Bu kadar gama, - ki benim ki manasız gam-, duvar değil yıkılmak, çoktan kum olmuştu!
2008 yılıın 18 Nisan gecesi başlayan fırtınayı kontrol etmeye çalışmaktan öyle yoruldum ki, ardı sıra gelen her patlamada bir yelkenimi parçaladım. Rotasız, pusulasız, tayfasızım. Bu durumda yapabileceğim tek şeyi yapacağım öyleyse; ölüm korkusuyla günden güne erimektense, karaya, olabilecek en güvenli limana gidip gemimi, hayatımı kıçtan baştan karaya bağlayacağım. Bu fırtınayı yaşamaya artık gücüm yok, ancak ve ancak karadan seyredip, zaman zaman rüyamda başa çıkabilirim.
İnsan bir savaşta kaç kere yenilir ki?
5 Ocak 2012 Perşembe
BASİT YAŞA!
Neden hayatını zorlaştırıyorsun?
Birini mi özledin? …..
Ara
Görüşmek mi istedin?...
Davet et
Anlaşılmak mı istiyorsun?....
Açıkla
Soruların mı var?...
Sor
Hoşlanmıyor musun?...
Söyle
Hoşlanıyor musun?....
Belirt
Bir şey mi talep ediyorsun?...
İste
Senin aklından geçenin ne olduğunu kimse bilemez.
Önceden’’Hayır’’ cevabı aldıysan ‘’Evet’’cevabı için risk al.
Ümitle beklemek yerine bilmek seni rahatlatacaktır.
Bu zaman diliminde, bu boyutta, bu bedenle bir kez var olacaksın.
Basit yaşa!
3 Ocak 2012 Salı
YENİ YILIN BENİ ŞAŞIRTMAYAN RÜYASI
Teyzemle birlikte, Nisan'da evlenecek kuzenimin İstanbul'da yaşayacağı evi görmeye gidiyoruz. Kocaman kule gibi bir apartman. Sarıyer taraflarıymış orası ama aslında başka bir ülke gibi. Apartmanın arka bahçesine dolanıp bağımsız bir daire kapısından içeri süzülüyoruz. Sanki apartman görevlisinin yaşadığı, tavanı alçak yerlerden burası. Kapıdan girer girmez bir iki kişilik yatak var. İçimden "ne ilginç, hemen odaya girdik" diyorum. Yatağın yanında çimenlere bakan bir pencere görüp azıcık rahatlıyorum. O kule gibi apartmanda bu pencere şans!
Diğer oda da minicik. Yan komşumuz sensin! Nedense teyzemle senin evine de giriyoruz. Orada yaşadığını öğrenince kuzen İstanbul'a dönene kadar sana komşu olmayı planlıyorum. Evinde az eşya var. Ailen yanında yok. Ama sormuyorum nerede olduklarını. Tahta bir zırh var köşede. İçimden "sana da olsa olsa bu yakışır!" diyorum. Öfkem ve kırgınlığım yerli yerinde...
Çıkyoruz evinden. Sen arkamızdan geliyor ve terliğime basıyorsun. Her bastığında sendeliyorum ama ne duruyorum, ne de dönüp ardıma bakıyorum. Sendeleye sendeleye uzaklaşıyorum senden...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)