2 Eylül 2011 Cuma

HUZURSUZLUK...

Noel. Bunun dışında bir heyecan yok. Çok özledim dilini, huyunu, yemeğini bilmediğim coğrafyalarda kaybolmayı. Aslında bazen ne yoga, ne çocuklar, ne de başka birşey... sadece ve sadece gücümün ve paramın yettiği son noktaya kadar seyahat etmek istiyorum. Ne üretmek, ne öğretmek veya öğrenmek, ne de başka bir kaygı bana gerçek gelmiyor. Öğretilmişlikler havuzunda manasız bir antreman hayat; aşağı yüz, yukarı yüz... Bok var!
Bazen gerçek başarı öyküleri duyuyorum. Mesela adamın biri servetini, kariyerini bırakıp, dedesinin köyüne yerleşmiş orada muhtar olmuş ve köylüye, çocuklara yoldaşlık ediyor. Basit bir kulübe ve oldukça zor bir hayat. Ama kesinlikle kendi seçimi. Ve aynaya baktığında göz göze geldiği insan kesinlikle tanıdığı biri.. Çok mu zor bunu yapmak? Bilmem. Yeni yeni bunun yapılabileceğine inanıyorum. Kırk yaşında insanların aniden çıldırıp, rotalarını değiştirmek istemeleri sanırım o aynada kendi yüzlerine bakarken hissettikleri şey karşısında oluyor. Kimbilir belki de en iyi tanıdığınızı düşündüğünüz eş dostla bile aranızdaki kilometreleri görünce... Bırakın onu kendimize olan uzaklığımız?
Vazgeçtim ben uzun zamandır insanları anlamaya çalışmaktan.. Sadece üzülüyorum, bu kadar derin yaralarla şu bedeni sürüklemeye, yaşamak denilmesi içimi burkuyor. Kimsenin kimseye güveni yok. Kimse o yaraları bir diğerine gösterip, derman arayacak kadar cesur değil. Herkes gittiği yere kadar diyor içinden.. Gittiği yere kadar...
Bu yaz çantamı alıp uzaklara gidemiyorum. Oysa içimdeki uzaklara dışımdaki uzaklar denk düşünce bir denge olur diye hayal ediyorum. Şimdilik yolum etse etse 800 km. eder. Ama gelecek yaz çoook uzakta olacağım. Bu kış, hedefim "en uzak yaz" a hazırlanmak olacak. Dilini bilmediğim insanların arasında onlara ve kendime eşit uzaklıkta kalmanın dengesini hissetmek istiyorum... Huzursuzluğumu avaz avaz bağırtıp, sonra sakinleştirmek...
Victor'u çok özlüyorum. Bu ölüm içimdeki tüm geçmişe dönüş yollarını tıkadı. Gerçeklerden kaçarken sığındığım kalenin tüm kapıları kapandı sanki.. O kadar çok ağladım ki, iç organlarım acıdı... Orada, O neredeyse tam kıyısında hep dönebileceğim temiz bir yatak, bir parça ekmek vardı. Şimdi yok. Şimdi o temiz yatağı yapmak ve o ekmeği pişirmek zorundayım... Huzursuzum; kovulmuş, terkedilmiş hissediyorum. Ama nereden?

2 yorum:

Öküzün Önde Gideni dedi ki...

Öküz misali 'hayatı ertelemekten vazgeçemeyenler' için, bu anlattıklarının hayal olarak kalması pek olağan..

Datça, bodrum.. geniş bir arsa.. köpek.. kedi.. bostan.. domatesler.. veranda.. deniz..

Bir gün umarım...

Kimi 8000km... kimi 800...

Fortunata dedi ki...

:) hayırlısı diyelim Öküz kardeş...