8 Kasım 2008 Cumartesi

Olağanüstü Aile Toplantısı.

Dün 15.00'den başlayarak, bizim evde bir kaç eksikle planlanmamış "olağanüstü aile toplantısı" yapıldı. İstisnasız herkes, "hayat b.. sardı" nakaratlarıyla başladı konuşmaya. Ama biz, birbirimize iyi geliyoruz; ilerleyen zamanlarda ne keder kaldı, ne acı, ne de çözümsüz sorunlar. Çok geçmeden, bir süredir semtimize uğramayan kahkaha baloncukları üşüştü evin tavanına. Uzun ama çok uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Bazen ben nasıl kahkaha atardım diye düşünüp üzülüyordum. Ama şükürler olsun ki hala sesim çıkıyormuş!

Sonra ne mi oldu? Kuzenimin aşk acısı bir an için bile olsa kayboldu, Muse bütün iş problemlerini İzmir'deki düğünün detaylarını anlatırken unuttu! Barış ki birini bulup evlenmişti, demek hayatta herkes için bir şans vardı!

Burhan ve ben onları dinlerken zamanı kaybettik! O, aylardan Ekim dedi, ben Kasım! Muse Aralık! Kuzen sustu; aşıklar için farklı akar zaman.... Kalbinin acısına rağmen gülebildiği için suçlu hissediyordu besbelli. Ama aşığın verdiği acıya rağmen hayat devam eder. Bunu o da öğrenecek. Ki bence kendisi çok şanslı; gerçek bir aşk ve gerçek bir aşık var canını yakan!

Gündüz Burhan'la çizim çalışırken Nev dinledik bir ara. O pek sevmediğim şarkılar beni alıp, otuz yaşımın doğumgünü kutlamasına götürdü: bir anda Gündoğan Zeze'de gördüm kendimi, beş karış suratla! Sevgili kocamın ben mutlu olayım diye deli divane olduğu, içimin bayıldığı, Nev'in bana şarkılar söylediği ve benim hiç haz etmediğim geceye... Nankörlüğümü düşündüm, beni seven adamlara karşı yumuşamayan kalbimin haline güldüm... Sonra tüm dikkatimi önümdeki çizim programına verdim. Herkes ve herşeyi ardımda bırakmak için bildiğim tek şeye sıkı sıkı sarıldım: öğrenmenin iyileştirici gücüne!

Şimdi Mevlana'ya gitme planları yapıyoruz. Leyla'dan geçtik ya, Mevla'yı bulacağız! Burhan'la kafamıza takılan soruları kurcalayarak, yeni bir kapıyı daha aralayıp "oh!" diyeceğiz. Kuzen de katılacak bize. Seyahat planlamak ne kadar iyi geliyor insana tahmin bile edemezsiniz. Sanki yaşadığımızı hissetmenin üç beş sihirli formülünden biri seyahat. Ya da yaşamaktan kaçmanın sihirli formülü bazılarımız için... Ne dersin üçüncü tekil şahıs?

Geceyi, benim yaptığım haşhaşlı ve çikolatalı tatlıyı yiyerek, Konya gezisini ve Nisan'da gidilecek Mezopotamya seyahatini planlayarak ve elbette 5. geceden kurtulmanın sevinciyle geçirdik. Siz bilmiyor musunuz? Bütün bu başımızda dolaşan kara bulutların sebebi altıncı geceydi ve o, 12 Kasım'da güne dönüyor! Her şey çok daha güzel olacak. Yaratıcılık artacak, yeni aşklar başlayacak, yeni evler kurulacak.... Hayat her zaman olduğu gibi bir küsecek bir barışacak ölümlülerle. Barışmaya geri sayım başlamışken, karamsarlığından ve acılarından beslenenlere üzüntüyle bildiririm ki bir kaç gün kaldı...Yazılacak trajedi ya da sataşılacak birileri varsa etrafınızda acele edin:)))

Ne mi demeye çalışıyorum. Şunu: dün bir ölüm, bir kanser ve bir aşk acısı haberi vardı hayatımda. Ölen ölmüştü, ona çare yoktu. Aşk ise yeterli kadar değerliyse zaten yolunu bulup acıları ve imkansızlıkları devirecekti. Aksi durumda ardından vızıklamaya bile değmezdi. Beni asıl düşündüren genç bir kadının kanserle savaşı oldu. Bu çok sevdiğim insanın hayatta kalma mücadelesini izlemek zorunda kalacağım... Önüme gelen sınav beni güçlü olmak zorunda bırakıyor yine... Bütün kalbimle başaracağına inanmaktan başka çarem yok... Ben bu kadar inanırken onun da başarmaktan başka çaresi yok!

Bu denli bilgiye, öğrenmeye sığınmanın, Leyla'dan geçebilmenin ve gülebilmenin ardında yatan, ensemde hissettiğim ölüm. Ben de kanser olabilirim. Hem de hiç umulmadık bir anda, rutin bir doktor kontrolü sonrası öğrenebilirm bunu.. Hayat bu kadar işte. Biz o ya da bu şekilde yaşayıp gideceğiz. Ama o kalacak. Hayat kalacak. Ona karşı verilecek savaşta kaybetmeye mahkumuz. Peki ya kazanırsak? Ki bence kazanmanın tek yolu var; iyi izler burakmak. Öncelikle kendimizde iyi izler bırakmak. Benim aklıma yatan, içime sinen tek yolu bu; İZLER...

Ancak böylece insan kabir azabından kurtulabilir. Bence kabir azabı denilen şey, hayatta kurbanmışız gibi davranarak günleri harcamak ve kendimiz için yaşamadan göçüp gitmektir. Bu derin pişmanlıkla, o daracık yerde an be an çürümekten başka ne olabilir ki kabir azabı? Uykun gelmez, karnın acıkmaz, sohbet edecek kimse yoktur, okuyacak kitap, dinlenecek cd bile yoktur. Öylece kalmışsındır tabutta. Ne yapacaksın? Hesaplaşacaksın! Ya da Prusya Kralı'nın dediği gibi lanet olası bir elma kurdu olarak geri döneceksin dünyaya! Bilemiyorum hangisi daha trajik!!

Şunu diyorum; kanser var, ölüm var... Zaman az, tepe taklak düşünce, hızlıca kalkmak lazım. Emin olun, bu düşmeyeceğim diye kasmaktan çok daha kolay. Bir de doğru soruları sorup, cevaplarla yüzleşmek gerekiyor... Size iyi gelen, kahkahalarınızı canlandıran, sorularınızdan kaçmamanız için destek veren insanlarla görüşün. Bu kendinize sırt çevirmekten çok daha dürüsttür emin olun. (Şükürler olsun ki soru sormaya başladım!)

Biyolojik aileniz dışında , hatta mümkünse onları da içine katarak kocaman bir çember yaratın kendinize. Tazelenin. Tazelenmeden sorunlarla başa çıkamayacağımızı anlayın. Kaçmayın! Kaçanlar zamanından önce kaybedenlerdir. Onlarla aynı tabuta uzanmayın. Kazanma şansınız olması için meydanda kalmalısınız. Uzlaşın ve usulca savaşın:))



Not. Savaşmadan çekildiğim tüm meydanlardan, adamlardan, kadınlardan, anlardan, duygulardan özür dilemek isterdim... Eğer mümkün olsaydı.












3 yorum:

kelebeklerözgürdür dedi ki...

bu ne kadar güzel bir yazı! kahkahaların sinmiş. gülümseyişin!! çok sevdim. şimdi 12 kasım'da yeni bir gün mü başlıyor? ben de acele mi edeyim trajedim kalmış mı kıyımda köşemde arayıp bulmaya :))

kabir azabı..biliyor musun benim için de cennet-cehennem kavramlarının denk düştüğü şey (sana söylemiştim bir kez sanırım) pişmanlık ve vicdan azabı. nedense, ölünce, fizik bedenimizden uzaklaşınca, daha yüksek bir bilinç seviyesine ulaşacağız ve o zaman kendimize ve başkalarına bilinçli bilinçsiz kötülüklerimizi, yapabilecekken es geçtiklerimizi herşeyi çok çok daha iyi farkedeceğiz. bileceğiz. anlayacağız. ve bunun acısını çekeceğiz. nerede bir oh, ben elimden geleni yaptım yürek rahatlığı yaratmışsak, orada (birkaç asırlık mı artık yoksa anlık mı bilemiyorum) azaptan biraz uzaklaşmış olacağız.

özür dilemek isterdim demişsin. kendini affedebildiğin, hatanla yüzleşip de gerçekten affedebildiğin zaman kalpten, sanırım o zaman özür dileyebiliyorsun. yani karşı taraf da o zaman affedebiliyor. o çıkan enerji iyileştirince o karabulutu.

galiba...:) sevgiler sevgili rapunzel...

Fortunata dedi ki...

Sevgili Külkedisi,
Söylememe gerek var mı bilemiyorum ama emin ol sensiz eksik idik.
Yeni bir gün mü başlıyor sorusunun cevabı ise Maya takviminde:)) Ben Ajdar'ın yalancısyım. Ebru ile birlikte bana uzun uzun Maya Takvimini anlattılar. İnsan neden olmasın diye düşünüyor ister istemez. Her bilgiye karşı açık olmak lazım değil mi? Bu durumda 12Kasım da tam bir yıl sürecek olumlu bir döneme giriyoruz. Bakalım neler olacak? Bakarsın özrüm kabul edilir ve ardından dileğim:))

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

gülmenin iyileştirici gücü...kahkahanın imkansızı yoktur. Kahkaha, gülmek, sevgi neşe herşeyi yener. Aile toplantısı, tavandaki biriken gülücükler...neşe. paylaşım..zamanı unutuvermek... harika...böyle anların sınırsız olsun canım arkadaşım.hep derim ya pişmanlık duyma asla diye.. bence hayatta tek pişmanlık, anı, geçmişe esefle geçirdiğimiz anlar için olabilir.. onun dışında asla....