10 Kasım 2008 Pazartesi

"SENİ SEVİYORUM"

Külkedisi biliyor, ama siz bilmiyorsunuz aşramda bana neler olduğunu... Ve daha da önemlisi, ben biliyorum içimde neler olduğunu ama henüz Külkedisi bile bilmiyor...

Aslında bu yazıyı onun meditasyon ve yoga üzerine deneyimlerimizi paylaşalım diye açtığı sayfaya yazmalıydım, hatta ne olursa olsun - hiç olmazsa ilgili kısmın - bir kopyasını da oraya koymalıyım. Fakat aklımdan geçenler, kalbimden geçenler ve başıma gelenler hakkında kendimi ne kadar ifade edebileceğimden emin değilim.

Aylardır sayıkladığım masalı nihayet yazmaya başladığımı söylemiştim. Bu masalın, Külkedisi'nin fikrini aldıktan sonra, dün gece gördüğüm bir rüyanın da etkisinde kalarak Kırmızı Balık'ın Maceraları şeklinde uzun uzun devam etmesine karar verdim. Bu kararımın ardında, tamamen terk edildiğim duygusuyla başa çıkamayışım var... Masalımı da bu sebeple terk edemeyeceğim. Son yazdığım satırlarda Ay, Kırmızı Balık'ı terk etmişti ve o, okyanusun ortasında kalakaldı. Masallar böyle bitmez ki! Ay ile olan bağı kalmalı, ayrılığa rağmen macera devam etmeli. Artık aralarında köprüler olmasa, bir kez daha göz göze gelemeyecek bile olsalar Kırmızı Balık bu gerçekle devam etmek zorunda. Eğer Ay başarmış ise O da başarabilir. Hiç olmazsa rüyaları var, hayalleri var...

Ben bu masalı canım yanarak yazıyorum. Külkedisi, daha evvel yazdıklarına hiç benzemiyor diyor. Haklı. Daha önce hiç ağlayarak yazmamıştım.

Aşrama dönersek, o bir türlü beceremediğim kundalini meditasyon sınıfına ittir kaktır katıldığımdan sanırım bahsetmiştim. Ya da bunadım da hatırlamıyorum. Neyse, bahsettiysem de detaylı anlatmadığımı gayet iyi biliyorum...

O gün orada bana bir şey oldu. Her anı, her davranışı kontrol etmek ve mümkünse belirsizlikleri ve de beklemeleri hayatın içinden çekip çıkartmak gibi manyakça bir duygu beslerim ben. Sanki sevmediğim her şey ayrık otudur da , ben yola yola bitirebilecekmişim gibi. Oysa elbette hayat böyle bir şey değil, bunu Eda Liza bile anladı...

Kundalini meditasyon tam bir saat sürdü. İlk yarım saatte sallandık ve dans ettik. Kendimi ateş dansı yapan yerliler gibi hissettim. Bütün gayretime rağmen bedenimi asla rahat bırakamadığıma bir kez daha tanıklık ettim. Yalnızca denizde, evet yalnızca denizde direnmiyorum. Onun dışındaki tüm zamanlarda kontrollü olmak gibi salakça bir derdim var benim. Neyse, farkına vardığıma göre umarım düzeltebilirim.

İlk yarım saatten sonra, olduğumuz yere oturduk. Hiç ama hiç kımıldamadan onbeş dakika yalnızca müziği dinledik. Dinledim. Zihnimden geçenleri kovalamadım ama beslemedim. Durdurup, uzun uzun seyretmedim. Akışa bıraktım görüntüleri. Sonra hiç ummadığım bir anda, içimin, daha da acıklısı kalbimin bomboş olduğunu gördüm! İçimde kim var dediğimde anladım bunu. Çünkü kimse yoktu! O kadar üzüldüm, o kadar hayalkırıklığına uğradım ki ağlamaya başladım. Benim kalbim bomboştu! Hayatımın tam ortasında, üstelik yazdığım masallarda içinize bakmayın* diye sıkı sıkı öğütlerken, ben kendi içime bakıp, bu gerçekle karşılaştım!

Çok ama çok canım yandı. O anda olmasa da, şimdi bunun nasıl bir mesaj taşıdığını görebiliyorum. Kalbimin neden boş olduğunu da biliyorum. Bununla yüzleşmek için niçin bunca zaman beklediğim ise hala sır. Zihnim orada devreye giriyor ve ben, o cevabın da zaman içinde geleceğine güvenerek dikkatimi başka şeylere yöneltiyorum.

En yakınlarım dahil olmak üzere ne kadar az insana seni seviyorum dediğimi düşünüyorum. Oysa Eda Liza'yı, Leyla'yı, Külkedisi'ni, annemi, Prusya Kralı'nı, etrafımdaki ve Dünya'nın her bir yanına saçılmış tüm cadıları, Cenk, Bingül, Muse, Burhan, T. Korkut, teyzem, Ozi, Hakan ve Meltem'i, Semra, Mehmet, Mehmetus'u seviyorum. Hatta artık yaşamayan kedilerimi, anneannemi.... Hatta... Buna rağmen kalbimin boş olması çok tuhaf.

Bu akşam, rüyalarıma girip "oku beni" diye çırpınan mektubu okudum. "Ölümden başka her duruma çare var, kaçamazsın benden" diye fısıldıyordu ne zamandır. Gerçekten kaçamadım. Okudum. Kelimeler ok gibi içime içime saplandı. E. Batur şu hissettiklerimi hissetseydi, alırdı eline oklardan birini ve kırmızı bir mürekkebe batıra batıra yazardı! Kime? Benim cevap yazacak kimsem yok ki!

Yazmayacağım. Ben artık yalnızca masal yazacağım. Okyanus ile başbaşa uzun yıllar geçirecek olan Kırmızı Balık'ın maceralarını yazacağım. O balık uyuyacak, düşler görecek, hayatına birileri girecek, birileri apansız göçüp gidecek... Ben artık yalnızca onu, Kırmızı Balık'ı düşüneceğim.

Eğer hayal ettiğim kadar hızlı yazabilirsem bu yılın sonunda onun maceralarını bir küçük kitap haline getirip, o "seni seviyorum" diyemediklerime dağıtmayı planlıyorum.

Sevgi üzerine daha çok düşünmem gerektiğini anladım. Hayat bana son üç aydır durmadan bu mesajı veriyor. Ölümler, hastalıklar, terk edilmeler, iş hayatındaki olumsuz gelişmeler... Hepsi ama hepsi bana maneviyatımı sorgulatıyor. Kimi seviyorum? Kim beni seviyor? Bu konuda ne yapıyorum?

Bir hafriyat başlattım içimde; duvarlar yıkılıyor, molozlar saçılıyor etrafa. Belli ki ha dediğimde bitmeyecek. Ama acelem de yok aslında. Giden gitti nasıl olsa... Kelimelerin çok güçlü olduğunu bildiğim gibi, onların büyüsüne kapılmanın gerçeği gölgelediğini de biliyorum. Bu durumda, o içimdeki hafriyatı anlatırken bu gece olduğum kadar samimi olabilir miyim emin değilim. Bazen yazmanın büyüsü, gerçeğin önüne geçebiliyor. Kalem söz dinlemez bir....

Yine de kalbime saplanan oklar için hayata teşekkür etmeliyim, beni kundalini meditasyon sınıfına sürükleyen Nazlı Hanım'a teşekkür etmeliyim. Teşekkür ederim herkese, teşekkür ederim "Hiçkimse"ye...




*"Gergin İnsanlar Krallığı" adındaki masalımda bunu bizzat söylemiştim!

7 yorum:

pilatescadisi-pilateswitch dedi ki...

:)))ben seni hep seviyorum...

Fortunata dedi ki...

Ben de hep hissediyorum sevgini.. İyi ki varsın. Tam da zamanında geldin hayatıma.

simla müderrisoğlu olgun dedi ki...

Sevgili Rapunzel,

İtiraf dolu bi yazı olmuş...açık..sade..ve içten...

Bu sıralar sanki " beyin kusması " yaşıyorsun gibime geliyor...beyin de kusar, bilirsin....ki bu iyidir...kustukça rahatlarsın.....

Benim kişisel fikrim, çok kendimizi dinlediğimizde bazen daha çok şey batar....belki bazı hasass dönemlerde biraz daha az yüklenmeliyiz kendimize....bazen, kendi derdimizin cevabı başkasında saklıdır...kimbilir..

.....kimleri sevdiğini biliyorsun bak!..sorunun ne olduğunu da biliyorsun...o zaman bırak kalbinin odalarını daha fazla temizlemeyi..aç camı...temiz hava girer içeri..hiç merak etme...!! ;)



:)

Brajeshwari dedi ki...

o Kadar samimi bir yazı olmuş ki, neresine tutunayım bilemedim. Bir uyanış gibi, birşeyi arayıp bulduğunu hissettim. Pek yakında Blogunda, Kimi seviyorum? Kim beni seviyor? Bu konuda ne yapıyorum? sorularını da bırakıp, "Kendimi çok seviyorum" başlığında bir yazıyla karşılaşacağımı düşünüyorum. Çünkü sevgi öncelikle senden doğar. O, Kimi sevdiğin, kimleri sevmediğin ve sevilmek için ne yaptıklarınında altında, içindeki en alt katmanda - o derin boşlukta...

Fortunata dedi ki...

Sevgili Maviay,
Haklısın aslında. Tek ihtiyacım olan pencereleri açıp nefes almak. Çünkü akciğer problemim varmış gibi soluksuzum. Nefes alamıyorum. Hatırlattığın için minnettarım.

Braweshwari,yüreklendirici sözlerin için teşekkür ederim. Kucak dolusu sevgiler..

kelebeklerözgürdür dedi ki...

balıkların hafızası anlıktır, ama sezgileriyle yaşarlar. sezgi için zihni bırakabilmek, en azından seyircisi olabilmek gerekiyor. sen kendini seyretmişsin. ne güzel...sevmeye, kendimizden mi başlıyoruz başkalarını severek mi, sevilerek mi...bunu halen bilemiyorum...ama bir yerde, başlıyoruz. bir uyanış anı gibi...hani bilemezsin halen rüyada mısın yoksa uyandın ve gerçekte mi...aslında sevgi hep var da, bilinçlice farkında olarak sevmek dediğim...

belki sen de uyandın şimdi...

terk edilmek? bir gün anlayacaksın, öyle birşey yok...kimse kimseyi terketmiyor. sevgi sahiden varsa, hep var. ama hayatının içine, gününe girmiyor bazen...sevgi başka, ilişki başka...bazı insanlar da bu ikisini öyle güzel ayırabiliyor ki...belki bundan terkedilmişlik hissi yaşıyoruz zaman zaman...yeniden başlayabilme gücümüz halen olduğundan...kendini yenileme gücünü kaybeden, veya buna inancını kaybedenler kafa karıştırıyor belki...ama bunları sevgiyle karıştırmamak lazım...bence...bir de j.w.nin dediği türü var tabii.."there is a kind of love called maintanance"...dilerim bunu bir gün buluruz.

sen çok seviliyorsun. bunu biliyorum en azından. bitmeyen sevgi kaynağı ne biliyor musun rapunzel...öyle sadece sevmek...dostlarını sevdiğin gibi...ben bazen diyorum ki...seviyorum ve sevilmiyor muyum, istenmiyor muyum? böyle mi hissediyorum? eyvallah...böyle hissettiğim için sevmekten de mi vazgeçeceğim? hayır, sevmek benim elimde olan birşey...ben seviyorum. gerisi önemli değil...(manik anlarımda diyorum evet :))

bence insanın kendini dinlemekten korkacağı birşey yok. yeter ki dinle...yargılamadan, seyrederek...sen gibi biri öyle şeyler bulacak ki içinde, bulduklarınla tüm o molozlar hafriyat bitecek, site bile yapacaksın :) kırmızı balık, havuzda da mutlu yaşardı belki. evet. ama okyanusa çıktı. öyleyse, şimdi okyanusta keşfedeceklerine odaklanmalı.

seni seviyorum sevgili rapunzel. sen gerçeksin. ve bu yazı, çıplak yazılmış.

Fortunata dedi ki...

Senin yazını okuyunca aklıma Yeni Türkü'nün "..aslında giden değil, kalandır terk eden, giden de bu yüzden gitmiştir zaten..." şarkısı geldi.Tabii "olmasa mektubun" şarkısı nerede aklıma düştü ona hiç girmeyeceğim:))
Yolculuğumu onayladığın için kendimi güçlü hissediyorum. Bakalım sezgilere güvenmeyi becerip, yargılamalardan kurtarabilecek miyim yaşanmışlıkları?
Gerçek olduğumu gördüğün ve gerçek olduğun için ne kadar şanslıyım. Sağol.