20 Ocak 2008 Pazar

Ocak Ayında Marmara Denizi Pek Güzel Olur...

Bugün, Mavi Yelken Bozcaada Mürettabatı aylar sonra bir Pazar kahvaltısı için AliCan’da buluştu. Elbette tam kadro değildik ama aramızda ciddi şekilde akşamdan kalanlar – adları lazım diil - olmasına rağmen saat 10.15 olmadan Erol Hocamızın talimatı gereği masaya oturmuştuk. Adam başına en az iki simit, bilmem kaç adet kurabiye düşen sofranın kralı, Esra’nın annesinin yaptığı hamsili ekmekti. Gerçekten acayip lezzetli olan bu ekmekten, her zaman olduğu gibi tatlıya yenik düştüğümden, istediğim kadar yiyemedim ama bayıldım tadına.

Kahvaltının sonuna doğru bize Cenk ve Özgür – nam-ı diğer bebeğem - de katıldılar. Bu arkadaşlarla dün gece, Muse kardeşimizin askerden dönüşünü fena halde(!) kutladığımız için, bendeniz gibi hafif halsizlerdi amma kahvaltı bitip Second Life’a doğru yürümeye başlayınca biraz açıldılar sanki.

Ben gerçekten özlemişim Second Life’ı. Yani bugün canı yandı diye söylemiyorum, ilk uzun yelkenli seyrimi kendisiyle yaptığım için olmalı, gerçekten garip bir bağım oldu bu tekneyle. Sanırım diğer arkadaşlar da benimle aynı hisleri paylaşıyorlar. İnsanın, neyin nerede olduğunu bildiği bir mekanda kendini rahat hissetmesinin ötesinde bir anlamı var Second Life’ın hayatlarımızda.

Kalamış Marina’dan çıkışa hazırlarken, bir yandan da Bodrum’dan gelen mandalinlerden yemeye başladık. Tabi Dilek’in Anamur’da elleriyle yetiştirdiği muzlar da acayip lezzetliydi:).
Kıçtan kara bağlı olduğumuz yerden tekneyi avara ederken saat daha 11.30 olmamıştı muhtemelen. Hava fena sayılmazdı fakat bizi uçurmayacağını o dakika anladık. Yine de Kalamış’dan çıkışımızdan itibaren yelken basmaya yetecek kadar rüzgarımız vardı. Rotamızı biraz biz, biraz da rüzgar belirledi. Adaların güneyine doğru gitmeye karar verdik/m ve ağırlıklı olarak sancak kontra geniş apaz seyri yaptık, daha doğrusu yapmaya çalıştık. Zaman zaman “Allah yandı hava” diye paniklediysek de, neyse ki uzun süre durmak zorunda kalmadık.

Adalara doğru sakin, keyifli ve bol kahkahalı bir seyirle ilerledik. Hatta Sadettin Bey’in neşeli anından yararlanıp, mürettebat olarak isteklerimizi listelemek için izin bile koparttık kendisinden . Fakat ne yazık ki tente konusunda hala çok inatçı! Güneş kremi alırım ama tente olmaz dedi yine. Neyse ki tuvalet perdesi işi tatlıya bağlanacak gibi!

Cenk ve Özgür rüzgarın ninnisinden midir yoksa dün geceden kanlarında kalan alkolden mi bilemem, epeyce sessizdiler. Arada bir “bebeğem” demesem yarı trans halinden çıkamayacaklardı!
Bir süre sonra bu yarı uykulu durumun soğuktan olduğunu anladık ve kahve fikri gündeme geldi. Biz genellikle, Göcek ve Trio gibi antreman amaçlı yelkenlilerle çıktığımız için Second Life’ın mutfağı ve kahve içme ihtimali inanılmaz bir lükstü tabii. Allah Esra ve Dilek’den razı olsun, aşağıya inip bu güzel kahveleri yaptıkları için. Başlı başına rüya kadar güzel olan sıcacık kahvelerin içine azıcık da alkol eklenince bizim çocuklar ayıldı. Çivi çiviyi söker bu demekmiş!

Kahvesini yudumladıkça yüzü gülen Cenk kardeşimiz, Sadettin Bey’le davul ve müzik sohbetine kaptırmışken kendini, Dilek ile Esra azıcık kestirdiler aşağıda. Ve Özgür, Derya kaptanın ilk uzun seyrinin anılarını dinlerken mest oldu. İşin aslı olunmayacak gibi değildi. Birara ben de Derya’yı dinlerken kendimi tutamayıp derin derin iç çektim. O kadar güzel şeylerden bahsetti ki; kocaman bir ticari gemide yaşanan dostluklar, romantik ay manzaraları, Kuzey Afrika limanlarında gezmek, sizi seven ve sizin için endişelenen insanların varlığına sığınmak... Ama bir o kadar da özgür olmak! Değil ben herkes derin derin iç çeker bu kadar güzelliğe. Onun anlattıkları bana yine tanımadığım denizlerin kokusunu getirdi, okuduğum bir kitaptaki balina avcılarını düşündürdü.. Derin insanlar denizciler.... İmrenmemek elde değil.

Kahvenin ve sohbetin etkisiyle hepimiz geçici bir süre için de olsa ısındık. Bu arada adaların güneyine kadar gittik gerçekten ve sonra tramola atıp Ataköy’e çevirdik rotamızı. Zaman zaman seyrimizin hızı saatte 5.2 deniz miline kadar düşse bile, 8.5 deniz miline kadar yükseldiği dakikalar da oldu. Yani ağlanacak kadar kötü bir duruma düşmedik uzunca bir süre. Fakat Sadettin Bey’in karşı yakadaki randevusuna yetişebilmesi için motor seyrine geçmeye karar verdik.
Dümende dönüşümlü olarak Dilek ve ben vardık gün boyunca. Cenk de denedi arada ama sanırım o rüzgarı dinlemeyi ve denizi seyretmeyi daha fazla sevdi bugün.

Karaya iyice yaklaştığımızda ben her zaman olduğu gibi gözümü Fenerbahçe Feneri’ne diktim tabii. Tam Cenk’e fener hakkında hayallerimi anlatırken neye uğradığımızı anlayamadan sarsılmaya başladık. Ama ne sarsılmak. Sanırım bu hepimizin bir deniz kazasına en yakın olduğu andı. Ya da sadece benim. Aklım çıktı yerinden. Bu umulmadık sarsıntı sadece bir kaç saniye sürmüş olmalı fakat sığlıktan sekip toparlandığımızda kıyıya ne kadar yakın geçtiğimizi anladık. Neyse ki ucuz atlatmıştık. Salmayı zorlayıp hasar verdik diye inanılmaz üzüldüm. Sadettin Bey birşey olmamıştır dediğinde içim rahatladı. Second Life’ın canı yanmış gibi geldi, fazla içselleştirmek de tahaf ama öyle geldiişte. İşin komik tarafı daima kayalık ile kıyıyı ortalayarak geçen ve bu rotayı onlarca kez kullanmış bir ekip olarak nasıl olmuştu da sohbete dalıp atlamıştık bu kocaman sığlığı? Demek ki deniz ihmale gelmiyor. Söylediğim gibi gayet ucuz atlattık ve çok şanslıydık. Denize düşmek ya da vesaire sorun değil aslında, ya güzelim Second Life’a birşey olsa? O zaman ben nasıl Mart ayı gezisi planlar ve o geziyi yazarım? Aman Tanrım! Şakası bile kötü.
Neyse, sanırım Ocak ayının üçüncü haftasonu bundan daha iyi geçirilemezdi. Hala ısınamamış olmama rağmen, o kadar tatlı bir uyku hali var ki üzerimde sanırım artık yazamayacağım...

Sonuç:
1. Otomatik/ya da elektronik pilot zeki bişi değildir, asla tekneyi ona emanet edip rahatlamayın.
2. Konyak kış aylarının en muhteşem tekne ekipmanıdır, asla konyak almadan yelkene çıkmayın.
3. Orhan Ağabeyimiz ve sevgili Erol Hocamız "o sığlığa bindirmeden yelkenci olunmaz" dediler. Ama siz bizzat denemek için ısrarcı olmayın!
4. Cenk, bize bir işaret geldi yukarıdan anladık di mi :)?

Hiç yorum yok: