29 Nisan 2025 Salı

KANIKSAMAK

 

Uzun yaşamanın neşeyi yok edişine ağıt yakacak değilim, ancak döngüyü sezmeyi, sezdiğini bilmeyi de gözardı edemem. Bişi olduğu yok; iç içe tekerlekler dönüyor ve biz bu çarkların arasında ilk kez dolaşmıyoruz. Sadece fırtına takvimindeyiz, en küçük döngüde ve elbette büyük bir  isyanın eşiğinde yeryüzü annenin fırıl fırıl dönen eteğinde... 

Bir tek ben duyuyor olamam değil mi mahalleden geçen dondurmacının sesini?

Az ötede horoz şeker satan bir bakkal vardı eskiden, mesela o yok artık.

Kanıksamak yaş almaksa eğer, evet aldım, geçen yıl, son on yılı birkaç ayda aldım. İlk kez yaş aldım:)

23 Nisan 2025 Çarşamba

SINAVLARA DEVAM...

 

Günaydın,

Bugün günlerden Çarşamba. İyi niyet ve temiz düşünce  her zaman kazanır mı isimli sınavıma, yazarak düşünme saatime hoşgeldiniz.

Elbette an be an yaşayarak öğrendiğimiz, hem kendi deneyimlerimizden, hem de diğerlerini gözlemleyerek elde ettiğimiz, üzerine düşünüp, bize kalanı damıttığımız, mümkünse dersi alıp, özümsediğimiz herşey, herkes, her yaşanmışlık hayattır.

İnsan yaşarken göremez ama aslında daima kazanan taraftadır. Deneyimin kendisi başlı başına kazançtır. Her tecrübeyle birlikte farklılaşan olgunluk seviyemize göre yaşadıklarımıza verdiğimiz tepki  ödülümüzdür. Aslında kazananı kaybedeni olmayan bu oyunda, eğer illa kazanç hanesi olacaksa, kazancımız bakış açımız ve eylemlerimizdir. Bize cüzzi diye anlatılan eylemler silsilesi bundan ibarettir; seçimlerimizden. Zira külli planda hükmümüz yoktur.

İyi niyette kalmanın ödülü mutlaka gelir. İnsan ateşi kontrol altına almadan medeniyeti kuramadı ve insan hala ateşle sınavdadır.   Tek fark, bu defa ateş içeride, mecazdadır. Ateş öfkemiz, hırslarımız, haklılık davamızıdır. Ve biz bu davada sulh yolu bulmadığımız sürece hem kendimizi, hem etrafımızdaki varı yoğu kül ederiz.

Bu sebeple olsa gerek korkana, öfkeden kudurana hemen bir bardak su verilir, "hadi bi elini yüzünü yıkayalım" denir. Ateş, haklılık ateşi yakar. En çok da ateşi harlayanı yakar...

Olaylar değişmez, hasar tesbit ortadadır. Fark yaratacak tek şey bakış açımız, çözüm odaklı olup olmadığımız, diğerini kendimizden bilip bilmediğimizdir. Üstümüze bastırmadığımız ve diğerinin üzerine basmadığımız o incecik insanlık çizgisidir bizi kendini sever hale getiren, ateşi külleyen. 

Yanmadığımız, yakmadığımız, ejderha gibi kükrediğimizde çukurlara, kuyulara bağırdığımız ve bir bardak su içtikten sonra sükunetle değerlendirdiğimiz şekilde yaşamak, dilerim hepimize kısmet olsun. Zira ateş topu her başarısızlık duygusunda, her haksızken üste çıkma sevdamızda büyür. Ateşi kibir ve haklılık sevdası büyütür. 

Adalet terazisi elimizde koşarken, diğer elimiz kalbinizin, kalbimizin üzerinde, gözlerimiz içimizdeki ateşin kontrolünde olsun. 

Pek amin.







18 Nisan 2025 Cuma

PARK VE BAHÇELERİN GÖNÜLLÜ DEYZESİYİM





 


Günaydın,

Aklım fikrim hızla geçen günlerde, hızla geçen ve daha da hızla geçip gitmiş olanlarda.... 

15 Nisan 2025 Salı

YAVAŞ OL VE AYNI ZAMANDA DİKKATLİ.

 

Günaydın, 

Arzu ettiğim, ancak mümkün kılmakta şimdiye kadar parlak bir başarı sergileyemediğim haldir yavaş ve dikkatli olmak. Bilmek, öğrenmiş ve biriktirmiş olmak hayatın her aşamasında becerebildiğim birşey olsa da, uygulamada yetersiz kaldığımı görüyorum. Düşünsenize cebinizde sizi hazineye götüreceği söylenen bir harita var ama elinizi cebinize atmaya korkuyorsunuz! Tuhaf mı? Bence değil, bence pek çok insan yaşamın harala gürelesi içinde durup durumunu tanımlayamıyor ama eğer birazcık dursa ve düşünse eminim benzer şeyler söyleyecektir. Yaşamı ederinin altında, verebileceklerinin çok azını kullanarak ziyan ediyorum, ediyorsun.

Yavaşlamanın, yaptığımız işleri olabilecek tüm duyuları katarak yapmanın hazzı insanı canlı kılar. Ne işle meşgulsün bilemem ama özellikle ellerini kullanarak yaşıyorsan, ki profesyonel işin bu olmasa bile evinde yemek pişiriyorsundur veya kendini yıkamaktan kaçamazsın, işte tam o günlük işlerde, mümkünse her birinde, yavaşlamalısın. 

Yavaşlamak yıllarca kötülendi bize, tembellikle, beceriksizlikle aynı kefeye koydu. Sanki birileri an'dan haz almamızdan, hedefi unutup sürecin tadına varmamızdan korktu. An içinde kalmanın tılsımı elimizden alındı. Dalga geçtik duran insanlarla, durduklarını düşündüğümüz tüm eylemleri aşağıladık. Sabah erken kalkanı, okula giderken çalışanı, sabah körü kalkıp koşanı, bin parçaya bölüneni öve öve göklere çıkarttık.. Oysa en mutlu, en başarılı insanların yaşam öykülerinde telaş yok, koşmak yok... Disiplin, kendini seçmek, an içinde kalmak var. Konsantrasyon var. 

Yavaş ve dikkatli olmak benim fikrim, keşfim değil. Tüm kadim dinlerin önerisi. Yüksek farkındalıkla yapılan her işin parladığını biliyoruz. Bilim insanlarının en büyük keşiflerini uykuda veya dinlenirken yaptıklarını duymayan kalmamıştır herhalde. Veya sanatçıların çalışma temposu hakkında okumuşsunuzdur. Uzun yürüyüşlere çıkan yazarlar, deniz kenarına günlerce oturan ressamlar...

Beyin biriktirir. İşleyecek hale gelene kadar ne var ne yoksa listeler. Vakti gelince de önümüze serer. Bugün günlerden Salı, haftanın ikinci günü, isterseniz birlikte yavaşlama oyunu oynayalım. Suyu yudum yudum içelim. Çiçeği usulca sulayalım. Saçımızı nazikçe tarayalım. Bir yerden başlayalım, beğenmezsek yine ezbere, bildiğimiz koşmacaya döneriz:).



11 Nisan 2025 Cuma

HAVADAN SUDAN KONUŞALIM

 

Günaydın,

Bizim buralar hala serin. Isınır gibi oldu ama çark edip mevsim normaline döndü. Normale dönüş dedim ama uzun süre anormalde kalınca insan bu beklenmedik dönüşle bocalıyor. Oysa Nisan serin olurdu, unutmuşuz.

Annem pardesü giyerdi. Onun bej rengi pardesüsünü çok beğenirdim. Yakışırdı. Tarzı vardı annemin. Kalem etekler, bol paça jeanler, dik yakalı kazaklar ve tertemiz saçlar ve tırnaklar. Hiç kendini dağıtmış halde görmedim onu, ev işlerine dalmış bile olsa saçları tertemiz, üstü başı lekesiz, kokusuzdur. Tam kraliçe olacak kadındır annem. Tahta oturtsan İngiltere'ye yakışırmış.

Ben mi? Benden de mis gibi Jane Goodall olabilirdi. Hani şu şempanzelerle, gorillerle yaşayan kadın. Şimdiki aklım olsa kesin olurdum. Bilimin az görünür bir noktasına yerleşir, orada takılırdım. Benim için çok farklı da olmadı aslında, ben de edebiyatın bir noktasına yerleşip orada kaldım. Fark ettiyseniz iyi bir okurum ben, ülke ortalamasına göre çıtam epeyce yüksektir.

Ay hani havadan sudan konuşacaktık? Manasız bir yere gidiyoruz, hemen durdum.

Hava durumundan sokaktaki canlar çok etkilendi. Kediler faranjit oldu. Çok moral bozucu bir durum.. Biz insanlar iyi kötü ısınıp, bişiler giyebiliyor, yiyebiliyorken, onlara yaşam ağır... Üzülüyorum.

Üzülmek dışında elimden gelen tek şey gördüklerimi beslemek, iyi kılmaya gayret etmek. Kışın kulübeler inşa etmiştik ama bahar serini sert vurdu. Özellikle bebek, yaşlı ve hamile kediler için çok zor bir hava ama yapacak birşey yok, üç gün fırtına takvimindeyiz. Yeni birşey değil, yüzyıllardır devam eden bir döngü.

Benden hava su sohbeti bu kadar. Her birinize hayırlı Cumalar. 

7 Nisan 2025 Pazartesi

KENDİNE HUZUR VERMEK


Bize verilmeyen, hiç bilmediğimiz ve o hep özlemini çektiğimiz "şey", her ne ise, onu kendimize nasıl verebiliriz, verebilir miyiz? Mesela huzur. İnsan herkes ve herşeyden bağımsızlaşıp huzur bulabilir mi? Acaba?

Bence her birimizin farklı hasletleri, dolayısıyla da birbirine hiç benzemeyen özlemleri var. Keşke benim annem, babam şöyle olsaydı, şu gibi bir evde doğsaydım, okulum şu olsaydı böyle olmazdım gibi cümleler dost sohbetlerinde sıkça duyulur. Ama anlamsızdır. Asıl olan bu talihsizlik addettiklerimiz değil, onların dışında elde kalanlardır.

Biz çocuklara bir türlü sevemediği matematiği öğretmekte ısrar etmek yerine önce çok başarılı olduğu yolu yürümesine izin vererek güven kazandırır, sonra matematik için hamle yaparız değil mi? Peki konu kendimiz olunca niçin bu kadar zor direksiyona geçmek, kişiye özel bakış açısı geliştirmek? Neden dış sebepleri iyi kılmayan hayata bilenip duruyoruz? Ve bu saçma zaman kaybı yerine neden değişmesi mümkün, bizim değiştirebileceğimiz parçalarla yolu belirlemiyoruz?

Bu tam anlamıyla atalettir. Depresyon, hatta kronik depresyon bile olabilir. Üstelik o çukura tek düşen de biz değiliz. Milyonlarcası düştü ve bir o kadarı da çıktı. Neden çıkanlardan olmayalım? Neden kendi kaderini belirleyebilenler arasında adımız yazılmasın?

Kendi adıma çok farklı evlerden ve yaşamlardan gelen bir anne ve babanın çocuğuyum. Ebeveynlerim birbirlerini beğenerek ve isteyerek evlenmiş ama ortak dil bulmakta uzun süre zorlanmışlar. Her ikisi de fazla hassas olduğundan oklu kirpiler gibi ya canları yanmış ya da çok yalnız hissetmiş, hissettirmişler. Bu ne demek? Benim sevgi alış verişi konusunda zorlanmış bir evim oldu demek. Beni ve kardeşimi çok sevdiler evet ama tam anlamıyla huzurlu sayılmazdı evimiz çünkü ne zaman yükseleceklerini, çarşı pazarın ne vakit karışacağını bilemezdik. Babam aniden parlar, annem de ya bizi alıp odasına çekilir ya da onu daha da kızdıracak birşeyler söylerdi. Sonra çiçekli böcekli barışırlardı elbette ama yaşadığımız sahne orada öylece dururdu.

Yine de bunca zamandan sonra arzuladığım şey sahte bir huzur değil. Kendiliğinden olanı özledim ben. Yine de yaratım için çok didindim. Eşyalara, ortama, renklere odaklanıp, asıl olanın etrafında daireler çizdiğim uzun yıllar yaşadım. Fakat anladım ki bu öyle birşey değildi. Babam da aynısını yapmış ama başaramamıştı; annem için her ayrıntısı ince ince düşünülmüş bir ev tasarlamıştı ama ikisi beraber yaşamaya başladıklarında o dergilere kapak olan ev özledikleri sıcak, huzurlu yuvayı sağlamamıştı...

Yine de iki çocuk yapıp, denediler. Çok kötü bir tablo olduğunu söyleyemem, sadece o filmlerdeki bol bol sarılıp öpüşülen evlerden değildi bizimki. Annenin ve babanın kollarına koştuğun sahneler bizde pek yoktu. Yalnızdık biz, her birimiz. Aradan geçen onca yıldan sonra da seçtiğimiz insanları sevsek bile yalnız hissettirdik. Yanımızda huzur bulamadılar. Olmayanı, bilmediğimizi veremedik.

Fakat şimdi düşünüyorum da aslında bu huzur işi mümkün. Çünkü içsel bir "şey". Tıpkı kasları çalıştırmak, zihne egzersiz yaptırmak gibi.Üstelik denemeye değer. Bacaklarımız yorulunca nasıl soğuk su ile duş alıp dinlendiriyoruz, aynı şeyi zihnimize ve ruhumuza da yapabilir, yeşilliklere, denize uzun uzun bakarak daha berrak bir noktaya geçebiliriz. Ruh kendi içine yerleştikçe, beden gevşer ve o hep özlediğimiz huzur bizde tezahür etmeye başlar. İşte o zaman huzurlu insanları da kendi enerji alanımıza almaya başlarız. Belki o zaman gerçekten sevgi ve huzur adına yeni bir yol oluşur. Olmaz mı? Çok mu uçuyorum yine?

4 Nisan 2025 Cuma

HELLO EVERYONE

 


Geçenlerde Özgül'e İngiltere'den dönmeden önce rüyamda İngilizce dert anlatmaya hatta suyunu çıkartıp rüyanın tamamını İngilizce görmeye başladığımı anlattım. Çok güldü. Günlük hayatta Türkçe konuşurken İngilizce tek kelime karıştırmayan, karıştırana da uyuz olan bana ne oluyordu da gece dilbilimci tadında anadilim olmayan bir dilde şakıyordum?

İnsan kendine muamma!

Neyse, dün akşam nenem gibi dokuzda yatıp, sabah yediye doğru uyandım. Uzun bir uyku sanırım iyi geldi. Ne fark ettim biliyor musunuz? İnsan evvela kendiyle didişmeyi bırakmalı ve kendi yakasından düşmeliymiş. Nasıl mı? İlk duyduğumda yani kendi kendime söylediğimde bende hayretler içinde kalmıştım ama sanırım bu defa doğru iz üzerindeyim: Herkes önce bi kendi yakasını bıraksın.

Şöyle ki iç sesimizin gevezeliklerine maruz kalmaktan ve özellikle geçmişin karanlık filmlerini çevirip çevirip bize izleten zihnimize yenik düşmekten vazgeçmeli ve zihni bu görevden azletmeliyiz.

Her tuzağa düştüğümüzde dikkatimizi çiçeklere, böceklere, elimizdeki, önümüzdeki işe vermeli, evdeysek evi toparlamalı, sokaktaysak ilginç bir dükkana girmeli ve çalışıyorsak da kazandığımız paranın hakkını verecek kadar işe odaklanmalıyız. Böyle böyle kimselere çaktırmadan zihnin karanlık sinemasındaki koltuktan ufak ufak kalkabiliriz.

İnsan zalimdir. Zulmün büyüğünü kendine uygular. İçten çürür insan, asit gibi yakan elalem cümleleriyle, sorgulamadan eyvallah dediği elalem değerleriyle yer bitirir içini, kendini. Bu sebepledir ki, etrafımızı eğitmek gibi anlamsız ve umutsuz bir çabadan ivedilikle vazgeçip, kendimize odaklanmalıyız.

Sağlığımıza, neşemize, gücümüze odaklanmaktan bahsediyorum. Olumlu ve olumsuz anlamı hiç ayırmaksızın yalnız ve yalnızca içimizden ne geliyorsa onu yapmaktan, tribünlere oynamamaktan bahsediyorum. Olamaz mı?

Mesela ben yıllarca babama benzetilmeyi çok önemsediğim için aşırı okudum ve erken uyanmayı iş edindim. Belki uyumayı seviyordum ama bunu hiç bilemedim. Şimdi mi? Şimdi kendimi duymaya uykum gelince yatıp, canım istediğinde yataktan kalkmaya gayret ediyorum. Yemekle de ilişkim öyle; biri önüme koydu, ah benim için pişirilmiş diye değil, ne zaman ve canım ne tercih ederse onu yiyorum. Zira aksi durumda bacaklarımdaki ağrı şiddetlenince bana en güzel yiyeceği ikram eden kıymetli dostuma ve değerli ailesine saydırmak istemiyorum!

Kendimizi seçmek, kalabalıklara kurban ettiğimiz özümüzü yeniden bulup, bedenimize, ait olduğu yere, yurduna yerleştirmek zor. Ama mümkün. Eğer olasılık dışı olsaydı Delfi Tapınağı kapısında "kendini bil" yazmazdı. Bu dünyada bilmem, bilmen gereken tek şey kendimiz, gerisi trı vrı.

Bunları niçin anlattım sabah sabah? Şu yüzden. İngiltere dönüşü mükemmel bir İngilizcem olmamakla beraber evet İngilizce rüya görmeye başlamıştım çünkü İngiltere'de huzur bulmuştum, İngiltere'de kendimi bulmuştum. Orada yaşadığım kısacık zamanda eksik, kayıp parçalarım yavaş yavaş görünür olmaya başlamıştı. Orada öğrenilmiş, ezberletilmiş herşeyi ardımda bıraktığım yeni rutinler yarattığım bir sürece girmiş ve bedenime, zihnime ve özellikle ruhuma alan açmıştım.

Bilmediği sularda yüzen ufacık bir balıktım ve korkudan eser yoktu hayatımda. Herşey deneyimdi. İyi ve kötü yoktu. Orada başardığımı, buradaki ezbere satmam uzun sürmedi. Bugün çektiğim tüm ağrıları nasıl inşa ettiğimi artık çok daha açık görebiliyorum. Bir kez daha parçalarımı buluyor ve Elvan isimli kardeşim için kendin ol isimli tabloyu restore ediyorum.

Bunun bir formülü yok. Şu yoldan giderseniz varırsınız diyeceğim bir patikası da yok. Ne rota önerim olabilir ne de kaybolun ya, bulunur bi yol gibi yuvarlak cümlelerim. Sadece yolun bizi, bizim yolu bulduğumuz kesişme noktaları, kavşaklar var, işte oralarda uyanık olmak işe yarayabilir. Ve tabii uyanıklık için kendi egzersiz serilerinizi bulacak olan da sizlersiniz. Hepimiz biricik olduğumuza göre bu kadar değerli ve kişiye özel birşey nasıl formüle edilebilir ki?

İşte bu yüzden hello everyone, hello myself:)))










2 Nisan 2025 Çarşamba

GRİ İSTANBUL'DAN SEVGİLER

 

Günaydın,

Bu sabaha dair beklentim Lodos idi ama malumunuz İstanbul genelde Kuzey'den alır rüzgarı yani Poyraz'ın ellerindeyiz. Büyükler göğsünüzü koruyarak, kendinizi bahar ( elbette ilkbahar ) rüzgarına bırakın derler. Özellikle saçlarınızı ve kollarınızı, bacaklarınızı açarak. Neden ki? Çünkü o tertemiz, yemyeşil bitkilere ve rengarenk çiçeklere dokunan havanın bambaşkadır kokusu, şifası. İyi gelir cildimize, ruhumuza, yaşamla kurduğumuz bağa.

Beni bilirsiniz çok severim rüzgarı. Sesini, nefesimi kesişini, saçlarımı karıştırmasını. Bir tür bağımlılık gibi. Nedendir, nerede başladı onu da hiç hatırlamıyorum. Belki Göktepe ile ilgilidir.

Baharda Bodrum'da olmayı özlüyorum.

Volkan Konak öldü diye üzüldüm bugün. Dayım çok severdi. Benim Karadenizli kanım her ne kadar coşkuyla akmasa da kendisini severdim. İşinde gücünde, makul görünürdü bana. Şimdi öğreniyoruz ki aslında basına yansımayan kocaman bir kalbi de varmış. Yaptığı iyilikleri okudukça iyiler için çanlar çalmaya başladı diye düşünüyorum. 

Sanırım hasatın şekline karar verildi; iyiler gidiyor.

Çok önemli de değil aslında. Gidenlerden veya kalanlardan olmaktan ziyade payımıza düşen zaman ve yaşam formuyla ne halt edeceğimize odaklanmak daha hayırlı. Şahsen ben bu noktada durmaya gayret ediyorum. Yoksa kazık çakmayacağımızı anladık çok şükür.

Bu sabah kek pişirdim. Arife Teyze için. Ona gideceğim ziyarete. Dilerim uzun ve sağlıklı bir ömrü olur.. Şİmdi yavaş yavaş bana müsade. Saçımızı başımızı düzeltelim ve aile dostu ziyaretimize hazır olalım.

İstanbul mu? Gri, bugün de gri ve boykotlu.