21 Nisan 2024 Pazar

SUNDAY MOOD

 

İyi Pazarlar,

Takvimler iki bin sekiz, Konya'ya ilk gidişim, Tomurcuk ve Sevecen serisinin Türkçeleştirilmesine dair tohumların atıldığı, Ahmet'le ( eski yazılarımdan onu Sir olarak bilirsiniz ) tanışıp, adım adım İstanbul gezdiğimiz, kederden ölünmediğini anlayıp ve İstanbullu oluşumla helalleştiğim vakitler.

O yıl öyle çok şey oldu ki, aslında hiç  hatırlamasam daha iyi diye geçiyor gönlümden, zira gönlüm de yaş aldı ve yük kapasitesi doldu taştı.

Hayatın alma verme dengesinin ispatıdır iki bin sekiz. Öyle ki eski sevgilimden kalan hayal kırıklıkları hala ayak tabanımda cam kırığı efekti yaparken,  İstanbul kucağıma bırakılmış nur topu gibi bir bebekti. Bebeği beslemeli, onun taptaze enerjisinden kana kana içmeliydim. Öyle de yaptım.

Ahmet eşsiz bir keşif arkadaşıydı ve biz ikimiz öğrendiği her şey karşısında çocukça heyecanlanan iki yetişkin olarak sanki yaşadığımız kenti değil, kendimizi keşfediyor, adeta zamandan zamana seksek oynayarak şehrin mistik rüzgarında savruluyorduk. Pazartesi'den Cuma'ya değildi artık günler, Cumartesi ve Pazar vardı yaşamımızda; buluşup, belirlediğimiz rotayı adım adım gezdiğimiz iki gün.

Şehirlerin ancak yürüyerek sevilebileceğini Londra'da öğrenmiştim. Tıpkı kağıt toplayan çocuklar ve kediler gibi olmalıydım. Zenginler kentin parlatılmış, modaya uygun tasarlanmış yerlerinde en özel manzarayı seyrettiklerini, en leziz yemekleri yediklerini düşünürken, Ahmet ve ben İstanbul sokaklarının sadece kalple görülebilen hazinelerine kavuşmuş, kente açıl susam açıl demiştik bir kere. Ve en zarif haliyle kapılarını açmıştı kentlerin kraliçesi.

Apollo Tapınağı'nı bilirsiniz ya da duymuşsunuzdur. Ana kapının girişinde altın harflerle Gnothi Seauton, "kendini bil" yazar. O yıl şehri bilmeye çalışırken, kendimi tanımadığımı farketmiştim. 

Kendini bilmeye cesaret edemeyenlerin kaçışı değil miydi seyahatler?

İstanbul bana kapılarını açtığında insanın sadece insana değil bir mevsime, kokuya, manzaraya, hatta kente de aşık olabileceğini anladım. Olan olmuştu, artık nereye gidersem gideyim hep İstanbullu, İstanbul aşığı olacaktım. 

İki bin sekiz bir sevgiliden paçayı kurtarıp, diğerine kolu kaptırdığım yıl oldu kişisel tarihimde.

Bugün Kandilli özleyerek uyanınca Göksu, Küçüksu, Kandilli rotasına ne kadar düşkün olduğumu anımsadım. Hele de erguvan zamanı... Hani bir kadının en güzel yaşları vardır ya, işte İstanbul'un da en çekici mevsimidir Nisan. Tazeciktir, boğazın mavisine eğilen erguvan çiçekleriyle yeni gelin gibidir. Bu şehirde doğmuş ne kadar sultan, kraliçe varsa hepsi en güzel elbiseleriyle inerler suyun kıyısına. Görmek isteyen herkese açılır hayal etmenin kapıları. Kimi çekerse canınız o oturur yanınıza. Eğer Hürrem'le bir Türk Kahvesi içmek isterseniz ne ala! Mümkündür. Theodora'nın yaşamını kurtardığı kadınları ziyaret etmek ve işledikleri muhteşem kumaşları mı görmek istiyorsunuz? Hay hay, olur tabii. Adile Sultan ve onun asaletiyle yetişen cıvıl cıvıl genç kızlar mı gelsin masanıza? Daha kimler kimler...

Göksu'da mesire yerine serilmiş örtüler ve eşsiz kumaşlardan dikilmiş elbiseleriyle salınan kadınlar... Onların güzelliğine gölge düşürmekten çekinen binbir çiçek! Kayıklar, ah hele ayışığı olursa ufacık koylara doluşan sazlar, bülbüller...

Diyorum ya insana abayı yakmakla, bir şehre vurulmak neredeyse aynı şey. Ben her bahar Kandilli düşünürüm. Nisan demek boğaz demektir. Buz gibi esintide içiniz titreyerek ceketinize sarılmak ve gözlerinizi kapatmak. Tek yapmanız gereken sıçramak istediğiniz yılları düşünmek. Gerisi gelecektir. Zamanda sek sek oynamaksa neşenizi yerine getirecek olan, kentlerin kraliçesi eteğini toplar ve size muhteşem bir oyun arkadaşı olur!

İstanbul için erguvan zamanı olduğunu hatırlatmak istedim. 




1 yorum:

Selma dedi ki...

"...eteğini toplar ve size muhteşem bir oyun arkadaşı olur!" 💙🌷