29 Şubat 2024 Perşembe

ARE YOU BROKEN?

Kargaların, bahçede dolaşan hamile kedinin, regl periyodunun ve şimdi aklıma gelmeyen herşeyin bir ritmi var. Biz anlasak da anlayamasak da. Bozuldu sandığımız "şeyler" de bu ritme dahil. 

T.P. geçen gün ses mesajı bırakmış, "Türkçe söylediğimizde o kadar karşılık bulmuyor sanki ama kendimle ilgili çoğu zaman I am broken demek geliyor içimden" demiş.

Kim değil ki? Hepimizde var bi imalat hatası ama kadim bilgiye göre öyle değil aslında.... Ev ödevini çok almış bazılarımız. Hani o okul çıkışı içinde kırış buruş bir defterden gayrı bişi olmayan çantasını sürükleyen, yakası kopuk ter içindeki veletler var ya, işte onlar yapabilecekleri kadar ödev almışlar ama biz illa öğretmene kendimizi sevdireceğiz diye verilen ödevin üzerine iki araştırma, bir de kompoziyon istemişiz.

Sonra o çanta var ya, hani şu sırtımızdaki olmuş mu sana gülle! 

Velhasıl ağlamanın inlemenin bir faydası yok. O çantaya sokuşturduğumuz tüm defter kitabı ortaya döküp çalışmaktan gayrı yapacak birşey görünmüyor. Olduğu kadar artık.

Fakat kolumun üzeri o kadar ağrıyor ki, dirseğime ve bazen elime kadar vuran ağrı uykumun içine ediyor. Ağrıyla sağdan sola dönmek nedir yahu!

Neyse, bugün yeni bir sabah. Kahvemi bitirip, uzun bir yürüyüşle dayıma gideceğim. Ona birkaç saat eşlik ettikten sonra da Agi'ye hoşçakal demeye mahalleye inerim. Oradan eve nasıl dönerim kısmını düşünmedim ama tren var, sanırım halledebilirim.

Herkese çok güzel birgün olsun:)

28 Şubat 2024 Çarşamba

KANSER DÖRDÜNCÜ EVREYLE YÜZLEŞMEK


Annem ve babam evlendiklerinde hatta nişanlı oldukları dönemden itibaren babam, anneme her fırsatta "lütfen ailemle mesafeni koru" dermiş. Annem bu uyarıyı dikkate almış mı derseniz, almamış tabii ve böylece kardeşimle birlikte ortasında kaldığımız yıldız savaşları başlamış. Tam olarak bu sebepten babaannemin ölümüyle birlikte benim için babamın ailesine açılan karadelik sonsuza dek kapandı. Kesinlikle kin ve öfkeyle değilse de hiç anlayamayarak ve biraz buruk hissederek  bıraktım onları.  Özlüyor muyum? Hayır. Babaannemin söylediği gibi benim sevgim babamaydı. O kadar. 

Halam kanser olmuş mesela, arayıp geçmiş olsun demedim. Oh olsun da demedim tabii  fakat arasaydım kendime büyük haksızlık olacaktı. Dokuz yaşında babasız kalmış çocuk Elvan'ı bir kez daha ağlatamazdım. 

Son birkaç senedir de annemin ailesi gözüme batıyor. Aralarındaki ilişki biçiminden hiç hoşlanmıyorum. Kelimenin tam anlamıyla, ama bilinçli ama bilinçsiz "olmasın ama ölmesin" tadında yaşıyorlar. Bu nasıl bir sevmek derseniz, inanın hiç anlayamıyorum. İnsan sevdiğinin başı arşa değsin, kanatlansın, yücelsin, yükselsin, sevinçle, sağlıkla dolsun istemez mi?

Babam gittikten sonra sevginin sadaka gibi gıdım gıdım verildiği, akşam olunca buzdolabına kaldırılan bir çocuk olarak büyütüldüm. Buzdolabı kısmı bana o kadar pahalıya patladı ki, bir süre sonra her sabah bedenim çözülse de kalbim ısınamamaya başladı. Bunun adı duygu donmasıymış, yıllar sonra kendime dair hasar raporu çıkartırken  öğrendim. Çok yalnız bir çocuktum. Bu yüzden beni sımsıkı yakalayan erken vazgeçilmişliğimden uzak durabilmek uğruna durmadan ama sahiden hiç mi hiç mola vermeden okuyor okuyordum. Konu o kadar manasız yerlere gitmişti ki on altı yaşıma geldiğimde meydanda klasiklerden okunmadık bişi kalmamıştı. Ha, ne idi anladığım derseniz, vaktine uyanı kadar derim. Sonraki yıllarda delice sosyalleştim. Ama öyle öyle değil, yatağa baygın gidecek kadar!

Bütün olan bitenden kimseyi sorumlu tutuyor değilim. Bir noktada profesyonel yardım almayı seçebilirdim fakat Jung çoktan ölmüştü ve ona duyduğum saygının yüzde birini yakaladığım bir profesyonel çıkmadı karşıma. Eğer  terapimi kendim yöneteceksem  ne b.k yemeye zaman ve para harcayacaktım? 

Velhasıl dışarıdan bakınca pek açık etmesem de - öyle sanıyorum ama gerçeği bilemem tabii- ruhum topal kaldı benim. Topal Sadi'nin Topal kızı Elvan. Bu benim buzdolabında donan parçamdı; aksayan bir bacak ardında aksayan bir kalp bırakmıştı.

Konuyu çok dağıtmadan kanser anlatmak istiyorum. Babam kanserden öldü. Dedem ve amcam da. Diğer amcam sirozdan gitti. Halam da kanserden kalacak mı gidecek mi belli değil. Şimdilik yaşıyormuş.

Annemin olması ölmesin felsefesi güden ailesine gelince, onların da kaderi ötekilerden pek farklı olmadı. Hani coğrafya kaderdir, içine doğduğun ev kaderindir falan filan lafları var ya, o kadar a yersiz değil sanki. Nasıl bir duygu durumu kronikleşirse bedenimizde zihin, ruh ve beden ona göre bir harmoni tutturuyorlar.

Bizim aile ağacımızda kanser baş tacı olmakla birlikte kalp damar hastalıklarıyla ve sirozla süslediğimiz efsane bir tablomuz vardır. Elbette kader değil, isteyen istediği noktada çıkar diyorsunuz değil mi? Ama unutuyorsunuz, insan çok korkar, insanın ödü patlar bilinmeyenden. İnsana hele de bizim ki gibi geleneksel toplumlarda kendini seçmek öğretilmemiştir. İçini duymak değildir ki düsturumuz, dışarıdan aldığımız alkış belirler değerimizi.... Zordur yani kendini, mutluluğunu, neşeni, sağlığını seçmek. Mümkün ve zor.

Şimdi en küçük dayım kanser ve iyileşmeyecek. Bana bu yazıyı yazdıran da tam olarak bu, çünkü dayımın ölmesini istemezdim. Şöyle düşündüm, başka birilerinin de dayısı veya sevdiği, kıymet verdiği birileri ölüme yaklaşmış olabilir. Etrafında da tıpkı benim ailemde olduğu gibi merhametli ama akılsız insanlar kümesi olabilir. İstedim ki o hiç tanışmadığım kederli ve çaresiz hisseden insan yalnız olmadığını, yaşamın bu noktasında benim de aynı eşikte başımı ellerimin arasına almış öylece oturduğumu bilsin.

O halde ben kendi durumumu anlatmaya en baştan başlamak istiyorum. 

Teşhis konduğundan beri ne dayım, ne de birinci çemberdeki bizler kesinlikle doğru düzgün bilgilendirilmiyoruz. Daha da fenası defalarca tanıklık etmiş olmamıza rağmen rağmen kanserle tanışan birinin ister iyileşsin, ister ölecek olsun bir daha ona iyi gelmeyen ezbere dönmemesi gerektiğini, yeni rutinler yaratmasının zorunluluğunu idrak etmekte güçlük çekiyoruz. Artık grip değil bedende olan, birkaç seviye üstü, hatta en üstü bile denebilir.... Bedenin diyor* ki, ufak mesajları görmedin, peki, al, bak sana bilboard yaptırdım!

Hastalığı misafir edenin ve onu sevenlerin ilk anlaması gereken şey: bu güne kadar yaptığın, ettiğin, pişirdiğin, yedirdiğin, söylediğin hiçbir şey sana iyi gelmedi. Hepsini devşir, yeniden yapılandır!

Aslında dayım bunu başaracak gibiydi. Bir yıl olarak biçilen ömrü ona inatla bu kelimelerle söylenmemiş olsa da kemoterapinin sadece zaman kazandıracağı ve acılı olacağı iletilmiş, O da bunu istemediğini söylemişti. Çünkü kısa süre önce kemoterapi alan ve perperişan ölen bir yakını olmuştu. O süreci kendi yaşamında tercih etmiyordu. Hem kesin kurtuluş vaadi de yoktu. Sıfır teminat ve bol acı. Aklı başında kim ister ki?

Ne güzel taze meyve sularıyla başlamıştık. Pazara bile çıktık birlikte. Ona kemiklere iyi gelen tozlar, organik zımbırtılar aldım. Hoşuna gitti. Hayaller kuruyor, neşeleniyorduk. Ta ki kuzenim, oğlu  bankadaki parası hakkında konuşana kadar... İlk kalp kırıklığını, ölümün soğuk ve cesaret kırıcı soluğunu o parayı öncelikleyen cümlelerle hissetti dayım. Kuzenim salaktır ama bu densiz hali suçu değil. Paraya tapmayı dayımdan öğrendi. Çünkü sosyal olarak kendinden düşük, ekonomik olarak güçlü bir aileye damat giden dayım her zaman parayı güç olarak görmek zorunda bırakılınca, buna boyun eğmiş ve öyle yaşamıştı. Kuzen de evinde bunu öğrendi. Mantık ve merhameti aynı süzgeçten geçiremiyor oluşu ise  tamamen yaradanın takdiri. 

Adadaki tatilde çok yükseldi dayım. Güneş ona iyi geldi. Ama şekerle mesafesini koruyamadı. Sigarada da zorlandı. Ve etrafındaki akılsız ordusu onu mutlu ederken mutfağı bildik usul sürdürmekte ısrar edip, konfor alanlarını değiştirmediler. Dayım da bunu tek başına yapabileceği bir kültürde büyümemişti. Bir yandan ısırgan kaynatıp, maydanoz suyu sıkarken, ötede bal böreklerle olamazdı... Olamadı. Bilmiyorlardı ve öğrenmek de istemiyorlardı.

Üstüne kuzenden ikinci darbe gecikmedi. Ne gerek vardı Maçka'daki toprağı almaya? İyileşsindi dayım sonra! Sonra? İşte burası zurnanın zırt dediği yer oldu. Artık kontrol dayımdan çıkmıştı. Manipülatif gerzek ( çok özür dilerim kuzenim minnetsiz ve aşırı cahil tutumu karşısında hırsımı alamıyorum ) bu noktada kocaman bir gedik açtı dayımın yaşama tutunma inancında. Demek o ev asla yapılamayacak ve dayım toprağa yaklaştığı huzurlu yaşama gecemeyecekti... Oysa nasıl hevesliydi. Odaları döşüyor, semaverler alıyorduk hayallerde. OLurdu veya olmazdı, mesele bu değildi ki, önemli olan umut vermekti.

Artık inişe start verilmişti. Lezyonlar hızla arttı. Kas kabiliyeti mızmızlık etmeye başladı. Ve olmasın, ölmesin ordusu inatla uyanmak istemedi! Biri konduramadı, öbürü hassastı dayanamadı. Bir diğeri aylarca aklına gelmeyen paça çorbaları kaynatmaya başladı... Niyet kötü müydü? Elbette hayır. Ama gerçeklikten uzaktı. Burası helalleşme, dayıma huzur verme yeriydi... Dayıma kemik suyu değil, zemzem vakti gelmişti. 

Zemzem, kenevir ve morfin....

Ama ne yaptılar? Sertifikasız bir para düşkününden rezil bir diyetle ( onkolog olmayan salak bir karıdan )  kalan kasları yok edip, üstüne kımıldatamadığı koluna iyi geleceğini ve yan etkisi olmadığını söyleyerek ışın tedavisine eyvallah dedirttiler. 

Çöktü dayım. Bir haftada eridi, kaçırdı ucunu yaşam ipinin....

Yok yahu bu kadar olmaz mı diyorsunuz? Ben yaşıyorum bunları. Bir insanın ruhuna asit döküp, bedenini acıya boğan cehaletin, profesyonelce süreç yönetememenin, ölüme layığıyla hazırlık yapamayanların tanığı benim! Birşey yapamıyorum..... Sadece yanında durup bir bebeği severcesine usul usul, acıyla ve merhametle değil, sevgiyle sıvazlıyorum sırtını ve karnını dayımın. Ötelerdeki evine giderken korkmasın istiyorum.

Yaratıcının merhametli olması, geçişini kolaylaştırması için en içten yakarışımı sunuyorum. Burası, yani yemek, nefes almak ve sıçmakta teklenen yer, uyku kalitesinin düştüğü, küçük öksürüklerin başladığı, sesin kısıldığı, kafanın hafiften dumanlandığı nokta cenazeyi planlama yeri. Hangi camii? Öncesinde bir havalı yatak kiralanmalı mı? Pilav tavuk?

Ben istemez miyim bir mucize! Ama nasıl bir bebek için hazırlanıyoruz, nasıl ev temizlenip, anneye ve bebeğe bavullar, odalar kuruyoruz, işte şimdi dayıma yapılmalı bunlar. En güzel çarşaflar serilmeli yatağa, en iyi tabaklara konulmalı yiyecekler. Bolca dokunulmalı incitmeden. Çünkü yaşam onun bedeninden çekiliyor ve bizden ona ulaşacak şefkate, sevgiye çok ihtiyacı var. O seviliyor olma hali geçişini kolaylaştırmak için tek umudumuz. İçtenlikli sevgi...

Babamın ölmeden birkaç hafta önce bir Pazar günü, artık o masaya yanımıza gelemediğinde, evdeki en büyük gümüş tepsiye Pazar kahvaltısı hazırlayıp annem ve kardeşimle yatağına gitmiştik. Bu bizim ailece son pazar kahvaltımız oldu. Babam tek lokma yiyememişti. Sonrasında zaten yaşamdan hızla uzaklaşmaya başlamıştı. Ama annem denemişti. O denemeden bize tatlı ve hüzünlü bir kare kaldı. Ama kaldı. 

Sonsuzluktan geçen ailemize ait bir kahvaltı tepsisi.

Dördüncü evre kanser son aşamada bağırsak ve mide işlevinde zorlanmaya başlar. O hapur küpür yemeler, rahatça s.çmalar bitmiştir. En sevdiği şeyleri bile hazımda zorlanır beden. Artık yine bebeklik başlamıştır, lezzetli hafif şeylerden azıcık yiyebilme ve içinde tuttuğunda "oh şükür" deme vakti.

Bugün evdeyim. İki günden sonra dayımın yanına gitmeden evde kalmaya karar verdim. "Elvan ne zaman dönecek" diyor ama ona faydam olması için önce kendime dönmeliyim. Bugüne ihtiyacım var.

Evdeyim ama aslında balinanın karnında, dayımın yanında oturuyorum. Tıpkı iki gündür odasında yaptığım gibi.... Dilimde yasin, dilimde af, kalbimde sevgiyle balinanın bizi kusacağı anı bekliyorum.

Kanser dördüncü evre hastayı er veya geç öte aleme, onu sevenleri de en yakın sahile kusar. O yüzden herkes bilsin istediğim, herkes olanı olduğu gibi görsün!

Dayımın cenazesi muhtemelen benimle anne ailemin galaksisi arasında dev bir ışık yılı yaratacak. Sonrasını bilmiyorum, tek bildiğim bu yaşadıklarımın ormanda olduğum yıla denk gelmesi tesadüf olamaz. 

Dayım ne diyor biliyor musunuz?

"Yazık ettim kendime" diyor. "Boşver ötekileri" diyor... 

Bugün dayım ve ben Yunus Peygamber'in yanındayız öyle mi? Bak sen! Demek üçümüz de balinanın karnındayız.... Yunus, dayım ve ben adeta bir koroyuz: "Tanrım sen teksin, sınırsız kudrettesin. Ve ben şüphesiz kendine yazık edenlerdenim. Affet!"



* ayrıntılı beden sohbetleri için Bedende Kayıt Tutar ve Vücudunuz Hayır Diyorsa okunabilir.











26 Şubat 2024 Pazartesi

CEVAPSIZ SORULAR*

 

Günaydın,

Yorgun hissediyorum kendimi. Yaşamak hayatın ortasında ve ideal kilosunun üzerinde olan benim için çok yorucu. Neresinden bakarsan bak çay gibiyim; demlenmesin diye beklersin, demi yerine gelince keyifle içersin ve sonra acılanmaya başlayacağı ana doğru lezzeti kaçmaya başlar. Bulunduğum yer deminin son iki fincanı sanki. O hiç arzulanmayan acılanma az ötemde, sadece iki fincan sonra önüne gelecek.

Uzun yıllardır görüştüğüm kız arkadaşlarımın hepsi artık elli yaş üzeri oldular, olduk. Hiçbirimiz kötü görünmüyoruz, çok şükür sağlığımız da iyi ama bundan böyle genç değiliz. İki yaşında bir canlının nasıl etrafını tanımak için bitip tükenmeyen soruları varsa ve emin olmak adına durmaksızın aynı soruları tekrarlayarak anasını babasını tüketiyorsa şimdi bizler de tıpkı o çocuklar gibi çokça soru sormaya başladık. Neden mi? Anlamlı bir bitiş arzu ediyoruz da ondan. Nitelikli, hakkı verilmiş, az buçuk bişiler anlaşılmış bir son. 

Mal gibi geldiler, mal gibi gittiler demesinler ardımızdan.

Cevapsız sorular kıymetlidir. Haftanın taşı bu olsun mu? Ben kuyuya atayım bakalım çıkarabilen olur mu?





*KOAN

24 Şubat 2024 Cumartesi

BERAT EDEBİLİR MİSİN KENDİNDEN?

 

A)Kendimi alsam dağlara götürsem ve orada bırakıp dönsem? 

B)Kendimi alsam dağlara götürsem, temiz hava aldırıp geri getirsem?

C)Kendimi alsam dağlara götürsem, geri kalan herşeyden uzakta yeniden başlasam?

D)Kendimi olduğu yerde bıraksam, "ben" dağlara gitsem ve neler olacak diye akışa bıraksam?

Biliyorsunuz henüz ormandan çıkmadım. Hala kendi iç sularımda kulaç atmakta ve bolca su yutmaktayım. O acı içinde kıvranarak hayal ettiğim balinanın beni yuttuğu sahne ne hikmetse gerçekleşmedi. Fakat benden sonra aynı denizde çok sayıda parçalanmış ceset bulunmuş. 

Seksenlerin sonunda Narayama Türküsü adında bir film izlemiştim. Yaşamın sonuna ilginç bir bakıştı. O filmdeki kabulleniş aklıma ve kalbime zor gelmişti. Yaşamın başlangıcı ve sonu vardı. Hepsi bu. Arada neler olduğuna pek takılan yoktu sanki o kısım sonsuzdu. Velhasıl insan daima sonuç odaklı. Nedenini, niçinini bilmiyorum ama sürecin keyfine varmak belli ki doğamızda yok. 

Yalan yok, ömrüm boyunca ben de böyle yaşadım. Fakat bir noktada uyandım. Ağzımdaki lokmayı uzun uzun çiğnemeyi, banyoda kendimi çitilemeden nazikçe yıkanmayı kısacası anda kalmanın hazzını nihayet anladım. Bu işlerin virtüözüyüm zannedilmesin, ufak ufak da olsa icracısıyım denilebilir.

Ormana gelince, burası zamanın akmadığı değil, kendi zamanıma hükmettiğim yer. Benden çalınan esas ritmi anımsamak niyetiyle, ne kendimden, ne de diğerlerinden kaçmadığım ama onlara uyum sağlamak adına yavaşlamadığım veya hızlanmadığım bir yer. Kesintisiz huzurdan veya gündelik işlere boşvermişlikten bahsetmiyorum. Aksine, en basit olana hakkını verme gayretini anlatıyorum. 

Anlamı yitirdiğim noktaya döndüğüm yerin adı orman. Yatakta gözünü açtığın an, kahveden ilk yudumu yuvarladığın, sabah serinine müteşekkir kaldığın an var ya, işte orası orman. Acıkınca canının istediğini yediğin yer. Uykun gelince yatağa yuvarlandığın ve kedini severken gerçek anlamda ona kıymet verdiğin yer de ormanç

Orman sahici ve değerli olan, asıl doğan,  sana sorulmadan ufak ufak  yaşamından tırtıklanıp, yerine ezberler sokulan hayattan firar edip, perdeyi yaktığın yer.

Çok sıkıldım insanların bana dair ezberlerinden. Göklere çıkartmalarından ve paspas etmelerinden. Bütün bunlardan etkilenmediğim yere orman. Kendime değer biçmediğim, bana değer biçilmesine alan açmadığım yer. 

En başa, hücrenin, zihnin, ruhun en temiz haline dönüp yeniden başlamak isteğim var. Eğer o en saf olanı bulabilirsem, bu defa kurda, kuşa, hele insana yenilmeden yolumda yürürüm gibi geliyor. Sahi yapabilir miyim? Yaparım, ormana girmeyi başardıysam, neden olmasın?

Sadece bazen kafam karışıyor, ormandaki bu "ben" sahici "ben " mi? İşte oralarda bi dağılıyorum. Esas olandan uzaklaşmak çok acı verici. Hayatı boyunca hiç yeni sağılmış süt içmemiş çocuğa mis gibi sütü uzattığınızda istemez. Pastörize edilmişten o kadar farklı ve yoğundur ki taze süt, bunun en şahanesi olduğuna çocuğu ikna etmek zordur. Sanırım tam olarak böyle hissediyorum, kendimi gerçek olana, kendime odaklanmaya ikna etmeye, kendimle devinmeye çağırmaya çabalıyorum. Çabam yorucu, çabam kıymetli, ruhum kah yolda kah saklanmalarda. Ama ormandayım. Bütün bu satırlar ormanın derinliklerinden, benden, bizden, bana.


20 Şubat 2024 Salı

DAYIM VALİZİNİ TOPLUYOR

 

Babam ölürken çok küçüktüm. Artık babamdan bahsedebildiğime seviniyorum çünkü eskiden onun hakkında hiç konuşamaz, hatta yazamazdım. Hele hastalığının son günleri, düşünmek bile ciğerimi parçalardı. Ama artık büyüdüm. Beni terk etmediğini biliyorum. Özlemek derseniz, bilemedim. Babamı elbette özlüyorum ama hatıralarımız o kadar uzaklaştı ki, galiba yokluğundan eksikleniyorum demek daha doğru.  

Şimdilerde dayım hasta. Dikkatim, duam ve bugüne kadar biriktirdiğim varım yoğum onda. Zor bir süreç ve an be an yaşayanların arasından eksilişini izlemek hiç kolay değil. Ölüm bin kez bile kapımızı çalmış olsa, her gelişinde başka bir surette.. O yüzden her gidiş, beni ilk terk edilişime savuruyor.

Dayım toparlanıyor, ben dağılıyorum.


16 Şubat 2024 Cuma

IT'S A SIN, PET SHOP BOYS'DAN GELSİN!


Bugün üçüncü gün ölümü beklemeden, hemen, şimdi ve burada kendime hesap veriyorum. Nasıl mı? Şöyle; blogdaki yazılarımı tek tek okuyor ve tasnif ediyorum. 

Yazarken hep görülmek, bilinmek, anlaşılmak istedim. Neden kuytu köşede yazdım? Çünkü bir o kadar da görünmez olmak istedim. Tüm bu karmaşada yıllar geçti gitti. Ben durmuşum, yürümüşüm, üzülmüş veya incinmişim hiç s.klemedi hayat. Ne bana şeker verdi, ne de sopayla kovaladı. O bildiği gibi devam etti akmaya. Ona katılamayan bendim. 

Elindeki çalı parçasıyla olmayan orkestrasında harmoni arayan şef!

Anneme de bu yüzden gıcıktım. Yaşayamadığı, yaşamaya teşvik edemediği için. Neyse konumuz annem değil, Burçak. 

Burçak dün gece evinde beyin kanaması geçirmiş. Osman aradı az evvel. Neden dedim, onu üzecek birşey mi olmuş? Olmamış. Vaktiyle yeteri kadar üzüldüğünden, ektsra bişi gerekmemiş. Televizyon izlerken birden bire iyi hissetmemiş ve hoop hastane.

Şimdilik durumu stabil. Dilerim iyi olacak. Çünkü mahallemizden birini, üstelik bu kadar erken yaşta kaybetmek istemem.

Bütün bunların It's a Sin ile ne alakası var diyorsun öyle mi? Olmaz mı? Biz mahallece günahkarız. Hiçbirimiz bize dayatılan yolu yürümedik. Kabul görmüş başarı kriterleri mi? Boşversene luzırlığın ansiklopedisini yazarız biz. Hepimiz bir cilt yazsak al sana mis gibi külliyat!

Komik mi? Eh, nereden yaklaştığına göre değişir. Ama bakma sen, aramızdan ünlüler de çıktı. O kadar da leş değildir bizim oralar:) Sadece günahkarız ve s.kimizde diil. Kime ne g.tlük etmişiz? Hiç. Sadece zor evlerden geliyorduk ve kıçı başı toparlamakta, bildik sahalarda top sürmekte zorlandık. Evet, ota, şuna buna düşenler de oldu aramızdan ama "masumların" cephesi hep çok daha iki yüzlüydü. O yüzden bi nefes çekmemiş olmakla beraber, ot mu, ottan hallice b.tan bir hayat mı dersen yerim belli çok şükür.

İşte şimdi geçmiş aynanın karşısına "ayna ayna söyle bana şu yaşadıklarım ne yana?" diyorum. Benim aynam kelimelerim. O yüzden yazmak bir günahsa, cehennemde yanarım inşaaallahhh!!!

Burçak iyi olacak.

15 Şubat 2024 Perşembe

KOY KOY KOY


Bütün gün çalıştım. Yazdım, okudum, yoruldum. Yaşadım. Yaşayamadım gibi oldu. Yemek yaptım. Yedim. Sonra T.P. bu şarkıyı gönderdi. Annesi çok severmiş... Benim de babam severdi. Kadınım. Eee ne oldu? Gittiler. Herkes gider. Daha önce de söylemiştim kalan hayattır. 

S..kerler böyle Dünya'yı diyeceğim de edebi değil :) Ne zormuş ayık kafayla insan olmak vre .... Hele bizim yaşlarda, di mi T.'cım?

Neyse Tanju Okan'dan çalıyorum, Koy Koy Koy...

14 Şubat 2024 Çarşamba

C'EST LA VIE*


Günaydın,

Zor bir sene olacağı aylar öncesinden müjdelenmiş, barikat kurun, zırh giyin, yiyecek stoklayın gibi tatlı sözlerle gelmekte olana hazır edilmiştik. Biz ne yaptık? Pompei son günlerinde ne yaptıysa onu; donumuzda sallamadık. Sallamadık derken benim yıllardır tekbaşıma salladığım don o kadar yıpranmıştı ki, sonunda ben de pes ettim. Gittim yüzdüm.

Bu ülkeden bi cacık olmaz. Bakınız tarihe, ne zaman hayırlı uğurlu bir grup adam gelse meydana, sayelerinde umutlanmış azıcık gün yüzü görmüşüz ama ardı hep daha koyu karanlık olmuş. 

Bu ülkenin insanında Batı Kompleksi diye bişi var, yönetim kadrolarında medeni insan görünce eğer o medeni insan bu topraklardan biriyse tez zamanda aşağılık kompleksine kapılıyorlar. Onu önce hayranlıkla dinleyip, hemen ardından kendini eziklemeye başlayıp, o beş dakika önce hayran olduğu adamı, adamları yok etmek istiyorlar. Bu hep böyle oldu, olmaya da devam edecek.  Kanıt mı? Çok eskilere gitmeye gerek yok, 12 Mart'a kadar bi uzanın, arkasından gelen yıllar boyunca kimlere neler edilmiş cennet vatanımızda hafızanızı tazeleyin.

Ben haber izlemediğim ve evimde yıllardır televizyon olmadığı halde sadece sosyal medyada akan haberlerle perişanım. Konu tam olarak bu zaten, haberleri izleyerek akşam yemeği yiyen, yiyebilen insanların evlatlarıyız biz. Körfez Savaşını, Bosna'da olanları böyle izlemedi mi insanlar? Kızına gecelik yerine pijama giydiren, çocuklarını babalarından koruyan annelerin evlatlarıyız. Babalar öcü, kadınlar melek. Yok öyle yağma. Cinsiyetçi iyilik kötülük paylaşımına ifrit oluyorum. Belki o evde anne sapkın? 

Kendimi uzun yıllardır defans oyuncusu gibi hissediyorum. Omuzlar gergin, kaşlar çatık. Kalp kafeste, zihin hep uyanık! Bu ne ya? Böyle yaşanır mı? Düşman belli değil ama hep savunmada....

Akıl hastasından halliceyiz. Dogmatik zihin yapısı bu ülkenin makus talihi değilse nedir?

Kocası ölmekte olan yengemin  Dünya'nın içinde bulunduğu durumu, tüm kötülükleri Yahudilere bağlamasına güleyim mi, yoksa ağlayayım mı? Ne kolay değil mi kötülüğe bir isim verip, hedefi belirlemek! Konfor alanı dediğin böyle yaratılır.

Benim hiç umudum kalmadı. Saklanacak, sığınacak yer falan da yok. Burası Pompei İstanbul Şubesi, faciadan 1945 yıl sonra yine aynı yerdeyiz. Bu defa iki günde değil, uzun zamana yayılmış telef işlemi... İster Lut Kavmi de adına, ister Pompei Ahalisi onlar bizim kader birliği ettiğimiz ölüler. Aynı yolun yolcusuyuz, tek fark bizi bir felaket değil, felaketler silsilesi silip süpürecek.

Merhametsiz, şiddet yanlısı insanımsılara dönersek, onları kadınlar yetiştiriyor.... O pislik yapıyı besleyen oğlunun cinsel organını avuçlayarak seven, ona paşam, ağam diyen, vakti gelince aynı geleneğe yatkın bir diğer kadına devir teslim yapan kadınlar.  

Bu toplumda sapkınlık kadınla başlayıp, erkekle taçlanıyor. Şiddet ve öfkeyi hazla karıştıran bir zihin nasıl berraklaşır, oradan hayır uğur çıkar mı derseniz çıkmaz. Çıkamaz. Dinginlik sağlanmayan yerde sevgiden söz edemezsiniz. Bunlar iyi günlerimiz. Söylemiştim, anlatmaya çalışmıştım, kısmet değilmiş.... Tarih bizi bir grup ahmak olarak yazacak....

Selavi dostum!



* Biz Fransızca bilmeyenler Selavi diye yazarız ama okuyucuya saygımdan baktım google amcaya, böyle yazılıyormuş. 

12 Şubat 2024 Pazartesi

10 Şubat 2024 Cumartesi

BIG BLUE*

 

Hepimiz mutluluğu aradığımızı söyleriz - ki yalandır, aslında sadece bekleriz-, sonra akşam eve gidip kederli filmler izleriz. Neden? 

İnsan acıdan beslenir, ondan. 

Fakat acı ve çaresizlik aynı şey değildir; acıdan çıkma olasılığımız vardır; er ya da geç sona ereceğini, erdirebileceğimizi biliriz. Çaresizlik öyle değildir... Sınırlarımızı aşar, bizi kilitler ve anahtarı suya atar!

Çarşamba günü salonda otururken evimin tavana kadar deniz suyuyla dolduğunu hayal ettim. Çırpınmıyor, nefessizlikten korkmuyor, konuşmuyor ve gülmüyordum. Hızlıca yüzeye çıkmak gibi bir derdim, çırpınışım olmadığı gibi kılımı kımıldatmıyordum.

Çünkü bu suları iyi biliyordum. İlk defa geldiğim bir yer değildi, defalarca dönüp dolaşıp yakalandığım duygudaydım. Çaresizdim. Buraların matematiğini bilmek beni daha güçlü yapmıyordu. Kımıldamıyordum çünkü satıh yoktu. Kımıldamama gerek yoktu çünkü yüzeye ulaşsam bile nefes alamayacaktım.

Ölüm yine gelmiş, sevdiğimin arkasından dolanıp, ellerini omuzlarına yerleştirip, gözlerini gözlerime dikmişti. 

Enzo ve Jacques havuzun dibindedirler. Bağdaş kurup, karşılıklı otururlar. İkisi de anın eşsizliğini bilerek birbirlerine bakarlar. O gün birlikte yüzeye çıksalarda kısa bir süre sonra Jacques gidecektir. Ait olduğu yere dönecektir. Peki Enzo? Enzo birkaç milyon hücresini havuzun dibindeki anda bırakır. *

Ölüm her defasında bizden bir lokma kopartır. Bazen bedeninimizden, kimi zaman zihnimizden ya da en fenası ruhumuzdan... Birgün ona verecek hiçbir şeyimiz kalmayınca da kalan kırıntıları süpürmeye gelir. Yaşlılar bu yüzden yavaşlar, çok parça kopmuştur onlardan, yaşam azalmış, ölüm çoğalmıştır varlıklarında.







4 Şubat 2024 Pazar

SESSİZLİK

 

İyi Pazarlar,

Henüz saat erken, sokaklara insanlar dökülmemiş. Sadece birkaç kedi var yemek aramaya çıkan. Ve ben bu saatleri çok seviyorum. Okumak, yazmak, evimi toparlamak ve hemen hemen herşey için güzel zamanlar.

Dün sabah yenişemediğim çaresizlik hissimle öğleden sonra vedalaştım. Çocukluk arkadaşlarımdan biriyle buluşunca içim serinledi. Aynı mahallede büyüdüğüm insanla neredeyse beş saat kesintisiz eski zaman konuştuk. Galiba farklı sebeplerden ikimizin de ihtiyacı varmış. Büyüklerin davul dengi dengine dediği bu olsa gerek. 

Biliyor musunuz bir şey anlattığınızda fazladan sorularla hikayenizi piç etmeden, anlayarak dinleyen kaç kişiye sahipseniz o kadar zenginsiniz. Kastettiğim entellektüel bişi değil. Tam tersi, yaşamakla alakalı. Jale Teyzeyle harım, pazar, lale, Bardakçı konuşmak mesela. Ya da dün Gözde'yle yaptığımız, mahalle sohbeti. Mazhar Osman, İlhan Koman, madam teyzeler ve daha nicesinden bahsedip gülümsemek. Günü Mabel'de likörlü çikolata yiyerek bitirmek. 

Başka türlü iyi olamazdım. İçinde yaşadığım toplum beni tükürüyor. Açıkcası bende ona pek hayran sayılmam. Sayımız azalıyor....

Bugün mü? Muhteşem Isparta elması buldum markette. Onlardan kurabiye, kek ve marmelat yapacağım:))) Çünkü üç kilo elmayı yiyerek bitiremem. Fakat en sevdiğim kış meyvası elmaymış, anladım.

Şimdi bi yatağımı toplayıp üzerimi değiştireyim, belki elma ile neler yapılabilir diye tarifler yazarım günün sonunda?

İyi Pazarlar

3 Şubat 2024 Cumartesi

IF YOU BE MY LIGHT

 

Günaydın,

Herşey ve herkes, tüm olaylar, her "an" ışıkmış... Göremeyen benmişim..

Bir buçuk yıldır yaşadığım yeni mahallemde, buranın en berbat apartmanını seçmeyi nasıl başardım bilmiyorum. Bu evde yaşadığım aydınlanma, sadece salonu dolduran ışıktan ibaret değil. Gerçek anlamda insanın doğası, sınıf kompleksi ve daha nice nice kötülük varyasyonu hakkında ışıl ışıl oldum! Açıkcası öğrendiklerimi üst üste koyarsam değil kazıklanmak, az bile ödemişim bu eve.

Berbat insanlarla yaşıyorum. Tam göçebe kafası. Ortak yaşama dair hiç fikirleri olmadığı gibi, eğer b,r beyaz Türk söylerde kompleksten geberip katiyen öğrenmek istemiyorlar. Vahşi bir alan koruma içgüdüsü ile tutunuyorlar yaşama. Tıpkı hayvanlar gibi istedikleri yere s.çıp, istedikleri yere yerleşebilecekleri kanatindeler. Estetik kaygıları hiç yok. Temizlik dersen haftada bir defa çamaşır suyu kafasındalar. Aşağılamak için söylemiyorum çünkü o kadar eğitimsiz ve o kadar ülkede en irite olduğumuz profile dahiller ki, bence onlar zaten kendilerini epeyce aşağılık görüyorlar. Zaten bütün bu hırçınlık, işbirliksizlik bundan kaynaklanıyor. Kendiyle derdi olmasa bu b..kuyla kavga eden tavırlar ve iktidar kavgası neden ola? 

Büyüğünden gördüğünü yapıyor, onun kadar ucuzlaşmayacağınızı çok iyi bildiği için en ucuzundan, en pespayesinden donanıyor silahını. Hemen hemen hepsinin başında bir bez parçası var. Onunla korunuyor kendince.

Ne kadar iletişim kurmaya çalışsam, uyumlu bir komşu gibi davransam da olmadı. Bunu ilk kez yaşamıyorum, benden daha düşük gelirli, daha eğitimsiz insanlara ne zaman tevazu göstersem,  antipatik oldum. Çünkü konu ben değildim, onların içini kemiren, değersiz hissettiren her şeydi. Ben bu hislerin vücut bulmuş haliydim. Beyaz Türk. Okumuşundan bi de! Haspam!

Olan biten bu. Vicdansız, merhametsiz, düşük gelirli ve sözde dindar insanlarla yaşıyorum. iyi, tamam da ben bundan nasıl bir ders çıkartacağım? 

Bir evim var diye şükretmek mi? Ediyorum. Muhteşem bir sahilde yürüyebildiğim için ne kadar şanslı olduğumu hatırlamak mı? Hatırlıyorum. Er veya geç tıpkı benim Fenerbahçe'den buraya sürgüne geldiğim gibi onlar da buradan göçmek zorunda kalacaklar, biliyorum.

Eskiden köylü hakkında kötü söz söyleyenlere aşırı tepkiliydim. Üzülürdüm. Çünkü benim hiç derdim olmadı köylüyle, aksine saygım oldu. Ben şehirliye öykünen kasabalıdan tiksinirim. Onun ucuz hesaplarından, görüntü olarak benzeşerek sınıf değiştirmeye çalışan ama kafasının içi örümcek kaplı yapısından...

Genç, güzel ve başarılı olduğum yıllar ardımda kaldığım için mutluyum. Artık mutlaka yok edilmesi gereken bir hedef değilim. Yine de benden çok rahatsızlar. Bende onlardan. 

Burada ışık olmalı bir yerlerde. Şu evde başıma gelenlerin bir anlamı olmalı. vahşi bir ormanda daha fazla ortak yaşam edebi olduğuna eminim... Oysa ben şehrin ortasında bir avuç ezilmişle can güvenliğim olmaksızın debeleniyorum. 

Söylemiş miydim yavru kedilerin yemek kabına kül boşalttılar. yetmedi onları kimbilir nereye attılar. Olmadı eşyalarını depoymuş gibi apartmanın önüne, içine yığdılar. bahçe duvarları, giriş taşları kırık dökük ama hiç umurlarında değil... Varsa yoksa çamaşır suyu.

Fakat dillerinde hem Allah, hep hak ve haksızlık kelimeleri. İçten içe öyle iyi biliyorlar ki dev yalanlar içinde yaşadıklarını. Ama birlik olurlarsa bu yalanı iyi koruyabileceklerini düşünüyorlar. Ömrü hayatımda hiç bu kadar ait olmadığım bir yerde yaşamamıştım. Londra'daki zenci mahallesi dahil!



2 Şubat 2024 Cuma

MAT İYİDİR.


Günaydın,

Güne mat üzerinde başladım. Hemen heyecanlanmayalım, mata çıktım dediysem üç beş esneme hareketiydi o kadar. O da bayıldığımdan değil, yüzerken uzayan kaslarımın formu değişmesin, yaz gelince sıfırdan başlamayalım diye. Sonuç: iyi geldi. Biraz kımıldayınca sadece omuzlarımın ve üst sırtımın gerginliğini, bacaklarımın kalınlığını değil, dişlerimi sıktığımı da fark ettim. Gözlem faydalıdır, zira gün içinde kendimizi sobelemeye yarar. Fark etmediğimiz şeye dair iyi kılma, yerine yenisini koyma arzusu duyamayız.

İnsan bedeni anatomi severlerin anlattığı gibi sadece mekanik bir yapı değil;  bedenin omurların arasında korunan ve tüm sisteme yayılan elektrik santralleri, kimyasalları ve daha kimbilir bugün modern tıbbın henüz isim veremediği neleri neleri var. 

İnsan, içinde kocaman bir okyanus salındığını, en az o okyanus kadar derin ve gizemli olduğunu bir bilse! Bilebilsek... 

Bilenlenden, sezenlerden olsak....

Bedensel aktivite beni farklı bir kafaya sokuyor. Okuyarak ve yazarak elde edemediğim bambaşka eşiklere getiriyor. Oralara gelirken, genellikle beklentisiz oluyorum fakat nasıl bir süreçse her defasında görüyorum ki, müzik ve beden kımıltısı gerçekten işe yarıyor. Yani günde şu kadar namaz, bu kadar seks, spor, yürüyüş, dans neyse önerildiğinde ve uygulanıp, devamlılığı sağlandığında değişeceğiniz kesin. Elbette günde beş saat ölümüne antreman yapın demiyorum, o profesyonel sporcuların meselesi. Ya da sevişmek bilinç açıyor diye önümüze gelenle sevişmiyoruz. Bilmem anlatabildim mi?

Ay ne anlatıyorum ben sabah sabah. Mattaydım, hoşuma gitti. Nokta.

Uzun yıllar mata çıkmış biri olarak "bir metrekarelik" alanı şiddetle tavsiye ederim. Zira yaşamda ve ötede kullandığımız ahanda o kadardır. Bu yüzden sahicilik özlemi dayanılmaz olduğunda veya dayatılanların sahteliği taşınmaz hale gelmeden az evvel, sırf dengelemek için bile olsa mata çıkılmalı. Ya da seccadeye kapanmalı.

Dışarıda güzel bir hava var. Mutlaka yürüyeceğim. Artık güneşi seviyorum, hatta özlüyorum. Dilerim içinden geçmekte olduğumuz iyice daralmış hayatlarımızda ne yapar eder kendinize bir metrekarelik alanlar yaratırsınız. Elli senelik yaşayamamışlık deneyimimden yola çıkarak o bir metrekarenin peşine düşmenizi, onun farklı yerlerde, değişik formlarda her an önünüze çıkabileceğini anlamanızı dilerim. 

Görmek niyetiyle bakarsanız, size görünür olur. 

Namaste