Farklı. Dışarıdaki matematikten, akıp giden mevsimlerden, tekrarlayan döngülerden çok farklı. Başka türlü çalışan, kim bilir belki de çalışmayan bir devri devranı var içimin.
İçim ne ki benim? Ciğerim, böbreğim, her bir hücrem? Yoksa yaşadığım, yaşayamadığım, yaşayıp altında dümdüz olduğum olaylar ve duygular?
Hepsi ve daha fazlası.
Çünkü içimde kocaman bir evren saklı. Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz birbirinin ardı sıra açılan boyut kapıları gibi... Bazısından geçtiğim, kimine ne ettiysem varamadığım, kim bilir belki varlığını unuttuğum onlarca, yüzlerce kapı..
Amma saçmaladın bacım sabah sabah diyen varsa aranızda, gidip ülke ekonomisi hakkında yazan bir büyüğümüzü okusun, baksın da görsün bakalım saçmalamanın babası nerede yapılıyormuş!
Noel akşamında misafirim vardı. Geçen yıl ailece yemek yemiştik, bu sene sevdiğim bir arkadaşımla baş başaydım. Havadan, sudan konuşmadık. Hayattan, yaradan, bereden, yastan, ölümden, dışarıdan gelen ve ardı arkası kesilmeyen müdahaleci tavırlardan bahsettik. Özellikle ölümün kıyısında olmaktan, o kıyıda yürüyenlere el uzatmaktan ve ölmekten, ölümün kokusundan huzursuz olmamak için tam bir kendini gerçekleştirme, tüm sınırlarını ve potansiyelini görme gerekliliğinden bahsettik.
İnsanı korkutan bitişler, sona erişler değil, başlanamamış, tamamlanamadan kalacak olanlar...
Ne anlatmak istediğimden de pek emin değilim bu sabah ya, sanırım ölüm, ayrılık, tamamlanan yas gibi içimde evirip çevirdiğim, uzun süre ısıtıp ısıtıp ılığında titrediğim şeylerden bahsetmek istiyorum.
Bir duyguyu başlatmak mümkün, ancak bitirmek değil demişti Winterson. Özellikle tutku, saplantı gibi hastalıklı, buram buram sağlıksızlık kokan yamalı hislerdi anlatmak istediği. İçinde akıl, mantık barındırmayan, karanlığına bayıldığımız.... Vardı benim de böyle bir hissim, kovaladıkça yüzüme konan sinek gibi, her gün parçalanan ciğerimin ertesi sabah sapasağlam yerine konması gibi onlarca yıl gitmedi, bitmedi. Ben bitirmek istedikçe küllerinden doğdu. Ve bir gün geldi bitti. ben yok etmek için savaşmayı bıraktığımda, olanı olduğu gibi görmeyi seçtiğimde bitti.
İçimin o kapısından içeri girdiğimde mekandaki tek ışığın elimdeki cılız fener olduğuna aydım! Fenerin pillerini çıkarttığımda etrafımı saran karanlıkta oturdum. Sesleri dinledim, konuları ayırt ettim. Feneri ve pilleri orada bırakarak dışarı çıktım.
İçimdeki bir döngü tamamlanmıştı; akmayan, elle tutulamayan, zaptı raptı na mümkün zamandan sıyrılmıştım!
Sonra aynı yıl içinde yalnız, aşırı yapayalnız bir ölüm geldi. Bir kadının yapayalnız, buz gibi ölümü... Hiçbir canlı yalnız ölmemeli dedi içimin konuşkanı. Şimdilerde onun yasını tutuyorum. Bu yastan bir yaşam çıkacak hissediyorum.
İçimin devirleri, feleğin çarkı ve kaderin dümen tutan elleriyim ben. Her şeyim, herkesim, hiç kimseyim ve hiç'im. O yüzden yazıyorum, yazdıkça geçiyorum kapılardan, kelimelere döküldükçe yakalıyorum birbirine paralel akan zamanları.
Çok büyük bir teşekkürüm var hayata; bana verdiği ve benden esirgediği her şey, herkes için....
*BİR OSMANLI KÜFÜRÜ DİYOR EKŞİ SÖZLÜK:))))