16 Mayıs 2021 Pazar

PERDESİZ



 

Şimdi şimdi anlıyorum, hatırlıyorum; kabir azabı olarak tanımlanan şey, aslında dünya alemindeki aymazlığımızdan, derin uykumuzdan, ışık geçirmez perdemizden, gafletten başka bir şey değil. Peki azabın bittiği, temizlendiğimiz ve cennete kabul edildiğimiz yer? Orası neresi?

Cennet ve cehennem imgelemleri gibi, her birimizin kabir azabı ve azabın sona erip, cennete süzüldüğümüz eşikleri tamamen farklı olmalı... Çünkü herkesin tekamül yolculuğu, ruhsal deneyimleri, varlığıyla kurduğu ilişki bambaşka...

Ben sadece kendi serüvenimi, arada bir uykumu bölen uyanışlarımı, hatırlayışlarımı anlatabilirim. Peki sen? Sen bana ne anlatırsın sevgili okur? Senin kabir azabın nedir? Seni zaman zaman uyandıran nedir?

İlkokul yıllığındaki fotoğrafım nedense birinci sınıfta çekilmiş bir fotoğraftır. O sene zaten tüm aile için zor bir yıldı ve ne okulun mezuniyet balosuna gitmiştim, ne de herhangi bir eğlenceden zevk almıştım. Biz; annem, kardeşi ve ben, henüz kederli ve zor yolculuğumuza uyum sağlayamamıştık. Gülüşümüz yüzümüzde donmuş, ihtiyaçlarımızı gani gani karşılayan babamız ölmüştü. Derin bir yoksunluk, tarifi tanımlara aykırı bir yoksulluk içindeydik. Küçücük bir sandalda tek kürekle yol alıyorduk sanki, henüz ufukta bir kara parçası yoktu.

Okul yıllığından aklımda kalanlar: Sevgi, barış, öğretmenim. Bunlar kıymetlilerim. En sevdiğim ailem. Olmak istediğim, araştırmacı. Lakabım Çilli Horoz.

Hala en kıymetlilerim ve en sevdiklerim değişmedi. Barışçıl kalmak çabam, sevgiyi arayışım ve öğretmenlerime saygım olsa olsa artmıştır. Sevgi tanımımda ise çember genişledi elbette;  sevdiklerime ruhsal ailemi, yolumun kesiştiği dostları, arkadaşları da ekledim. Olmak istediğime gelince... Hep çok kurcalayan bir çocuktum. Velhasıl araştırmacı bir kimliğim hep oldu. Arkeoloji okumak ve sonrasındaki içsel arayışlarım hep bu yüzden değil mi?Burnumu olur olmaz işlere sokmam başka nasıl açıklanabilir?

Çiller mi? Çil mil kalmadı yüzümde. Fazıl diye dandik bir çil giderici krem vardı eskiden, aranızda hatırlayan var mıdır? İşte benim çilleri o alıp götürdü... Çünkü güneşin bana zarar verdiğini söylemişti  doktorlar, olası bir kanserden koruyorlardı beni. Zaten anneannem de pek seviyordu bembeyaz tenimi, "konak güzeli", "biricik akça pakça torunum" diye methiyeler düzüyordu beyazlığıma. Demek ki güneşe çıkmamakla iyi ediyordum. Varsın Fazıl'ın olsundu çillerim.

Niye sabah sabah bu birbiriyle alakasız görünen şeyleri yazdım biliyor musunuz? Çünkü alakalı, çünkü ben de herkes gibi zaman yolcusuyum! Kendi kehanetlerimin şifrelerini çözüyorum. Daha ufacık bir çocukken araladığım perdeyi sonuna kadar açmak için sabırsızlanıyorum!

Çok iyi biliyorum ki, o perdeyi açtığım an kabir azabım bitecek! İnsanın cenneti, kabir azabının bitişi gaflet uykusundan uyanmasıdır. Cennet buradadır, cennet sadece perdenin ardındadır. Cennet uyananlar, kodu çözenler, zaman ve mekanın illüzyonunu çözenler için şuracıkta beklemektedir.

Peki ne oldu da o perde kımıldamaya başladı? Şöyle ki, bundan birkaç sene evvel çocukluğumu masaya yatırdım. Yanına anamın, babamın ve onların anasının babasının çocukluğunu da yatırdım. Başladım saçlarını okşamaya. Ben sordum, onlar anlattı. Günlerce, haftalarca, aylarca hep birlikte yaşadık. Korkularımızı, yanlış kodlarımızı, neşemizi, kederimizi konuştuk. Sonunda anladım ki, tüm yazılımım onlardan, onlarınki de "bir"den!

O halde aradığım her şey Hansel ve Gretel' in ufalanmış ekmekleri gibiydi; geçmiş ve gelecek içimde duruyordu. Hatırlanmayı bekliyordu! Benim tek yapmam gereken uyanık olmak ve perdeyi kenara çekmekti! İstediğim tarafa yürüyebilir, istediğim her ayrıntıyı hatırlayabilirdim.

Öyle yaptım. Güneşin dostum olduğunu anladım, hatırladım! Yıllarca kendimi koruduğum kalın yağ tabakamın kullanmayı bilmediğim bir silaha benzediğini fark ettim. Evet, etten, kemikten ve yağdan bir koruma kalkanım vardı ama asıl korunmasız kalan içimdi! Ruhum aç, sefil ve besinsizdi. Bu defa o yağları şifa niyetine yutmaya başladım. oburlukla değil, keyifle pişirdim yemeklerimi. Nasıl büyük bir paradoks değil mi? Elimde bir tüfek varmış, ben onu balta niyetine kullanıyormuşum:)) Elbette amaca hizmet etmediğinde de kendimi başarısız addediyormuşum!!!! Yüz kilo oluyormuşum da yine de kendimi koruyamıyor, gücümü elime alamıyormuşum!

Cesaret denilen şey korkusuzluk falan değil ki, cesaret denilen tamamen bir farkındalık. Korkuyu beslemeden uyanık kalma hali. Zihnin, bedenin ve ruhun yolculuğunu kucaklama, perdeyi kenara çekme durumu.

Sonuç olarak ben aslında bir perdesizmişim! Her kul gibi doğduğum an önüme serilmiş gerçeklik fakat yine her kul gibi ışıktan ve koşulsuz sevgiden gözlerim kamaşınca perdeyi çekip, kabir azabına sokmuşum kendimi! Örtmüşüm perdeyi, unutuşa bırakmışım hayatı.

Perdesizlere dahil olmak için yapılacak şey basitmiş aslında; ezberi bozmak! İçeri bakmak ve hatırlamak! Zamansızlığı, hiçliği, birliği anlamak.... Kelimelere saklanan, hücre duvarında "ce" demek için bekleyen anahtarı kavramakmış. 

Anlatabilmişimdir inşallah! Amin, çok amin!




Hiç yorum yok: