29 Ekim 2020 Perşembe

GEÇMİŞİ RUHU, PİNAR AĞACININ ALTINDA

 







                Geçmişte olanlar iyiydi, bugün olanlar iyi, yarın olanlar iyi olacak.

                                                                                                                          Bhagavad Gita


İstanbul'da güzel bir sabah. İşe giden İstanbullu için ise sıkıntılı. 

Peki bana nasıl bir sabah? 

Sadece bedenimin değil, ruhumun da gözlerini araladığı bir sabah diyelim. Huzurla uyuduğum ve uyandığım gecenin sabahı. Çünkü kendimi daha fazla huzursuz etmemeye karar verdiğim ve zihnimin ıstırap tiyatrosuna perde kapattırdığım bir sabah.

Belki bu sebeple yağmurun ince ince yağması, yer yer gök gürültüsü ve elimdeki kahve, az ötemdeki Theodora, ben dediğim, benim sandığım her şey iyi hissettiriyor.

Kendimi kabulde hissetme gücü ellerimde. Zihnimde. Hatta zihinsizliğimde. İstanbul'daki evimde de değilim aslında, bu satırları Mars Mabedi'ndeki barakadan yazıyorum. Pinar ağacının yapraklarına düşen yağmurun sesi, dalların arasına saklanan tavukların sessizliği var kulaklarımda. Göktepe'nin üzerinde dolaşan kara bulutların ardına takılmadan, geçişlerini izleyerek yazıyorum. Çok fazla yiyecek yok bu evde. Masamın üzerinde birkaç keçi boynuzu, azıcık  zeytinyağ. ve biraz kuru incir. Kübra Nine'nin yağ kandiliyle aydınlanıyor klavyem. Arada kaydediyorum yazdıklarımı. Şarj her an bitebilir.

Bazı şeylerin değişmemesi huzur verici. Hayatın tekrarlarını seviyorum. Yağmur yağınca elektriklerin kesilmesini mesela.  Çocukluğumda uzun kış gecelerinde elektriklerin kesilmesini severdim. Gizemli bir atmosfer olurdu. El fenerleriyle komşular gelirdi. Çay demlenir, annem meyve, bisküvi artık evde ne varsa hepsini ortaya koyar ve mahallenin büyükleri hikayeler anlatmaya başlarlardı. Yer gök inlerken sıcacık evlerimizde onlarca, kimbiir belki yüzlerce yıldır anlatılan hikayeleri dinlerdik. Fatma teyze anlatırdı önce. Kuş olup kardeşi Yusuf'u arayan kuşun hikayesini. Yusufçuk kuşu. Sahi kardeşini mi arar Yusufçuk? Yoksa kendinden bildiğini, kendine ait kayıp parçayı mi?

Mars Mabedi'ndeyim. Gelen giden yok. Sadece geçmişin ruhu, anılar ve gelecek güzel günlerin kokusu var. Pinar ağacının altındaki  barakadan yazıyorum. Burası sihirli bir ev, tıpkı Çobanyıldızı Sokak'taki kule ev gibi. Dün gece geçmişi, bugünü ve geleceği kuzinenin içindeki tepsiye döktüm. Yavaş yavaş kokusu yükselmeye başladı bile. Çok lezzetli bir hayat pişiriyorum. 

İhtiyaçlarımın azaldığı, uykumun kısaldığı, iç huzurumun arttığı yeni bir dönem başlattım. Ben yazıyorum, o, yenilenmiş ben pencereden dışarı bakıyor. Bazen yerimden kalkıp yanına gidiyorum. Zamanda yolculuk yapan bakışlarına eşlik ediyorum. Konuşuyoruz, dertleşiyoruz. Birlikte hatırlıyoruz. Ona mektupları gösteriyorum. Saklamış olmama hayret ediyor. Sonra cebinden fotoğraflar çıkartıyor, birlikte bakıyoruz. Kızacak bir şey yok. Kayıp yok. Üzüntü yok. Hayat hep iyilik, hep kazanç. Sonsuz bir öğrenme.

Aşk ne kadar acıtabilir? Ölüm aslında nedir? Kötülüğün hiç el sürmediği upuzun bir örtü gibi önümüzde uzanan çayır. Pinar ağacının altındayız, barakada. Burası perilerin koruduğu özel bir yer. Artık bütün yazılarımı buradan yazacağım.

Artık her şey iyi.



Hiç yorum yok: