11 Eylül 2020 Cuma

ÇAYLAK FIRTINASI

 





 


Eylül ayındayız. Fırtına takvimine göre önümüzde Çaylak Fırtınası var. Ne yalan söyleyeyim eskisi kadar korkmuyorum şu fırtına işinden. Sebebi de gayet basit; ciddiye alıyorum.

Bir zamanlar ruhumu uçuran mevsimsiz rüzgarların artık olsa olsa saçlarımı havalandıracağını öyle iyi anladım ki. Üstelik o bile eskisi gibi olamaz. Uzun saçlı bir kadın değilim artık.

Yoga derslerine gitmeye başladığım ilk yıllardan yönlendirmeli bir meditasyon hatırlıyorum. Zihin izleme meselesinde epeyce acemi olduğum o senelerde en sevdiğim şey hocamın sesini takip etmekti. Onun sesi, bana iç sesime sağır olduğum zamanlarda yönümü bulmam için destek olurdu. O kadar pis bir şeydir ki insanın içsel rehberini duyamaması... Bu yüzden değil midir pek çoklarının olur olmaz şeyhlere, guru müsvettelerine kapılıp gitmesi?

Neyse, o gün çok acayip bir şey oldu. Varlığım, yani bu dünyada ve bu bedende geçici olarak bedenlenen öz benliğim, bambaşka bir formla karşımdaydı! Onu daha evvel de bir kez görmüştüm ama o zaman yüzü çatlamış toprak gibi kırış buruş bir ihtiyardı ve harika gülümsüyordu. Oysa bu defa en fazla elli kilo, ince uzun bir genç kadındı karşımdaki.

Karşımdaki? Zihnimdeki? İçimdeki?

Boşlukta yürüyordu. Havada! Dansçı gibiydi duruşu, kelebek ya da balerin gibi. Yüzünü net seçemiyordum ama bedeni ince ve hafif kaslıydı.

Yıllar içinde o kadını hep gördüm. Olur olmaz yerlerde çıktı önüme. Müzedeki heykellerde, romanlarda, bale seyrederken. Ama en çok şaşırdığım sirkteki trapez gösterisi olmuştu.

Birkaç kadın ipten ipe atlarken, bir tanesi de, bu çok iyi bildiği beden durumunu gözlerimin içinden,  benim içimden izliyordu! Artık bedenimin potansiyelini biliyordum! Hatırlamıştım! Deneyimlediği sporları, yükseklikle ilgili algısını ve daha neleri neleri anlamlandırabilir olmuştum!

Ben, bu beden ve bu hayattan ibaret değildim! Çok daha fazlasıydım!

O gün mat üzerinde yaşadığım kısacık karşılaşmanın hayatımda gerçek anlamda bir yer edinebilmesi yıllarımı aldı. Tıpkı göğsüme beton dökülmüşlük hissinin bir fil oturması falan değil, düpedüz bir fil ailesinin yuvalanması olduğunu anladığım gibi!

Kalbim. Kalbimden bahsediyorum. Elbette atıyor ve elbette bir şeyler hissediyorum. Ama derin derin değil.. Hislerim donuk, kesik, kopuk. Soluğum gibi. Halim tavrım insanı yalnız, öksüz bırakan cinsten. İşte şimdi tam buraları okuyorum. Ve bu defa o, öz benliğimin bedensel deneyimlerini anımsayarak, kelimelerimden değil, hareketlerimden okuyorum. Bedenimin fırtına takvimini iç haritamda deniz deniz, okyanus okyanus işaretliyorum. Sığlıklar, kardinaller ve şilepler arasından geçerken hayal gücümü baskılamak çok zor. Yine de hem kendim, hem de bu sulara meyledecek denizciler için işaretler bırakıyorum. 

Düşünüyorum da, evrendeki en büyüleyici, en dudak uçuklatan yolculuk insanın iç sularında ve tek başına yaptığı.

Jordan* gibi.

*Vişnenin Cinsiyeti, J. Winterson

Hiç yorum yok: