Dün Altın Boynuz'un herkese saklı -kimbilir kaç cinayeti balçığında saklayan- sularında gün sona ererken, etrafımdaki güzelliği uzun zamandan sonra tekrar keşfettim.
Kırmızı Mektep, hemen onun yamacına gizlenmiş Moğolların Kanlı Meryem'i, Haliç'e hiç yaşanmamış aşklarını ve başka hayatlara kıskançlıklarını bırakan Hera Tapınağı bakireleri, kutsal suyla kutsanan nice Bizans soylusu ve hepsini kucaklayan kentin annesi Azize Meryem...
Baktım, baktım. Sonra ister istemez düşündüm. Hayatta yaptığım en baba hatanın ne olduğunu bulmaya çalıştım. Cevap pat diye önümdeki suya düştü: seçmemek!
Durdum ben. Korkudan, korkumdan, bana yamanmış korkulardan paralize olmuştum. Önemli bir zaman dilimini korkarak, hareket etmeyerek geçirdim. Tıpkı Altın Boynuz' un sularına gömülüp kalmış, tarihin hiç yazmadığı, çünkü asla ortaya çıkıp buradayım dememiş binlerce esir, binlerce cariye, yüzlerce hiç kimse gibi..
Ama sadece ben durdum ve seçmedim. Oysa zaman, kendi seçimlerini yaparak acele acele yürüyüp geçti yanımdan!
Aşık oldum dün akşam. Beni Ayvansaray' daki iskeleden alan vapur, Üsküdar'a varana dek hayata olan aşkım tazelendi. Beş kuruşsuz kalsam, açlıktan sürünsem bile bir ekmek alıp, akbil kullanarak şehrin en karanlık, en gizemli ve en büyüleyici zamanlarına kulaç atabileceğimi hatırladım.
Sanki derin ve gereğinden uzun bir uykuyu yırttım. Eski Galata Köprüsü'nden kalanlara bakarken on beş yaşıma ilk aşkıma döndüm. Hey New York, sana diyorum, köprüyü gördüm dün:))
Sonra Yeni Galata Köprüsü'nden geçerken Kırmızı Başlıklı Kız masalından kaçan kurtla ( bu şehirde kaç bin masal kaçkını yaşıyor bilseniz!) yediğim istavritler koktu burnuma, yutkundum. Fark ettim ki, ihanet boğazıma takılıp kalan bir kılçık!
Yine de sarayın ışıkları gülümsememi bana geri verdi. Adalet Kulesi'nin ihtişamı ve Bizans'ın erguvan rengi pelerinleri gün sonuna öyle bir tılsım kattı ki, elimdeki sitrinin ardından baktığım Ay ve Kız Kulesi, o şeffaf taşla sonsuza kadar göğsüme yerleşti sanki. Şimdi boynumda, aşkı hatırladığım, hayata aşkımı hatırladığım dakikanın anısına bir taş var tenimde.
Eve dönerken bir kadının boynundaki kolyeye hapsolmuş hikayeler düşündüm. Şehrin farklı zamanlarında yaşamış beş ya da yedi kadının, farklı zamanlarda sahip oldukları ve onları birbirine bağlayan bir kolye varmış. Hikaye bu ya kadınların her biri kendi öyküsünde kentten bir bölge seçer ve böylelikle okuyucu haritalarla ya da krokilerle kentin az uğranan noktalarına sürüklenir. Kadınların her biri yaşadığı ne olursa olsun, bu dişi kentin kanadına saklanmayı başarır. Bazısı annemiz Meryem tarafından korunur, kimi Hera Mabedi'nde ateş yakar, biri Ayasofya'da el açar, diğeri Valide-i Atik Camii'de hatim indirir. Bedenini Kadın Pazarı'ndan kurtaran en talihsizi Çinili Hamam'da paklanırken koca bulur!
İstanbul, bana ilham veriyorsun!