4 Şubat 2011 Cuma

http://www.youtube.com/watch?v=i5EpnbziteY

Filmle yatıp, filmle kalktım... Gabriel Garcia Marquez'den Yüzyıllık Yalnızlık... Okuduğumda sadece 12 yaşımdaydım. Şaşkına döndüğümü hatırlıyorum. Bir yetişkin, üstelik kocaman bir adam benim gibi düşünmüş, benim hissettiğim gibi yazmıştı! Daha da güzel olan babam da o kitabı sevmiş, hatta bir cümlenin altını çizmişti. Kitap kapağındaki illüstrasyon da inanılmazdı. Bu kitap bir mucize gibiydi!
Aradan geçen 27 sene bu kitaba ilgimi hiç azaltmadı. Hatta bu anlatım, bu algı benim ezberim oldu. Aşırı duygusal, üzerine iletişim problemli insanların bir tür otizimli olabileceklerini düşünüyorum. Acaba ruhsal otizm olabilir mi? Nedense, hasarın hep gözle görülür olmasını tercih eder ve bedensel hasarlar karşısında şoke oluruz ya, hem nasıl olsa göz görmeyince gönül katlanır... Bacağı kırık ya da kanser olmuş birine bakarken canımız yanar, kalbi kırılmış biri için ise o ağzını açıp anlatmazsa zerre merhamet yoktur bakışlarımızda.
Otizm demiştim değil mi? Evet evet, aşırı duygusallık ve iletişimsizilik insanı hastalandıran bir yapı. Ama kurtuluş umudu sonsuz... Hastalık kabuğunu çatlatıp bir bakış ortaya koyabilirse Kanuni'nin dediği gibi "ala, alaaa ".
Bence Garcia, Chagall, Winterson ve şu an adını hatırlayamadığım niceleri bunu başarmışlar. Yoksa isimlerini biz değil, akıl hastanesindeki hasta bakıcılar biliyor olurdu. Sözün bittiği yer dün gece izlediğim film tabii... BIUTIFUL!
Tekrar izleyecek, hatta dvd alıp, durup durup izleyecek ve sinemacılara şapka çıkartacağım. Uzun zamandır lezzetinden sarhoş olduğum, yuttuğum her lokmada acı çektiğim ve içinde kaybolduğum bir film izlememiştim. Filmi ezmeyen bir müzik, hayatın tam çukurundan bir konu, kapanmayan yaralara dair semboller, güçlü oyunculuk. Tiksindirici gerçekler! Olamaz dedirten gerçekler... Helal olsun Alejandro Gonzalez İnarittu! Saygıyla eğiliyorum.

Hiç yorum yok: