28 Şubat 2021 Pazar

DURMAKTAN KORKMA







İnsanın en eski, atalarından kalan en derin korkularından biri ağaçtan düşmektir. Düzeltiyorum, uyurken ağaçtan düşmektir. Çünkü antropologların anlattıklarına göre ateşi bulmadan evvel insan ağaç tepelerinde uyumak zorundaydı. Bunu gayet iyi bilen vahşi hayvanlar hava karardığında  usulca ağaçların altında gezinmeye başlarlardı. Çünkü derin uykuya dalan insanlardan birinin aşağıya düşmesi ve nefis bir ziyafetin başlaması an meselesiydi! 

Bu çok derin ve çok eski korkulardan bir diğeri de durmakla ilgilidir. İnsan beden ve zihin olarak durmaktan çok korkar. ( ruhun dona kalmasını burada anlatmayacağım) Durmak bu yüzden hep küçümsenmiş ve pek çok atasözü ve deyimle insanlara bitmeyen bir kımıldama dayatılmıştır! Neredeyse uyumak bile suçtur! Geç yatıp, geç kalkan insanların nasıl eleştirildiğini, erken uyananlara da madalya takıldığını hep duyarız. Peki insan durmaktan neden korkar? Durursak ne olur?

Tefekkür, zazen, meditasyon.... 

Niçin bu kadar arzulanır ama bir o kadar da zordur?  Çünkü aşk gibidir; lafa gelince hepimiz isteriz, her birimiz yokluğunda kıvranır, tatminsiz ve aç dolaşırız ama gel gör ki, bizi bütüne bağlayacak o görünmez iplikçiklerin alıştığımız düzeni alt üst edeceğini, gözümüzü başka bir gerçekliğe açacağını da sezeriz. O an her şey değişecektir. İşte bu sezgidir insanı konfor alanından, belirlenmiş rutininden çıkmaktan alıkoyan, ayağını hep frende tutan, durmaksızın kımıldamak zorunda lanetlenmiş bir makineye dönüştüren! 

Peki tefekküre daldığında, düşünmenin, duyumsamanın, konuşmanın ve kımıldamanın bittiği, sınırların kalktığı  yerde ne vardır? Bilemezsin... Oraya gitmeyi göze almadığın sürece binlerce tahminle öylece kalırsın. Bilemediğinden de hayat boyu korkar, hakkında atar tutarsın ya da bu konuda okur, eğitimlere katılır, yüzlerce film, onlarca belgesel ile zaman kaybeder ve ömür boyu eşiğin önünde kıvranırsın. Nereden mi biliyorum, hem yıllar önce bir Mevlevi dedesi söylemişti, hem de deneyimledim.

Aşk, insanın insana duyduğu beşeri aşk tam da bu noktada öyle kıymetlidir ki. Ah ne mutlu Mecnun'a! Leyla olmasaydı, belki de Mecnun o eşiği hiç göze alamayacaktı? O yüzden Leyla, karanlıktan gelen ışık, geceden gelen sevgili demektir. Leyla'nın sembolize ettiği an insan olma deneyiminden, varlığın özüne geçilen eşiktir. İsterseniz nirvana da diyebilirsiniz ama gerek var mı bu kadar görkemli kelimelere? Sadece uyanmak desek, hatta uykuda olduğumuza uyanmak desek olmaz mı?

Büyük travmalar, ciğer söken kayıplar, derin duygular bizi oraya, o kapının önüne götürür... Tabii inançla, sabırla yapılan ibadetler, egzersizler, sessizlik ve durmak da götürür. Artık siz adına ne diyorsanız, hangi yol ise kısmetinizdeki...... Korkmayın, suçlanmaktan, eleştirilmekten korkmayın. Kimse sizi izlemezken durun, öylece durun. Başlama noktanız burası olasun. Önce bedeninize rahat bir oturma pozu bulun, sonra kıyafetlerinizi, saçınızı kontrol edin, sizi rahatsız etmesin, sıkmasın. Çok aç, tıka basa tok olmayın. Odanız sıcak veya soğuk da olmasın. Bırakın bedeniniz hiçbir amacı olmadan öylece kendi akışında nefes alıp versin. Nefesinizi izleyin. Burun deliklerinizden giren havanın kokusunu, ısısını hissedin. Nefesinizi verirken de aynı farkındalıkla, bir sonraki soluğun telaşına düşmeden verin.

Bütün bunlar olurken türlü duyum, duygu, düşünce yakanızı elbette bırakmayacaktır. Olsun, onlara pek yüz vermeyin. Yeni bir tartışma yaratmak istemediğiniz birine nasıl nazikçe selam verip uzaklaşırsınız, işte tam olarak öyle yapın. Görün, fark edin ama dillenmesine izin vermeyin.
Bir zaman kısıtlamanız yok. İstediğiniz kadar burada kalın. Beden ve zihin durduğunda özünüz, ruhunuz er ya da geç kımıldayacaktır. Nihayet ona meydan açılacaktır ve o da buna kayıtsız kalmayacaktır. Zorlamayın, akışa bırakın. Buna çabasız çaba diyoruz:)

Elbette bir geceden bir sabaha gerçekleşmeyecek anlattıklarım ama olacak. Olduğunda da o deneyim biricik, paylaşılamaz ve anlatılamaz olarak size ait olacak.

Peki sahi siz kimsiniz? Siz, "ben" dediğinizde kimden bahsediyorsunuz? Bu sorunun cevabından da korkar mısınız? Korkmayın, durduğunuzda kim olduğunuzu veya kim olduğunuzu zannettiğinizi de öğreneceksiniz.

Namaste

* STING A Thousand Years.... bu şarkı da ne güzeldir! Aşka da, tefekküre de yakışır.

https://www.youtube.com/watch?v=PQGgFCCPOrY 

**Aşk ve tefekkür dedik ya, buna da haksızlık etmeyelim.... Massive Attack&Hope Sandoval'dan gelsin, : 

https://www.youtube.com/watch?v=8r31DFrFs5A


25 Şubat 2021 Perşembe

ABİDİN DİNO YENİ EVİNE GİDERKEN

 




Kurgularınıza değil, farkında olmadığınız ihtimallere inanın...

                                                                                 JUNO


Işık hızında yaşanan bir haftanın henüz tamamlanmadığını düşünürsek, tüm inancımla dua etmeliyim. Zira bazen dua tek huzur kaynağım oluyor. Benim Konya ile bağlantımı bilen tüm arkadaşlarım oradaki dostlarıma verdiğim değeri ilginç bulurlar. Nedir ki bizi birbirimize bu kadar çeken? Şudur, aşk! 

Benim Konya'm aşka inanan, aşkla yaşayan insanlardan ibaret. Ben Konya'ya gittiğimde şehri görmüyorum ki, şehrin yüzlerce yıllık hikayelerini, mesnevinin ince mesajlarını tane tane anlatan dedemi, Özlem'in özenle kurduğu sofraları, tekkede hissettiklerimi görüyorum. Adnan'ın bir kardeş gibi davranan halini biliyorum. Benim Konya'dan anladığım şeyle, arkadaşlarımın anladığı elbette bir değil. Nasıl olsun ki? Velhasıl şunu anlatmak istiyorum, bu sabah da benzer bir güzellikle uyanınca şansıma bir daha şükrettim.

Yukarıda gördüğünüz resim Abidin Dino'ya ait. Sanırım son elli senedir bizim salonun duvarında asılıydı kendisi. Dün itibariyle yeni sahibini bulması için onu bir yolculuğa uğurladık. Artam Antik A.Ş. 'de online müzayede ile haftaya Cuma günü yani yarın satışa çıkacak. Eskiden ona baktığımda içim huzur dolardı. Satmaya karar verince ne yalan söyleyeyim biraz hüzünlendim.. Nihayetince onlarca tablodan biriydi ama evin manevi bir değeri gibiydi bizim için. Sonra kendimi teselli edip, gelecekteki bahçemin kıymetli bir parçası olarak görmeye çalıştım onu. Eğer bir bahçe istiyorsam, fedakarlık etmeliydim.. Şu hayatta para kazanmak için kılımı kımıldatmamışsam eğer ve inatla bir toprak istiyorsam elbette vazgeçtiklerim olacaktı...

Biraz önce Adnan'la konuşunca bir kez daha verdiğim kararı düşündüm. Babamı düşündüm. Bu resmi alırken o ne görmüştü acaba? O da benim gibi pembenin sıcak ve büyülü tonuna mı vurulmuştu yoksa o tam ortadaki "Ah Elif!" gözüne ilişmiş miydi?

Eğer öyle ise babamın inancıyla ilgili bir ipucu daha var artık elimde. Mezhebimiz yavaş yavaş belli oluyor. Ne mutlu bana! Bu tablo hayatımızdan çıkarken, onun yerini dolduracak derin bir bilgi bırakıyor avuçlarıma. Belki de satmaya kalmasaydım asla gözüme ilişmeyecek tılsımlı bir ayrıntı ile büyüleniyorum. Tıpkı dün Jasmin ameliyattayken düşündüğüm şey gibi; yaşarken çok mutlu değiliz, ne zaman ki ölüm ihtimali yaşamın kıyısında dolanmaya başlıyor, işte o vakit ölümü yendiğimizde gerçek anlamda yaşamaya başlıyoruz, yaşam doluyoruz!

Yaratılmış her şeyin aşkla onu, yaratımı, yaratıcıyı zikrettiğine inanıyorum. Buna ister bir bilim adamı gibi yaklaşın ve titreşim, frekans veya atomların dansı demeyi seçin, ya da benim gibi uzun etmeyip zikir deyiverin. Hepsi aynı kapıya çıkar. Şu hayatta her şey aşka çıkar. Şu hayatta her şey aşkla çıkar.

Abidin Dino'ya geçmişimin değerli bir parçası olarak veda etmek zor ama bana bıraktığı mesajın ancak veda anında geleceğini anlamış olmanın ayrı bir huzur var içimde. Birgün yeniden  benim olur mu bilmiyorum fakat bahçemdeki bir ağaca Abidin diyeceğim ve üzerine de "ah elif" yazacağım. O zaman Abidin bizimle yaşamaya devam edecek, onu boşuna satmış olmayacağım. Dilerim yeni evinde de çok sevilir.


23 Şubat 2021 Salı

GÜNEŞ






Az güneş alıyor evim. Bazen kalbim de az güneş alıyor. Öyle günler var ki, yaşanmadan geçip gidiyor ve öyle saatler var ki beş hayata bedel. Hepsi etrafımda olup bitiyor gibi görünse de, aslında her şey zihnimde, bende, tamamı benim algımla ilintili.

Karavanlara baktım bu sabah. Düşündüm. Eğer kapımın önünde bir karavan olsaydı ve ben beş dakikada karar verip, Theodora'yı çantasına koyarak, elimdeki kahveyle yollara dökülseydim acaba nereye giderdim?
Ege'ye giderdim. Edremit Körfezi'nde kahvaltı molası verir, akşama Karaburun'da olurdum. Sabah mis gibi kokan nergislerin içinde uyanır, doya doya badem çiçeklerine bakardım. Sahile iner taş sektirirdim. Kendime öğleden sonra rakısı ısmarlardım. Bir iki gün kalırdım oralarda. Sonra Bayındır'a geçerdim. Oya lavanta dikecekti bu hafta. Kolları sıvar ona yardım ederdim. İki gün de Bayındır'da kalıp, Nedret'i ziyaret eder ve evime dönerdim. 

Bir karavanım olsa belki önümüzdeki üç gün kalbim azıcık güneş alırdı.. Şimdi? Alamaz. En kıymetli dostlarımdan biri önemli bir virajda sıkı sıkı tutunurken, olmaz.

Ama razıyım. Sevdiklerim ve kıymet verdiklerim olmasa, birlikte yaşlandıklarım olmasa ne anlamı olurdu ki güneşli günlerin? Sevdiğin bir dost için endişelenmek, dua etmek, tüm iyi niyetinle hayrına düşünmek olmasa ne manası olur nergis tarlalarının?

Kalbim az güneş alıyor bugün, ruhum parçalı bulutlu. Düşlerim pırıl pırıl. İnancım tam! 

21 Şubat 2021 Pazar








https://www.youtube.com/watch?v=4Qz05587VwI

19 Şubat 2021 Cuma

AĞLAMA BÖCEK

 

 


Ağlama böcek

Hiçbir aşk sonsuz değil

Göklerde bile*


Dün akşam Pelin Özer'in Haiku Atölyesi'nde tanımadığım kadınlarla  birlikte onun anlattıklarını dinlerken, tanışmamızın üzerinden geçen zamanı ve hayatlarımızdaki değişimi, dönüşümü düşündüm. Tanıştığımızda O, bir şey arıyordu. Heyecanlıydı, umutluydu. Yüzü geleceğe dönüktü. Tüm yorgunluğuna ve kırılganlığına rağmen, bulana kadar dağ tepe, köy, şehir demeden azimle gezdi. Buldu da! Ben arayamıyordum. Ancak şimdiki zamana yetebiliyordum. Geçmişin ağırlığı tüm gücümü tüketiyordu. Bulamadım.

Geçtiğimiz hafta Ayça'nın yeni  koleksiyonu bana bütün bunları tekrar tekrar düşündürdü. O da uzun süre aramadı. Arayamadı. Gücü yoktu, tüm enerjisi kıskanmaya, kırılmaya ve küsmeye gidiyordu, istese de yaratamıyordu. Sonunda, uzun yıllar sonra cesaretini topladığında aradığını buldu! Muhteşem bir iş çıkarttı. Bana yıllar önce söz verdiği yemek takımını nihayet tamamladı! Az daha gecikseydi ağzımızda diş kalmayacaktı ya, hiç önemi yok, bitti ve çok güzel oldu.

Peki ya ben kendime verdiğim sözleri  tutmaya ne zaman başlayacağım?

Güzel soru değil mi? Bende çok beğendim.

Sanırım ilk yapmam gereken ağlamayı bırakmak olacak. Yani mecazi anlamda. Ağıt yakma törenlerim sona ermezse beni kanadının altına alacak rüzgarı nasıl duyacağım ki? Hele çift cam pencereleri, çelik kapısı olan bir evde...

Birkaç gün önce yatakta gözlerimi açtığımda hiç kımıldamadım. Uykudan uyanıklığa geçen bilincim, nedense birkaç dakika bedenimi dürtmeden durmamı istedi sanki. Durdum. Çocukken gözlerimi kapatıp kör olmayı deneyimlerdim. Sağa sola toslaya toslaya dolaşmalarımı hayal meyal hatırlıyorum. Biraz ona benziyordu yataktaki halim. Bu defa Kafka'nın hikayesine öykünmüştüm ama böcek olmak gelmedi aklıma, aslında Kafka bile gelmedi. Bunu sonra düşündüm. O an ben kıyıda kalmış boş bir deniz kabuğuydum.

Kımıldamadan, cansız, ruhsuz ama bilincim açık öylece duruyordum. Denizi görüyordum, kokusu burnumdaydı ve henüz nemliydim fakat oraya, suya ulaşamıyordum. Güneşsiz bir gün, gri bir sahildi durduğum yer. Mevsim kıştı veya erken bahar.  Böceğinin terk ettiği bir kabuktum. O böcek olmadan değil kımıldamak ağlayamazdım bile. Sesim yoktu. Bir felçli gibi denizi izliyordum. Peki gözlerim? Aslında gözlerim de yoktu. Önü ardı bir kabuktum, cansızdım. Öyleyse neden canım yanıyordu?

Bu sahneyi birkaç gün sonra yerine yerleştirebildim;

ağlama böcek

hiçbir aşk sonsuz değil

göklerde bile...

Ruhum yolunu şaşırmış, bilincim felç olmuştu. Tamam. Ama kabuk hala bilmediğim bir yerden algılıyordu hayatı. Kabuk, kabuğum henüz bizden vazgeçmemişti. Bi kımıldasa, suya bi ulaşsa, elbette yine bir böcek onu seçecekti. Hadi kabuk dedim ona, hadi! 

Hadi kımıldayalım.







*Kobayashi İssa


14 Şubat 2021 Pazar

BEYAZ SABAH


İşte beklenen sabah! Kış çocuğu değilim ben, ama illa bir seçim yapılacaksa yaz değil, kış olurdu tercihim. Ritüelleri, manzarası, meyvesi, içeceği ve eğlencesiyle kış bana her zaman daha cazip gelir. Yazın ne kitap  okuyabilirim, ne de doğru düzgün nitelikli bir müzik için istekli hissederim. Hatta çok iyi hatırlıyorum on dört, on beş yaşlarımda plaja hep Stephan King götürürdüm, Çünkü sahici kitaplarıma kıyıp kumun içine sürüklemek olacak iş değildi! Neyse ki şimdilerde onu da yapmıyorum, yüzmeye gidiyorsam yanımda sadece beni etrafımdakilerden izole edecek bir kulaklık var, o kadar. Annemin efsane hediyesi kulaklığımla yüzerken müzik dinleyebildiğimden sudan çok keyif alıyorum. Öyle olunca da canım sadece yüzmek istiyor. Sudan çıkınca da bir kahve ve kuruyup eve gitmek. Zaten eşya taşımaktan hiç hoşlanmıyorum artık. Tüm ömrüm sırt çantasıyla geçti, sanırım gücüm kalmadı.

Bu sabah sıcak bir evde uyanmanın şükründeyim. Balkondaki arkadaşları doyurmanın, Theodora ile güne başlamanın tarifsiz huzuru var kalbimde. Bütün bunlara ek olarak da nedense Dostoyevski'nin Beyaz Geceler'i düştü aklıma. 




Çok gençtim okuduğumda, belki yine on beş, on altı gibi. Epeyce etkilendiğimi hatırlıyorum. Saint Petersburg o zamandan beri görmek istediğim şehirler arasındadır. Nedense ayak izlerini sürmek istediğim birkaç yazardan biridir Dostoveyski, Bi de  Goethe.  Tabii Darwin'in günlükleriyle gezmek de derim ama onu kim istemez ki?

Celalettin Dede ve Jeannette Winterson bana yıllar önce iki farklı coğrafyada, iki değişik dilde aynı soruyu sormuşlar ve cevaplamışlardı: Neden seyahat ediyorsun? Kimden kaçıyorsun? Orada ne bulmayı umuyorsun? Ne arıyorsun?

O zaman ikisine de aklımla, bilgimle ve elbette gençliğin, toyluğun getirdiği enerjiyle cevaplar vermiştim. Oysa hayat gösterdi ki insan hiç kımıldamadan da hep bir seyahat halinde. Mesela kim iddia edebilir benim ıhlamur ağacımın bir gezgin olmadığını? Köklerinin, dallarının ucu bucağı, kiminle kontağı olup olmadığı belli mi ki?

Hala seyahat planlarım var, görmek istediğim şehirler, dağlar, denizler... Fuji mesela. Kirschblüten... Ağzıma eden filmlerden biriydi.. O filmle kafayı takmıştım sakuralara ve Fuji'ye.

Belki hiçbir zaman göremeyeceğim. Önemi de yok, çünkü oraya giden pek çok insan için kenarına tik atılan sıradan bir seyahatten fazlası olamadığını biliyorum... Oysa ben zihnimde öyle keyifli geziyor ve o kadar büyük bir zevkle besleniyorum ki, hiç bir zaman Afganistan'daki o akıl almaz budist tapınağa* tırmanamasam da rüyalarımda tüm o olağanüstü insanlarla karşılaştım zaten!

Neyse, aklımda beyaz geceler, damağımda efsane bir kahvenin lezzeti, mutfakta bu akşam için hazırlanmış güzel bir sepetim var. Az sonra Berrak Yurdakul'un macerasını instagram dan dinleyerek kahvaltımı yapacağım ve sonra Sevgi Teyze'ye uğrayıp bir kahve konyak partisi çevireceğim. Ondan ayrılınca da aileme nefis bir yemek hazırlayacağım. Bir tatlı yaptım ki of! Kimse yutmak istemeyecek.

Eşşek gibi şanslı olduğum, aradığımın seyahatlerde olmadığına aydığım kayıtlara geçsin lütfen. Hah bi de kışı, yazı, ağaçları, kedileri, özellikle de çocukları çok sevdiğim yazılsın kenara:)))

*Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar









11 Şubat 2021 Perşembe

:)

 






Hande Akar, Tuna Poyrazoğlu, Jasmin Özlem, Agi Judith Kirişoğlu

Kızlar bu liste size :)))  Eklemeleri bekliyorum! 

Bi de soru en sevdiğimiz adamlar neden eşcinsel??? :)) 


https://www.youtube.com/watch?v=iy4mXZN1Zzk 

https://www.youtube.com/watch?v=dxl2r6GuL2w

https://www.youtube.com/watch?v=cCqEyJc-wdk

https://www.youtube.com/watch?v=nPLV7lGbmT4

https://www.youtube.com/watch?v=lLdvpFIPReA

https://www.youtube.com/watch?v=8r3FaCiVFbA

https://www.youtube.com/watch?v=aWGzr-kOoQY

https://www.youtube.com/watch?v=xFrGuyw1V8s

https://www.youtube.com/watch?v=2nXGPZaTKik

https://www.youtube.com/watch?v=ujNeHIo7oTE

https://www.youtube.com/watch?v=ELflyACZXQQ

https://www.youtube.com/watch?v=OmPw3SPgWrw

https://www.youtube.com/watch?v=yYTOhFpiBDI

https://www.youtube.com/watch?v=CUlZqO9sV0A


önemli not: Agi'cim fotograf U2 konserinden:))))

MUTLU OLDUĞUMU NASIL ANLARIM?

 




Şimdi sorsan cevap veremem, bilmem ki mutlu muyum? Ama sen, bana bakarsan anlarsın. Az yemek yiyorumdur mesela. Bisküvi gevelemek yerine rengarenk salatalar yapmaya başlamışımdır. Durduk yere, yazı yazarken dans ediyorumdur ve en önemlisi sokakta şarkı söylemeye başlamışımdır. Yanımdan geçenleri düşünmeden, kendi kendime gülümseyerek şarkı söylüyorsam kesin karnımda kelebekler uçmaya başlamıştır. İçime döndüğüm, gezegenle uyumlandığım, akışta kıvrıla kıvrıla salındığım rüzgarı yakalamışımdır. Bu böyle bir süre gider. Saçlarım parlar, gözlerim parlar, sokaklar, evler, her şey, güneş altında ışıldayan  altın külçelerine döner!

Bilim kurgu filmlerindeki yıldız kapısından geçmişimdir artık, bana bakarak mutluluk, içeriden taşan, sebebi dışarıda olmayan mutluluk nedir görürsün:)





Şimdi  mutluyum! Güçlüyüm. Marketten dönüp torbalarımı elimden bırakmış, mis gibi bir yorgunluk kahvesi yapmış gibi, en sevdiğim şehirde masaj randevusundan çıkıp Agi'cim ile bir kadeh diye başlayan ve şişeler devirdiğimiz nefis akşamlardaki gibi:))

Sokaktaki ağacı öpmemek için kendimi frenlerim böyle günlerde, çizmemin ucundaki mevsim çiçeklerine bakmalara doyamam. Bademler çiçeklendiyse kış bitmiştir, karanlık geçmiş, öfke yatışmıştır. Artık yeni ay zamanıdır. Her hücremin tek tek tadına varırım. Saçlarımı çok severim zihnim hafiflediğinde; açarım, dağıtırım uçsunlar diye.

Ben mutluysam anlarsın; kesin şarkı söylemeye başlamışımdır:)




https://www.youtube.com/watch?v=M_kTSBqQkME






9 Şubat 2021 Salı

YENİ HAYAT

 

Kızımla yan yana oturmuş sabah seansımızı gerçekleştiriyoruz. Şahane bir penceremiz var. Geçen yıl bahsetmiştim, balkonumuza çiçekler bırakan ıhlamur ağacımız ve malta eriğimizle aşırı keyifliyiz. Şimdilerde ikisinin de bahar heyecanını an be an izliyoruz. Havalar biraz ısınınca balkon duvarlarını boyayacağım. Üstelik de kendime meydan okuyarak en zorlandığım renge, sarıya boyayacağım.

Haftaya yeniden kar geleceği söyleniyor. Gelsin bakalım. Önü ardı üç beş gün. Şimdiden balkondaki düzeneği kontrol ettim bile. İçim rahat,  kediler güvende. Keşke daha fazla canlı için de aynı şeyi yapabilsem, güvenli alanlar yaratabilsem. Belki bir gün...

Pandemi öğrenmelerimi düşündüm bu sabah. Sanırım en önemlisi hayatı kontrol edebileceğim yanılgısından sıyrılmak oldu. Yaşanmamış zamanları, hakkı verilmemiş tüm diyalogları tekrar tekrar anımsayıp, cayır cayır yanmak ve zihnimi bu çözümsüzlükle meşgul etmek yerine geleceğe, kalan süreye yoğunlaşmayı nihayet akıl edebildim. Birkaç gündür beynimin içinde zeytin ağaçlarımın arasında dolaşıyorum. Kamyonet kullanıyorum. Tavuklar falan var etrafta. Mavi yaseminler dikmişim evin önüne. Mis gibi kokan hanımelleri falan. Üstelik önümde hiç engel yok! Kuşadası bir saat, Bodrum iki saat buradan. Eğer istersem sabah kahvemi Suat'la içip, akşam yemeğine Oya'nın yanına dönebilirim. Sahi yapabilir miyim? Yaparım tabii!!!

Neyse, haftaya neşem yerinde ve umutlu başladım. İyi de geldi. Derslere devam, hayal kurmaya devam.



7 Şubat 2021 Pazar

BİR SANİYE DAHA

 


https://www.youtube.com/watch?v=xrGXrt9Ipc8&list=RDxrGXrt9Ipc8&start_radio=1


İnci, "Strip Down, Rise Up" adında bir belgeseli izlememi izledi. Netflix'e gıcık olmama rağmen izledim. Zaten son aylarda en güzel öneriler Aksel ve İnci'den geliyor. İyi ki de izledim, çünkü umduğumdan çok farklı bir hikayeyle karşılaştım. Manyak gibi ağladım. Erkekler tarafından acımasızca incitilen, korkudan donup kalan kadınların, doğuştan sahip oldukları güçlerini yeniden kazanmalarında dansın, beden farkındalığının ve kız kardeşlik müessesesinin nasıl da yardımcı olabileceğini anlatan çok dokunaklı bir hikayeydi. İnci ile son zamanlarda çok konuştuğumuz beden farkındalığı üzerine o kadar düşünmediğim bir yerden anlatılıyordu ki olan biteni, hikayeye vuruldum.  Elbette belgeselin Amerika'da çekilmiş olması sebebiyle kulağımı tırmalayan bölümler oldu fakat genel olarak çok büyüleyici buldum.

Kadını saklanmak, etini sakınmak, cinsiyetinden ayrılmak ve bedenine yabancılaşmak zorunda bırakan tüm sistemlerden nefret ediyorum. Erkek düşmanı değilim ama erkeği göklere çıkartan düzeneğin karşısındayım. Defalarca tacize uğramış bir insan olarak, ki çoğu gardımı indirdiğim ve kendimi güvende hissettiğimde, en beklemediğim kişiler tarafından olmuştur, oradaki kadınların gözyaşlarına katılmamam imkansızdı. Değersizleştirilmek ve buna tepki verememek nasıl bir kilitlenmedir ancak yaşayanlar bilir. Hayal kırıklığı ve yerle bir olan güvenlik hissini yazmıyorum bile...

Bir kere daha anladım ki, bizim derdimiz kesinlikle erkeklerle değil, asıl konu kadınlar. Kadınların diğer kadınlara dair yersiz, ezber söylemleri. Annem bile babasından şiddet görmüş bir kız çocuğu olmasına rağmen, geçen gün sohbet ederken, öldürülen on yedi taşındaki kız için "niçin öyle giyinmiş, otelde ne işi varmış " gibi laflar etti. İçim parçalandı. Ne demek bu ya? Orada olmamalıydı, öyle giyinmemeliydi öyle mi? Peki tüm bunlar bir hayatın sona ermesi için mazeret midir? Of! Sakinliğimi koruyarak tane tane kadın olmaya, insan olmaya buradan bakarsak, bu beğenmediğimiz her ayıbı, her günahı, işine gelmeyeni durmadan örten sistemin arızalı parçaları olmayı sürdüreceğimizi anlatmaya çalıştım. Anladı mı? Yok, daha fazla kafasını ütülemeyeyim diye sustu sadece. Oysa bu toplumda şiddetin her türlüsüne maruz kalmış olan annem neden anlamak istemiyordu? Genç bir kadın bedenine, cinsiyetine sahip çıktı, bunun keyfini çıkartmak istedi diye bir manyak tarafından öldürülebilir miydi? Aslında annem de üzülmüştü, kız ölmemiş olsun diye diliyordu... Şunu demek istiyordu, kız o saatte orada olmamalıydı, o kıyafet fazla tahrik ediciydi vs vs.. Keşke öyle bir seçim yapmasaydı da yaşasaydı. İyi de yine yanlış! Kimse kimseye nasıl yaşaması gerektiğini da-ya-ta-maz.

Çok işimiz var. Hem kadın olarak, hem de insan olarak. Şiddetin hiç bir türlüsü, hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Kim ne isterse giyer, kim kiminle isterse sevişir. 

Peki nedir bu beden korkusu? Mesela ben çok dans ederken hissediyorum. Kafam ve bedenim iki kopuk parçaymış gibi geliyor. Hiç his yok sanki. Bir duyum var belli belirsiz ama his yok! Hissetmeyi  bilmiyorum, sadece düşünüyorum! Düşündüğüm şeyi hissettim zannediyorum. Bu büyük bir trajedi değilse nedir?

İnsanların seks bağımlılığı da bu derin hissizlikten kaynaklanıyor olmalı.... Yoga bağımlılığı bile belki! Bedene kayıt edilen her korku, her endişe mutlaka dile gelmeli ve çıkış bulmalı. Çünkü insanların konuşmasını engelleyebiliriz ama beden konuşur! 

Pole dance muhtemelen beni aşar, ama travmaya duyarlı tüm yaklaşımları çok saygıdeğer buluyorum. Sadece kadınlar için değil, erkekler için de bu tarz çalışmalar yapılırsa asıl o zaman gerçek bir bütüncül iyileşmenin mümkün olacağına ve tatminkar hayatlar yaşayabileceğimize inanıyorum.

Mülkiyetçilikten uzak, özgürlüklere saygılı, içten, sevgi dolu, birlikte akan, kadın olmaya ve erkek olmaya yakışan hayatlara inancım tam. 


SURYA NAMASKAR





Külkedisi yıllar önce bir seminere katılmıştı. İş yerinden zorunlu gönderildiği bir seminerdi. Hoflaya puflaya gittiğini hatırlıyorum. O akşam yalnız yemek yemiştim. Sene 2009 galiba. Akşam eve döndüğünde hem aydınlıktı yüzü, hem de düşünceli. "Biliyor musun Elvan, seminerde ömrümüzde kaç ilk bahar, kaç yaz kaldı diye sordular. Çok şaşırdım zamana böyle bakınca dedi. Aslında sonsuz gibi görünen vaktimiz ( aslında sonsuz tabii ama bu bedende bir bitiş var ) sonsuz mu? Kaç yaz tatili daha planlayabiliriz? Yirmi? Otuz?" 

Sus pus olmuştuk. İkimizi de bir garip haller sarmıştı bu konuşmanın sonunda. Sanırım Londra biletlerimizi de o seminerin gazıyla almıştı Vildan. Neydi para ya, kıçımıza mı sokacaktık! Zaman yüz kat daha değerliydi. Bu konuda kesinlikle aynı fikirdeydik.

Fotoğrafta bir gündoğumu var.  ( Onu da aşağıya koyacağım, baksanıza ne güzel... ) Bu benim uzun bir aradan sonra yüzümü doğuya çevirip, sabah rüzgarını kirpiklerimde hissettiğim en güzel sabahtı. Hemşiremin daveti üzerine adaya gittim. Sağ olsun değerli nesi var, nesi yoksa döktü saçtı önümüze. Günbatımı izledik, gündoğumu izledik, onun elleriyle topladığı ebegümecilerden sarmaları yedik. Tabii en önemlisi Ayşe'nin rakısı vardı soframızda. Başımızın üzerinde de Orion takım yıldızı ve Sirius.

O kadar özlemiş ve öylesine uzun zamandır unutmuşum ki hayatın hediyelerini, elim kolum, kalbim doldu taştı. Uykum gelmedi mutluluktan!

Maskesiz uzun bir yürüyüş neleri kaybettiğimi hatırlattı ve ne kadar hırpalandığımı, şişmanladığımı, enerjimin düştüğünü. Ne uğruna? Dünden beri adada bana iyi gelen şeyin ne olduğunu düşünüyorum. Elbette mutlu günlerimi düşündüm. Elvan kimdi? Elvan neyle mutlu olurdu?

O kadar basitti ki. Tek istediğim doğada olmak. Pazen elbisemle çayırlarda dolanmak. Sadece istediğim işi yapmak. Çok değil, iki dost, bir iki kedi. Zaman zaman merak ettiğim yerlere kısa seyahatler. Belki kendime ait bir bahçe? Ufak bir kış bahçesi. Birkaç ağaçlık zeytinlik. 

Hemşiremin daveti değerli ve değersizi, kalan süreyi düşündürdü bana. Bu sabah beşte uyandım. Yüklerimi azaltma arzum uzun zamandır bu kadar yükselmemişti. Kalbimde taşıdıklarımı, zihnime ve bedenime yük ettiklerimi tek tek bırakabilirdim. Daha çok gündoğumu ve günbatımı islememi kim engelleyecekti? Çok daha az kıyafetle, daha az yiyecekle de yaşardım. Hatta şu an olduğumdan daha da fazla mutlu olurdum. Çünkü öyle zamanlarım var.

İşte bahsettiğim gündoğumunu buraya bırakıyorum. Öncelik listelerimizi yeniden yazarken sezgilerimize kulak tıkamadığımız nice güzel sabahlar ve akşamlar olsun.




3 Şubat 2021 Çarşamba

ALLAH BELANIZI VERSİN DEMİŞ MİYDİM SAYIN CEHENNEMDE YANAN?

 

Bir Zen Hikayesi

Günlerden bir gün değerli bir zen ustası yanına en sevdiği öğrencilerinden birini alarak, komşu manastıra doğru yola koyulur. Derin bir sessizlik içinde nehre varırlar. Karşı kıyıya  geçemeyen yaşlı bir kadın suyun kenarında durmaktadır. Usta kadını sırtına alır ve karşıya bırakır. İki rahip hava kararana kadar sessizce yollarına devam ederler. Akşam olunca uyumak için bir ağacın altına uzanırlar. Fakat genç rahibin gözüne uyku girmez. "Sor bakalım" der usta. Çırak çekinerek ama biraz da suçlayıcı bir tonda sorar "ustam bizim inancımızda kadına dokunmak yasaktır. Ama siz yaşlı kadını sırtınıza aldınız. Ben bunu anlayamıyorum!" Usta güler, "ben onu beş dakika sırtımda taşıdım, ama bakıyorum sen hala zihninde taşımaya devam ediyorsun!"

Bir Mevlevi Hikayesi

Dergaha mensup gençler, zaman zaman zihinlerine doluşan günahlarla mücadele etmekte zorlanırlar. İnsan olarak bedenlenmenin gereği olan nefs ile inançlı tarafları böyle günlerde öyle hırpalanır ki, sonunda çözümü büyüklerine danışmakta bulurlar. Acaba günahtan kaçınmak için ne yapmalıdır? Cevap çok derin ve bir o kadar da basittir: Günahı zihninde taşıyacağına ve her gün işleyeceğine, işle gitsin ve tövbesine ver enerjini!

Bir Elvan Hikayesi

Kalbimi çok kıran, bana kendimi önemsiz, değersiz hissettiren ve defalarca kapımın önünde kaypaklık eden insana fazlasıyla hak ettiğini bile bile ağız dolusu beddua edemedim. İyi bir ruh olmak, karma yaratmamak ve kötülüğe kötülükle cevap vermemek adına sustum. Susmayı başarı saydım. Böbürlendim, neredeyse onun kadar kibre kapıldım! Oysa haksızlığa uğramıştım yakasına yapışıp hesap sormalıydım. Bugün, Budistlerin yeni yılına gün sayarken gönülden istediğim karma temizleme meditasyonuna zihnimde bu yükle oturamıyorum. Bir bilene sordum. Ne yapmalıydım? Farkındalıkla ve bir kereye mahsus beddua ve küfür neden olmasın dedi. Oh! Aslında şu an telefon açıp, "Allah senin belanı versin. Tüm hayatını yaralı bereli bir ergen olarak yaşayan şımarık, maddeye tapan, kendini bilmez bir pisliksin sen. Dilerim hayatın ıstırap ve hesaplaşmalarla geçsin. Ki öyle zaten ama sen körsün. Güçsüz ve zavallısın, varlığın anlamını uyuşturucuda ve parada arayan zavallı... Dillerim ruhun acı nedir bilsin!" diyebilirim. Ama gerek yok, bu tabiattaki insanlar fareler gibi hırsızlık yaparak yaşarlar; neşenizi, yaşam enerjinizi, umudunuzu çalarak! Er gec buraya gelecek, çünkü zavallı ve nasıl olsa bu bedduayı nasıl kalpten dillendirdiğimi görecek. Ama yüzüne baka baka söylemeyi öyle çok isterdim ki. Ah be kısmet değilmiş. Yani diyeceğim o ki Allah belanı versin senin!

Oh, şimdi huzur içinde meditasyonuma dönebilirim:)))

Önemli Not: psikolog bir arkadaşım benimle bir proje oluşturup budist pratikleri hayatta nasıl kullanabileceğimizi konuşmak istediğini söyledi. Neden ben? Ben yumuşak ve neşeli anlatıyormuşum. A bak buna şaşırdım. Bana sorsanız Berrak Yurdakul bu konuda son yıllarda sahneye çıkan en nefis yaratık derim. Arkadaşım, Berrak'ı sert buluyormuş. Bakış açımız ve yaşanmışlıklarımız algımızda nasıl da belirleyici. Oysa sert köşelerden buz gibi soğuyan ben Berrak'ın tarzını çok yakın, sıcak ve içten buluyorum. Sanırım ben kadının, erkeğin değil de, özünde ruhun taşaklısını seviyorum:)

Unutmadan Mevlevi Dedesi, Zen Ustası veya Guru, bu konumdaki insanlar öğrenci olarak kabul ettikleri kişileri elbette derin bir şefkatle severler ama bir annenin çocuğunu uyandırması gibi bazen sert cümleler, ufak sarsıntılar yolun gereğidir. Bu tavır şiddetle karıştırılmasın lütfen. İnsan derin bir uykudadır ve ustaya tekrar uyuklamayalım diye  gideriz... O halde o alarm çalacak, o yüze su çarpılacak azıcık yanıversin tatlı canımız.

03.02.2021