Büyüklerden sık sık duyardık eskiden "namaz kılacağım ama şeytan bırakmıyor!" der gülüşürlerdi. Ben de şeytanı insanı seccadeden uzak tutmak için kolundan çekiştiren, kuyruklu, kırmızı boynuzlu ve pis pis sırıtan bişi olarak resmederdim hayal dünyamda.
Uzun ama upuzun yıllar sonra şeytanı aynada gördüm! Gözlerimin içinden bana bakıyordu. Evet evet, benim gözlerimin içinden doğruca bana bakıyordu. Yine anlamadım. Işıktandır dedim. Benim iflah olmaz hayal gücümdür dedim, yürüdüm geçtim. Ama o geceden sonra bir daha hava karardıktan sonra aynaya bakamadım. Düşün, ben ki bu ülkenin okumuş kesimine dahilim!
Azıcık daha zaman geçti. Hayatıma yoga denilen "şey" geldi. Üstelik yogaya başlamamın sebebini ve şeklini defalarca anlatmıştım ama kısaca özetlersek ne aşk acısından, ne de boşluktandı. Tamamen akademik sebepler! Ve o akademik sebepler ki, şimdilerde ülkenin bütününe musallat olan cehaletin, egonun ve daha bir çok açmazın anasıdır...
Sonra, Türkiye'nin ve bence gezegenin bu yüzyılda yaşayan en iyi hocalarından birini bulduk. Tabii bana göre en iyisi. O dönemde başka bir hoca ile karşılaşsam, kim bilir belki de yoga benim için pilates gibi bir bedensel egzersiz olarak kalacaktı. Sonuç olarak, yoga ile birlikte ben zaman zaman şeytanı ve şu kolumdan çekiştirme meselesini sık sık değilse de, dönem dönem düşünmeye başladım. (Zira yoga dersinin önü arkası sohbetlidir - bence olmalıdır da- Çünkü sohbetler zihni açar ve beden işte o zaman farkındalığını arttırır...)
Şeytan içimdeydi yahu!
Konya seyahati ile iyice anladım ki, beni secdeden, yoga matından, Tibet egzersizlerinden, birini sevmekten ve daha hayatta bana iyi gelen her ne varsa ondan geri tutan şeytan, aha tam şuramdaydı! ( kalbimi işaret ediyorum:)
"İnsan insanın kurdudur" diyene ithafen derim ki "insan kendi kurdudur." Bunu bizzat yaşayarak deneyimlediğim için gönül rahatlığıyla söylüyorum.
Bu sebeple herkesin kısmetinde yoktur her şey. Nefisle mücadele, bilgisayar oyunlarına benzemez. Süper Loto hiç değildir. Üç aylık eğitmen eğitimiyle de elde edilmez... Daha çok ömür boyu keçe dövmeye benzer. Bu yüzden dedem, keçeyi öyle güzel anlatır ki, insanın içindeki tüm şeytanlar kaçacak delik ararlar.
Meditasyon, namaz, Tibet ayini ve niceleri arınmadır. İç temizliğidir. Abdestle, yogayla önünü ardını tamamlamak da kişisel seçimdir. Güzel şeyler yemek, içtiğin suya teşekkür etmek, hamdolsun demek, sofra duası ve daha nice ritüel insanın özü içindir. Bir ihtiyarı karşıdan karşıya geçirmek, aç birini doyurmak, birine sımsıkı sarılmak kadar güzel ibadet var mı ki?
Bugün hemen hemen hepimiz deriiiin ve anlamını bulamadığımız bir boşluktan, doymayan kalbimizden şüphe ediyor ve onu anlık tatminlerle beslemeye çalışıyorsak işte o hal, şeytan yüzündendir. Ne mutsuz bir hayata yapılan bebek, ne de çılgın bir harcama çürümeyi önlemez, sadece şeytanı semirtir.
Bana "yoga ne işe yarıyor, meditasyon pek mi gerekli" diye soranlara fazla bir sözüm olmuyor... Olamıyor.
O kadar kişisel bir deneyim ki.. Sadece derslere davet edebiliyorum. Gelsin, içi ne kadar izin veriyorsa o kadar dolsun istiyorum. Hocamdan öğrendiklerimin onda birini iletebilsem, şanslı hissediyorum. Öğretirken, daha doğrusu aktarırken asıl ben şifalanıyorum! Şeytanım kuytulara saklanıyor, özüm güçleniyor. Hani bir kaldıraç olsa evreni sallarım gibi geliyor!
Meditasyon ya da bir başka ritüelde yaradanın önünde durmak demek, insanın iç sesine kulak vermesi demektir zannımca. İşte o anda duyduğumuz ses - tabii kısmette varsa- yaradanın içimizdeki yankısıdır. Ya da bizim yaradandaki yankımız? Ne önemi var? Adam "en el hak" dememiş mi zamanında?
İç sesimizi bulmak için ihtiyacımız olan şey, yüksek konsantrasyon sağlayan egzersizler ( yoga, namaz, zikir, Tibet Ayinleri vs vs ) ve ardından niyet etmektir. Onun verdiği nefesi, her şeyden geçerek onun yoluna sunmaktır. Meditasyondur.
Sonrası mı? Sonrası Leyla'dan geçip, Mevla'ya varmaktır...**
Huu..
* En sevdiğim kitaplardan biridir.
** Bu sabah yeni evimden her gün meditasyon yapmadığım için kendime içerledim. Bu yazı da onun özetidir.