30 Mart 2013 Cumartesi

ISMARLANMIŞ GÜN:)

Ne zamandır beceremediğim, hani neredeyse artık olmayacak mı dediğim "kendime İstanbul ısmarlıyorum" günlerime geri döndüm. Hem de ne dönmek!
Allah M. kardeşimizden razı olsun, sabah sporu sonrasında beni bukunduğum yerden alma nezaketi gösterdi ve ilk iş olarak "evimizin herşeyi" olan mekana gittik. O kadar açtım ki, kaç dakikada ne yedim gerçekten hatırlamıyorum ama nihayet bir yatak örtüsü almayı başardım. Böylece annemin en büyük problelerinden birine de çözüm üretmiş oldum. Gerçi benim yatak örtümün olmayışı ya da eski örtüleri kullanmaktan gocunmayışım neden ona sıkıntı verdi hiç anlamamıştım ya, neyse. Anne işte, bazen anlayamıyorum:)
 
Bundan sonrası gerçekten nefis oldu. M. beni gezegende en sevdiğim yerlerden birine götürdü; İstanbul Boğazı'na.! Hani şu durmadan ballandıra ballandıra anlattığım yere. Üstelik Göksu kıyısına!
 
Yarabbim biz ne talihli kullarınız ki, böylesine yaman bir çelişkinin göbeğinde, deliler gibi sevdiğimiz ve bir o kadar da canımıza okuyan bu rüya şehrinde yaşıyoruz! Ne zaman şehrin su kenarlarında dolansam içimi çocukça bir sevinç kaplıyor. Eve dönmüş, hayatın tam merkezine postalanmış gibi hissediyorum. Sokaklarda kaybolmak, hiç görmediğim camiileri bulmak, o ana dek bir kez bile gözüme ilişmeyen detayları keşfetmek aklımı alıyor. Mesela dün Anadolu Hisarı'nda daha önce hiç yürümediğim bir istikamete doğru yol alırken, öyle güzel bir sokak gördüm ki, aklıma Guguk kuşu'nun şu güzel fotoğrafı geldi:
Yavaş yavaş güneşten çıkıp, grinin en büyülü tonlarına bürünmüş bir şehir düşünün; sokaklarına rüzgar ve deniz kokusu üflenmiş. Evlerinin duvarları, bir zamanlar kenti koruyan surların, hisarların duvarlarıyla sarmaş dolaş olmuş.. Her virajdan sonra bir süpriz, her adımda bir büyü.
 
Bir duvar gördük ki, ah! M. fotoğrafları gönderince sizinle paylaşacağım; kuzeye bakan, yemyeşil bir duvar! Dokunmaya doyamayacağınız bir yosun halısı!
Ne mi yaptım? Yanağını dayadım duvara, avucumun içini bu yumuşak halıyla tanıştırdım. Sonra da gören gözlerimiz için şükrettim! Tamam, kabul ediyorum, şehrin belası, kahrı çok... fakat hala o kadar güzel ki....
 
Bu birbirinden güzel sokaklardan çıkmazdık ya, inanılmaz üşüdük! Tekrar Göksu kıyısına döndük ve arabamızın rotasını Hasan Usta'nın çömlek atölyesine çevirdik.
 
Bizi yepyeni çömlekler bekliyordu! Hasan Usta'nın mirasına sahip çıkan, Göksu geleneğinin son temsilcisi mekanda mutlu mutlu dolandık. M. toprak bardaklardan, ben de mavinin en sevdiğim tonlarıyla sırlanmış tabak ve kaselerden aldım. Dokunmaya kıyamayacağınız kadar güzel kap ve kaçakları seviyorsanız mutlaka Hasan Usta'ya uğrayın. Oradan alınınan kapların içinde sunduğunuz kek, meyve ve kurabiyeler emin olun farklı bir şekilde anlamlanıyor. Bir saksı aldım ki, çiçeğini eker ekmez sizinle paylaşacağım. O zaman ne demek istediği çok daha iyi anlatabileceğim. Toprağın dönüşümünü, ateşle aşkını çömlekler kadar güzel anlatan başla bir şey bilmiyorum.
 
Hasan Usta ile sohbet ve alışverişimiz bitince romantik tarafımızı boğazın sularında bırakıp, karşılanması gereken ihtiyaçlarımız için bir mekan ziyareti daha yapıp, harika bir yorgunlukla evlerimize döndük. Nasıl mı hissettim. Şöyle:
 
Yorgun, hafif ve çok keyifli!Ismarlama günlere bayılıyorum. Hoşgeldin bahar!

21 Mart 2013 Perşembe

MUTLULUĞUN RENKLERİ BULUNDU!

Dün Agi ile kızları almaya okula gittim. İyi ki de gitmişim. Bizimkilerin tatlılığı ve şahaneliği malumunuz amma bir de panodaki resimler vardı ki, hah dedim, tam aradığım sanatçılar bunlar işte!
Artık hatun mudur, yoksa muhterem bir beyefendi mi orası meçhul. Fakat baksanıza yahu, mutlu ve huzurlu bir ev bundan daha iyi nasıl anlatılabilir?
 
İçerideki duvarlar pespembe. Buradan bir kız çocuk kokusu alıyoruz ama olsun, beyefendi olasılığımız saklı. Uyurken bile açık kalan lambamız var ve kırmızı. Neden? Çünkü pembe duvarlardaki yansıması çok güzel ve gözümüzü rahatsız etmiyor. Ayrıca mutlu mutlu gittiğimiz uykuda aklımıza canavarlar falan gelse de odamız her daim aydınlık. Yatağımız turuncu. Neşeli. Tabii fantastik bir motif olarak güneş duvarımızda! Neşemizin kaynağı altın bir top gibi. Saçlarımız kıvır kıvır, dört bir yana savrulmuş, yine de biçimli! Avizemizde yeşil renk mevcut. Komidin ve perdelerimiz de kırmızıdan bordoya dönmüş. Geceliğimiz mi? Elbette mor.
 
Dünyanın en huzurlu odası burası olsa gerek. Bir çocuk böylesine sıcak renkler seçiyorsa, büyük bir ihtimalle mutlu, sevgi dolu bir evde yaşıyordur. Uykuya gülerek giden ve uykudan gülerek uyanan çocuklar, baskısız bir ortamda büyüyor olmalılar. Üzerine basarak söylüyorum baskısız, sınırsız, limitsiz değil.
 
Bu çok beğendiğim resmi paylaşmak istedim. Size yeni yıl hediyesi olsun, malumunuz bugün Nevruz. Yani ONİKİ HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ ne göre yeni yılın ilk günü. Doğanın uyanmaya başladığı gün, baharın, yeni başlangıçların bayram gibi, şenliklerle kutlandığı gün. Kürt, Türk, Süryani.. kim varsa bu topraklarda hepsinin bayramı, hepimizin bayramı. İnanna ve Demmuz'un aşk tazeledikleri, kavuştukları gün!

17 Mart 2013 Pazar

Bardül'aczin Sonu

Bir zamanlar kendini denizci, denizkızı, denizden kopartılıp, banyoya atılmış sünger, Keşiş Yengeci ve daha pek çok şey sanan bir kız tanırdım. Saçları ahtapot gibi yayılırdı denizde. Parmakları buruşup, dudakları morarana kadar yüzer, denize girdiği günün gecesinde tuzlu tuzlu uyumaya bayılırdı. Zamanında aklını fırtına takvimiyle bozmuş, hatta bu takvime baka baka hikayeler uydurur olmuştu. Birkaç yıl önce deniz fenerlerine sevdalandığını duydum. İlla da bir fenerde yaşayacağım diyormuş  fakat en sevdiği fenerin Hera'ya ait olduğunu duyunca korkmuş... Poseidon'a böylesine güvenen bir kız düşün,  ama Hera'dan korkmuş.. Burası sır...
Neyse o kız geldi aklıma, sonra takvime baktım ve bir Bardül'aczin Sonu daha gelmiş dedim.
Hepsi bu. Sen ne sandın ki?

MART

Mart bana zor gelir. Kişisel tarihimin şu ana kadar yaşanmış olan bölümünde ondan daha güzel ve ondan daha can yakıcı bir ay olmadı. Kayıplarımın, gözyaşlarımın illa sıkış tepiş burada mı buluşması gerekiyor gerçekten bilmiyorum. Fakat herşeyin zıddıyla varolduğunun da gerçek bir kanıtı gibi Mart. Her defasında yeniden doğmanın neşesini, özlediğim bahar kokusunu , yeni dostlukları ve başlangıçları da getiriyor. Eli kolu hep dolu benim için. Sadece tedirginim; bu yıl sepette kaç iyi, kaç kötü deneyim taşıdığından emin olamıyorum...
 
Bugün babamın ölüm yıldönümü. Onunla ilgili hatıralarım gitgide silikleşiyor. Detaylar neredeyse kayboldu. Yaşadıklarımız uzun yıllar önce izlediğim bir dvd gibi; artık bize ait değil, duyguları soğuk, sesleri eski.. Belki en çok kokular ve sesler kalıyor. Dedim ya, onlar bile uzaklaşıyor. Tutamayacağım kadar ötedeler artık.
 
Aşk da öyle. Bir Mart akşamı gelmişti. Sonra da geldiği gibi gitmişti. Sanki bana bir şey öğretmeye gelmiş gibiydi. Ama ben o birşeyi değil, pek çok şeyi bu derin yanılgıdan öğrendim. Dersim bana kalsın.
 
Dostum, canım Victor'un öte aleme geçişini de bu ayda öğrendim. Televizyonun karşısında çöküşüm, günlerce dinmeyen gözyaşlarım.. Onu zeytin ağacının altına bırakışım hala içimi kavuruyor. Sırf bu yüzden bir toprak istiyorum; ondan öğrendiklerimle sevdiklerime sevinç vermek için.
 
Hayat böyle bir akış, hayır ve şer yan yana, usul bir uyumda. Bir yandan kayıplara sızlanıp, diğer yandan mimozları kokluyorum. Toprağın üzerindeki sayılı günlerimde yapabileceklerimi sıraya dizip, anda kalmaya gayret ediyorum. Zihnimi ve kalbimi geçmişin gölgesinden ve geleceğin seçemediğim görüntülerinden sakınıyorum. Mart, ben senden hala korkuyorum!
 
 
 
 
 
 
 

2 Mart 2013 Cumartesi




".... bir avuç kuşa, bir avuç kurda, bir avuç aşa..."