Günaydın,
Ödülü cezası değilse de sınavı hediyesi boldu. Güldüm, sevindim, neşelendim, yürüdüm, yüzdüm, ağladım, öfkelendim. Ağır eleştirilere maruz kaldım. Yok sayıldım, söylediklerimi duyuramadım. Neyi sahipleneceğimi şaşırdım; kendimi mi, yoksa ihtiyaç sahibini mi?
Cüzzi ve külli arasında sıkıştım.
Yeni insanlar geldi, yaz yağmuru gibi ve bazı insanları paketledim, kışlıkları uzak bir köye yollar gibi. Samimiyetsizlik ve dengesizliğe hiç yerim kalmadığını anladım. Sorularım değişti; seviliyor muyum yerine seviyor muyum, duyuluyor muyum yerine duyuyor muyum, dürüst mü acaba yerine ben ne kadar dürüstüm demeye başladı iç sesim. Kocaman kocaman kumdan kaleler vardı uçsuz bucaksız plajlarımda ve yıkılmasınlar diye bariyerler kurmuştum ölü dalgalara. Hepsini tek tek kaldırdım. Kim gelecek ve yıkacaksa kalelerimi varsın yıksındı. Yıkılsın ve mümkünse beraberce yapılsındı.
Yepyeni kova kürek takımları, hiç gidilmemiş plajlar ve tadına bakmadığım tropik meyveler yok muydu gezegende? Niçin tek kumsalda, o yüz yıllık kaleleri korumalıydım ki? Hem hani ben dalga deniz seviyordum? Karar vermiştim; dalgaya da samimi olacaktım, en az kumdan kalelerime olduğu kadar. Sadakat planımı değiştirdim.
Yoruldum, dinlendim. Hastalandım, iyileştim. Kasabalar kurdum içimde. Ateş yaktım kalbimin en geniş meydanına ve tam sevdiğim gibi dev bir kazanda kaynatıyorum çorbayı. Ne kırk köyün ıssızlığına ağıt yakıyorum artık, ne de beklenti içindeyim. Sadece güle oynaya, şarkılar söyleyerek kah dönüyorum kazanın etrafında, kah karıştırıyorum çorbamı dibi tutmasın diye.
Mekandan ve zamandan bağımsız, bana biçilen tüm rollerden azadeyim. Kendi gülüşüm yankılanıyor ormanın derinliklerinde, kimse yoksa bile ağaçlar var, kuşlar var diye içim şenleniyor.
Kalbimden taşan yaşama isteğimin ateşini yakan yıla ne kadar teşekkür etsem az.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder