İlk gelişleri ben çok aşıkken olmuştu. Taş evin etrafında dolaşır, penceremize konarlardı. Bazen yolumu keser, bağırırlardı. Anlardım birşey söylerlerdi ama bilmezdim. Ne ilginçtir ki Mehmet Ali Bey'le de aynı yıllarda tanışmıştım. "Mesajları oku" derdi bana, "oku Elvan". Okumadım, ben mesajları okumak yerine tüm sezgilerimi geçiştirip, zihnimin en karanlık, en can yakan hikayelerini tekrarlamaya, Dünya sahnesinde sergilemeye devam ettim, okuya okuya, oynaya oynaya ezberledim döngülerimi..
Koca bir kase bal veriyordu hayat, avuç avuç pul biber boşaltıyordum içine, içine.
Hiç anlayamadım bu kendini bilmekten korkma hallerimi. Fakat bunca yıldır olan buydu, bilmekten, bilinmekten korkuyordum. Dışarıda bilgiye aç bir ben yaratmış semirtmelere doyamamıştım fakat içim açlıktan kıvranıyordu, içim açlıktan ölüyordu.
İçim çoktan dev bir boşluk olmuştu, parktaki çınar gibi.
Yusuf Amca, ara sokaktaki falcı, Yıldız Parkı'ndaki çingene... Kehanet kendini gerçekleştirmeden huzura ermeyecek, bana yaşamam için alan açılmayacaktı. Önce kehaneti kabullenecektim sonra hayat gelecekti ya da böyle bitecekti bana ayrılan süre; hayatın kıyısında, aç ve susuz, umutsuz.
Kargaları besliyorum günlerdir. kargaları besliyor ve sarmaşığımın güzelliğini seyrediyorum. İçimdeki cadıyı duymaya dikkat kesildim, gelip beni ele geçirsin istiyorum. Omuzumda kuzgunum, eteğimde buğday taneleri var. Elbisem babaannemin verdiği kumaştan, ayağımda yün çoraplar. Tam olarak evimdeyim, tam anlamıyla kendimdeyim. İşte şimdi herkese elimi uzatabilirim...
Hepsi olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder