31 Ocak 2021 Pazar

BİR DAHA SUSARSAM YUH OLSUN BANA

 

Hayatta en hoşuma gitmeyen şey mağdur edebiyatı! Seçimlerine sülük gibi yapışan insanların, işler istedikleri gibi, pardon manipüle ettikleri halde arzuları doğrultusunda gerçekleşmeyince, kurban rolüne bürünmelerine katlanamıyorum. Koyun postu giymiş kurtlar!

Bu yüzden yazıyorum. Kurban rolüne saklanmayayım, sözlerim uçuşup giderse yazdıklarıma bakıp kıçı başı toplayayım diye. Kendime notlar bütün yazılarım. İçimden dışarı, dışarıdan içeri bir mektuplaşma.

Ama bu defa farklı. Hayatımın bir parçası olmuş herkesi ifşa ederek yazmaya karar verdim. Kendimi, ailemi, eski sevgililerimi... Ayağıma basanları, yoluma çıkanları, elimi tutanları... Korkakları, cesurları, kaypakları... Adlı adınca yazacağım. Eskiden takma isimler bulur, masalların sembolik diline saklardım. Neden? Ben de korkaktım. Artık değilim. kaybedecek bir şeyim kalmadığı için hiç olamadığım kadar cesurum. Gölgelerden de, çürümüş yüreklerden de kaçacak değilim. Leşse leş, pislikse pislik. 

Merkür yavaşlamış... Aferin Merkür sana, darısı şimdiki zamanda patinaj çekenlerin başına.


30 Ocak 2021 Cumartesi

KULE EV






Kule eve, Eski Türk Mahallesi'ndeki asfalt yolun sağ tarafından daracık bir rampayla gidilirdi. İlk ziyaretim gece yarısından sonraydı. Ne sokağın adını görebilmiştim, ne de avlunun önünde uzanan uçsuz bucaksız araziyi.

İki kanatlı tahta kapının önünde durduğumuzda, Harun cebinden büyük bir anahtar çıkarttı. Anahtar kilitte kolayca dönerken kulaklarımın çok eskilerden hatırladığı yumuşak bir sesle hareket ediyordu. Neyi hatırladığımı bulamadım ama gülümsedim. O gece bir süreliğine de olsa büyük resimdeki yerimi buldum, kule evin iki anahtarından biri benim oldu. Demirden yapılmış anahtarı sol elimle kavradığım an, hayatla nasıl bir akit yaptığımın farkında değildim. Her seçimin farklı bir yol yaratacağını kimse anlatmamıştı bana. 

Kule eve ilk kez tek başıma gittiğimde üst kattaki pencerenin içine yerleştiğimi hatırlıyorum. Tam bana göre, ufacık bir niş, kireçle sıvanmış bir kozaydı burası. Arazinin zamansızlığını, evin bir geçit olduğunu sezdiğim an da tam olarak buydu sanırım. 

Evin alt kattaki tuvaletinin tam üstüne denk gelen, ufacık bir odası vardı. Kilitliydi. Ev sahibi anahtarları verdikten sonra bir daha hiç görünmemiş ama ayrılırken Harun'a o odayı açmaması gerektiğini,  eski eşyaları bıraktıklarını söylemişti. Odanın zincirlerle sıkı sıkı bağlanmış paslı bir asma kilitle korunduğuna inanırsak bu istekte hiç sorun yoktu. Ama odanın asma kilidi tamamen göstermelikti. Çünkü gevşek bir çivinin tuttuğu halka ufacık bir çekme hareketinde elimde kalmıştı. 

Odanın kapısı tıpkı tekke kapları gibi alçaktı ve en ilginç yanı da içeriden sürgülü olmasıydı.. Zaman zaman Harun'la bunun ne kadar ilginç bir durum olduğunu konuştuk ama o kadar fazla olağandışı olay yaşıyorduk ki, kilitli odayı hemen unuttuk.

Daha sonraki ziyaretlerimden birinde kendimi yorgun hissediyordum. Harun'un eve dönmesine en az bir saat vardı. Yatağa uzandım ve yüzümü duvara dönerek battaniyenin altına kıvrıldım. Dışarıda şiddetli bir yağmur vardı. Yağmurun pencerelere çarpan sesini dinleyerek yavaş yavaş gevşediğimi, üşümemin geçtiğini hatırlıyorum. Sonra uyur uyanık olduğum bir an, merdivenlerde yavaş yavaş basamakları tırmanan ayak sesleri duydum. Yüzüm hala duvara dönüktü. Harun mu gelmişti? Ama kapıyı açışını duymamıştım.
Ayak seslerinin sahibi Harun'dan daha şişman, daha yavaştı. Zemindeki seslerden ve titreşimden bunu hissedebiliyordum. Artık odada yalnız değildim. Yalnız değildim fakat kiminle olduğumu görmek için yüzümü dönecek cesaretim de yoktu.
Gelen kişi yatağın kenarına oturdu. Tam arkamdaydı. Döşeğin eğildiğini hissedebiliyordum. Sakin bir nefesi vardı. Bana zarar vermek isteseydi çoktan yapardı diye düşündüm. Başka bir niyeti olmalıydı. Ama ne?

Bütün bunlar Harun'un anahtarı kilitte çevirmesiyle sona erdi. Harun'un ceketini çıkarışını, ayakkabılarını kenara bırakıp terliklerini giyişini duydum. Ev tekrar soğumuştu. Yavaş yavaş yukarı çıkan adımlarını dinledim. Yüzüm duvara dönüktü, şaşkındım. Uyuduğumu düşünmüş olmalı. Elektrikli ısıtıcıyı açtığını duydum. Sonra yanıma uzandı. Uyuduk.

Rüya mı görmüştüm acaba? Tek anladığım kule evin bizden başka sakinleri vardı ve bilinmek istemişlerdi. Olanları Harun'a anlattığımda gülümsedi. Kapının önünde ayak izlleri gördüğü söyledi. belki bir yere kadar sesler sahiciydi ve sonra rüyaya geçip ben devam etmiştim? Ama başka şeyler de bilmiyor muyduk biz? Bu yaşamda buluşmamız tesadüf değildi mesela, bunu biliyorduk. Sonra çatıdaki şeytanı hatırlattı bana. O bile zararsızdı. Nasıl da gülümsemişti bize ay ışığı altında! Arazi desen kesinlikle bir portaldi. Çünkü kule evimiz eski bir mahallede Çobanyıldızı sokaktaydı! Zühre, Venüs, Lucifer! Işık taşıyan. Bir parlayan* olarak Harun bu evi tesadüfen bulmuş olamazdı.

Artık ikimiz de emindik. Başka boyutlardan gezginler tarafından ziyaret ediliyorduk ve benim de ev halkına dahil olmamla birlikte gelen gidenimiz artmıştı! İşin ilginç tarafı arkadaşlarımız bu eve gelmekten, gelseler bile uzun uzun oturmaktan hiç hoşlanmıyorlardı. Bizim için gezegenin en huzurlu noktası, onlar için çivili bir sedir gibiydi. Bana göre çiçekler içinde yaşıyorduk ama onların yüzünde derin bir kaygı görüyordum. Aslında umurumuzda değildi. Birbirimize fazlasıyla yetiyorduk. Ne televizyona, ne arkadaşa, ne de başka bir şeye hiç ihtiyacımız yoktu. Zar zor sesini duyduğumuz kaset çalardan yükselen müzik tek eğlencemizdi. Onu da uyumaya giderken açıyorduk.

Kasabaya son ziyaretimde ayaklarım beni eski mahalleye götürdü. Kule evin arazisine çıkan toprak rampaya şimdilerde taş döşenmiş. Harun ve ben uzun zamandır o evde yaşamıyoruz. Yaşamıyor muyuz? Kim bilir? Görünen o ki akitlerimizi unuttuk, diğerleri gibi derin uykunun perdesi var kalplerimizde. Ama ben hatırlıyorum, alacakaranlıkta suya atılan taşın halkaları gibi genişleyen araziyi, çatıdaki şeytanı, gün doğumuna kadar ışıl ışıl parlayan yıldızı ve misafirlerimizi.

Aslında ben bir süredir yaşadığım tüm hikayeleri neden yaşadığımı hatırlıyorum. Kimlerin benimle akitleri var, kiminle ne amaçla kesişti yolum çok iyi görüyorum. Ama anlatamıyorum....

Bugün dışarıda durmayan yağan yağmur kule evi hatırlattı bana. Bir portalin önünde duracak kadar şanslı olduğum günleri anımsayarak gülümsedim bir başka portal için hazırlıklarımı tamamlarken....

*Harun








26 Ocak 2021 Salı

SİKTİR GİT ÖTEKİ YARIM!

 

Sağlam kafa sağlam vücutta olur demiş ya Büyük Türk, doğru tespit. Kımıldayamadığımdan muhtemelen gereğinden fazla düşünüyorum. Ne düşünmeyi, durup durup sardırmayı sakinleştirebiliyorum, ne de yerimden kalkıp eyleme geçebiliyorum.

Duygularım donmuş, düşüncelerim serbest akışta, başı boş.

Bazen bizim balkona eğilen ıhlamur ağacına benzetiyorum kendimi. Mevsim çoktan geçti ama o yine de tüm soğuğa ve rüzgarlara rağmen bir avuç yaprağı bırakmadı... Neden?

Bırakamadığım duygular, korkular, incinmişlikler, öfkeler ne ki? Neden tutunuyorum onlara? Neden hiç kimseyi, hiç bir yaşanmışlığı ardımda bırakıp devam edemiyorum? Neden? Bu bitmez ızdırap tiyatrosu ne ya?

Kocaman bir kargo duygularım. Artık taşıyamadığım, bedelini ödemekten yıldığım dev, beni ezen bir kargo...

Bir tür kireç çözücü etkisi istiyorum hayatımda; tüm yaşanmışlıklarımdan kalan tortular temizlenip gitsin zihnimin kıvrımlarından!

Aslında neden böyle oldu biliyorum. Çok sevdiğime, ben seni çok seviyorum diyemedim, ağzıma sıçıp gidene de Allah belanı versin demedim... Kayıplarıma ciğerimi yırta yırta ağlamadım. Hep ayakta durmalıydım, dizlerimin üzerine çöküp merhamet dilemedim. Ben  şu hayatta hiç doya doya, sürüne sürüne depresyona girmedim! İşte bütün bu yükler, yersiz yükselişler onlar... Yarım yaşanmışlıklar...



18 Ocak 2021 Pazartesi

KAR

 

Karla gelen mutluluk ve sessizlik hayatlarımızın akışındaki çelişkili ruh halimizin yansıması gibi. Tam anlamıyla mutlu olmak nedir, unuttuk. Gerçi uzun zaman önce unutulmuştu mutluluk, şimdi sadece hatırlanamaz oldu.

Karla gelen sessizlik içimdeki sessizliği anlaşılır kılıyor. Ancak dış sesler sustuğunda içimin sonsuz uğultusundan anlamlı kelimeler seçebiliyorum. 

Bugün on sekiz Ocak, kim bilir ölümlü hayatlarımızın kaçıncı günü? Bu ince ince yağan karı ilk kez seyretmiyorum ama son kez seyretme ihtimalimi daha derinden hissediyorum. 

Bugün on sekiz Ocak, kalan ömrümüzün kim bilir kaçıncı günü?

7 Ocak 2021 Perşembe

KAOS & DENGE










Günaydın,

Yeni bir döneme, yeni bir hayata değil, oralarda gün çoktaaan doğdu, bu günaydın sana dostum! Diyeceksin ki nereden çıktı şimdi bu manidar günaydın? Güneş aynı güneş, ay aynı ay. Haklısın ama işler  hiç göründüğü gibi değil. Biraz daha dikkatli bakarsan güvendiğin ama nedense her daim ağzına sıçan ezberinde değilsin artık, yenilenmiş bir yer burası.

Küller küllere tozlar tozlara karıştı. Aldığın nefeste neredeyse hayat kadar ölüm de var bundan böyle. Hatta o kadarla kalsa iyi, dahası var; planlanmış cinayetler, derin umutsuzluk, kaybolmuşluk, tanımsız boşluk, çökkünlük... Var da var yani. Bunları solurken nasıl yenileneceksin? Asıl mesele bu! O halde yeni olan ne ki?

Dünya'yı bilme, olan biteni anlama sevdanı bırak derim. Dünya ol artık. Sen ve diğerleri yok. Dünya'da yaşayan  bir sen de yok! O içini lime lime eden ve tüm dikkatini dışarı verdiğinde bir nebze sakinleştirdiğin derin kaybolmuşluğun var ya, işte şimdi onunla dans zamanı. Sağlam bir zemin ve bir çift iyi ayakkabı mı istiyorsun? Boşversene, çıplaksın bu dansta!  Zemin de oynak.  Gördün mü? Havada asılıyız! 

Yerçekimsiz bir döneme hoşgeldin!

Şimdi denge zamanı. Hayatım boyunca hep bir sirkte çalışmak istemişimdir. Ne zaman bir kitapta veya filmde karşıma çıksa hep içimde bir şeyler kımıldar. Neden? Oyun içinde oyun istiyor olmalı ruhum. Çünkü doğduğum günden beri dev bir tiyatroda olduğumu biliyorum.... Dev sahneler, ipleri başkalarında oyunculuklar, perdeleri ağır... Özgür iradeden uzak...

Büyük bir kaosun kokusu var nicedir. Sen maske taksan da, pencereni açıp evin, havalandırmasan, caddelerde dolanmasan da var. Kokuyor. Alış bu yeni kokulara, artık ne içerideki ne de dışarıdaki kaosu görmezden gelemezsin. Gözlerini açıp dışarı baktığında seni alıp rüyalara sürükleyen hayat yok artık. Ve istediğin kadar uykuya bırak kendini, içindeki sular da durulmayacak.

Gözlerimiz açık, olanla barışık kalmak tek yol. Ama nasıl? Bilmem. Sezgilerimle yazıyorum sana, bildiğimden değil.







6 Ocak 2021 Çarşamba

KAFA

 

Kafadan kafaya geçişlerimi takip edemez oldum! Üstelik bu benim temiz kafam; ne alkol ne başka bir uyuşturucu. Ama onu da yaptım. şişeyle şarap içip, eşşek gibi ağladım. Sonra günlerce bahçedeki gülün açışını izledim. Sabah körü parka koşup yaprakların arasında gezindim. Ekmek pişirdim. Yüzlerce kadın fırladı içimden, her birinin ardı sıra sürüklendim. Ama en çok merhamet delisi olan yordu. Onun bitmeyen mızıltıları. Anası dıdısı. Ah o!

Şimdilerde mi? Bi isyan, bi kırılganlık, aşırı alınganlık....

Senden ne haber?

1 Ocak 2021 Cuma

SEN VE BEN







İnsan lanetli bu gezegende. Besbelli pislik olsun diye yarım yollamışlar bizi, ya da yarım olma yanılgısıyla. Neyse ne. Bir garip sevdadır ki, hayat boyu "bir", "birlik" peşinde divaneyiz...

Öyleyse şans dile, dile ki hurafelerden uzak bir avluda, sen ve ben değil, bir olalım.


*Nu- Man o  To


Khonak an dam ke neshinim dar eyvan, man o to
Be do naghsho be do soorat, be yeki jan, man o to
Khosh o faregh ze khorafat-e-parishan, man o to
Man o to, bi man o to, jam’ shavim az sar-e-zogh

Youtube yorumlarına eklenen İngilizce çevirisi:

The pleasant moment of sitting in front of the door, me and you.
With two figures and two faces, with one life, me and you.
Joyful and careless, free from distracting myths, me and you.
Me and you, without us (ego), gather because of virtu (love)

Mevlana’nın bu anlamlı dörtlüğünün Türkçe çevirisi ise şu şekilde:

Saadet zamanı: avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben
Endamımız çift, sûretimiz çift, ruhumuz tek, sen ve ben
Bulandıran palavralardan azade, gamsız bir keyif, sen ve ben
Sen ve ben, ne sen varsın ne de ben, bir olmuşuz aşk elinden