En sevdiğim yazarla benzerliklerimiz olduğunu bilmek bana kendimi özel hissettiriyor. Nasıl mı? Şöyle ki, küçük bir kızın annesinin topuklu ayakkabılarını giydiğinde kendini bir yetişkin olarak hayal etmesi gibi. Bir tür oyun diyelim ya da birbirini yatay ve dikey zamanlardan tanıyan ruhların dansı.
Bugün tam da öyle bir varlığın doğum günü... Beni Dünya zamanında vakitsiz terk eden ama evrensel anlamda bir an bile elimi bırakmayan dostumun. Çocukluk ve ilk gençlikten kalan en güzel anlarımın yoldaşı Victor'nun.
Birlikte olduğumuz tüm zamanların, o an yaşanırken de özel olduğunu bilirdim. Bazen kendimi çimdiklerdim yaşadıklarımı bedenim kaydetsin diye.. Bizi birlikte kılan hayata, beraber aştığımız zorluklara, tuhaflıklara, tüm benzerlik ve farklılıklarımıza neşeyle bakar, bunu mümkün kılan evrensel plana, ki o vakitler böyle kelimeler bilmezdim, hayret ve şükranla eğilirdim.
Birlikte olduğumuz tüm zamanların, o an yaşanırken de özel olduğunu bilirdim. Bazen kendimi çimdiklerdim yaşadıklarımı bedenim kaydetsin diye.. Bizi birlikte kılan hayata, beraber aştığımız zorluklara, tuhaflıklara, tüm benzerlik ve farklılıklarımıza neşeyle bakar, bunu mümkün kılan evrensel plana, ki o vakitler böyle kelimeler bilmezdim, hayret ve şükranla eğilirdim.
Ona sokularak varlığımı gerçek kılabildiğim, sayesinde gündelik hayatın mucizelerine bağlandığım, birlikte yol aldığım dostumdu. Onunla yaşanan her şey anlam kazanırdı. En küçük işler kutlamaya dönüşürdü. Çünkü "mış" gibi yaşamazdı. Hakikiydi. Onu biricik kılan, beni büyüleyen de buydu; insana dayatılmış tüm kuralların, mutlak doğru diye belletilen her şeyin dışına çekerdi kalbimi. Biz günü birlikte yaşıyorsak eğer, etrafımı saran madde dünyası ufalır, bir bardak yayla çayıyla uçsuz bucaksız kırlara yuvarlanırdık.
Kadınlarla sorunu vardı. Çünkü annesiyle derdi dermansızdı... Kısacık ömründe sevgi ve öfke arasında o kadar hızlı savruldu ki, bedeni vaktinden evvel yıprandı. Az sevilmiş çocuklardık.
Gözlerini ve sesini çok özlüyorum. Bakışları kömür madenindeki elmaslar gibiydi. Sesi kimselere benzemezdi. Bir erkek için belki biraz tiz ve ince ama güçlüydü.
Hızla yükselir, çabuk sakinleşirdi. Öfkesi ile kahkahası, azarlaması ile kucaklaması arasında bir bardak suyu ancak içerdiniz. Bir kez bile kavga etmedik, bir defa dahi gücenmedik birbirimize... Hiç ayrılmadık, hiç kavuşmadık. Masallardaki kutsal ırmaklar gibi usul usul aktık. Kah yakınlaştık, kah uzaklaştık. Aynı kaynaktan doğmuştuk ve aynı kaynağa dökülecektik. Hiç konuşmasak da bunu her zaman iliklerimize kadar hissettik.
Unutulmaz hediyeler bıraktı bana. Varlığı kendime giden yola dair pusulamdı. Bunca yıldan sonra hala beni bana, beni ona, beni bütüne götüren ipuçlarını bir bir takip ederken, içimdeki özlem, geride bırakılmışlık hissi biraz olsun sakinleşiyor.
Bir insanın sesi hala kulaklarınızdaysa, sahiden gitmiş olabilir mi?
Bazı insanlar vardır diğerlerinden daha canlıdır. Victor öyleydi, daha canlıydı. Bu yüzden olsa gerek bedenini bırakıp gittiğinde, elimde kalan kabukla ne yapacağımı bilemedim.
Kabuk cansızdı, geçmiş canlı.
Kabuk cansızdı, geçmiş canlı.
Şimdilerde izlediğim her yaprak kımıltısında, yüzüme değer her ılık rüzgarda, yağmurun serininde, bulutların hareketinde ve ceviz kabuklarının kokusunda hep o var.... Bugün onun anısına ekmek pişireceğim. Pek çok aç ruhu besleyen benzersiz dostumun hatırasına...