11 Nisan 2020 Cumartesi

BUGÜN







Şaka değil, sahiden eser miktarda güneş alıyor evimiz. Şöyle ki, öğleden sonra 16-17 arasındaki otuz dakikada ancak fotoğraftaki kadar ışık görüyoruz! Güneş, son sürat giden arabanın farı misali balkon kapısı önünü hızlıca yalayıp, kayboluyor! Taşındığımda bu duruma hiç takılmamıştım çünkü loş ışık ve serin atmosfer fikri bırakın rahatsız etmeyi, hoşuma gitmişti. Evim için yakıştırmalar yapıp, "dört mevsim Londra" falan diyordum. Ancak gel zaman git zaman balkonları kullanamamak, bitmeyen sonbahar ve içimi oymaya başlayan rutubet zorlamaya başladı. Ha, neden taşınmadın dostum derseniz, o iş o kadar kolay değildi... Ülkenin tepetaklak olmuş ekonomisinde kımıldamaya cüret edemedim. Dikkatinizi çekerim cüret diyorum, cesaret değil.

Sonuç? İçinden geçmekte olduğumuz şu günlerce yüz binlerce insan gibi yemek ve suyun varlığına teşekkür ederek oturduğumuz yerde oturuyoruz. 

Tartışmaların, küslüklerin, anlaşmazlıkların ve daha pek çok şeyin anlamını yitirdiği zamanlardan geçiyoruz. Belki de ilk kez, bizim türlü bahaneyle durmadan erteleyip, o gelip gelmeyeceği belirsiz geniş zamanlara bıraktığımız içe dönüş pratiğini bu defa hepimiz için şu mini minicik virüs hallediyor. Ne diyeyim? Faturası epeyce kallavi olmakla beraber, sağolsun, varolsun cancağızım! 

Dinsizin hakkından imansız gelir diye boşuna denmemiş!

Zamanımın çoğu okuyup yazarak, arada internet üzerinden film, dizi izleyip, makul bulduğum yoga ve pilates derslerine katılarak geçiyor. Fazla sebze meyve tüketmediğimden, zira yıkamak da sıkıntılı, uzun yıllardır yemeğim kadar makarna, pilavla besleniyorum. Ton balıklı sandwich, kaşar peynirli tost, yoğurt, kahve adeta yeni yaşam biçimimize dönüştü! Neyse ki arada elma veya portakal yemeyi akıl edebiliyorum.  Demek hala azıcık sağduyu kırıntısı mevcut!

Theodora ile havalandırılmış odalarda oturmaya çalışıyoruz. Neredeyse aynı zamanlarda uyuyup uyanıyoruz. Çünkü gün içinde yeteri kadar enerji harcayıp yorulmadığımdan, akşam uykum gelmiyor. Yine de baktım ipin ucu kaçıyor gece dörde kadar oturma potansiyelimi beslemeyip, ikiden evvel yatağa girmeye gayret ediyorum. Çünkü her durumda sabah en geç sekizde uyanıyorum. Oysa doktorlar bas bas bağırıyorlar "dinlendirin bedeninizi" diye. Yani olan şu ki Theodora gibi gündüz kısa uykular uyumaya başladım; çoğu, uyku ihtiyacı içermeyen, kısa, tuhaf uyuklamalar...

Muhtemelen benim uzun saatler, hatta günler boyunca evde olmama şaşırıyor. Kim bilir o, bu süreci nasıl algılıyor? Gözlerinde soru soran bakışlar var bazen;"bu kadın hiç mi dışarı çıkmayacak?" der gibi bakıyor. Evet, çıkmıyorum. Pek çok İstanbullu gibi "tamam kontrollü bir normal hayat mümkün" denilene kadar sabırla bekliyorum. Haftada bir kez alış verişimi yapıp, anneme ihtiyaçlarını bırakıp, kardeşimi görüyor ve evime dönüyorum. Sokaktaki kedilere yemek bırakmak dışında ne yazık ki kimseye bir faydam dokunmuyor.

Neyse ki zarar da vermiyorum...

Yakın bir dostum kargo şirketi çalışanlarının tıpkı sağlıkçılar gibi virüsle temasa en fazla maruz kalan kitle olduğunu söylediğinden bu yana artık kargo gerektirecek alış verişler de yapmıyorum. Bazen güne başlamaya ve devam ettirmeye hiç isteğim olmuyor. O günlerde kendime yüklenmiyorum. İstememe, güçlü olmama, kımıldamama gibi haklarım olduğunu hatırlamanın da iyi olduğunu düşünüyorum. 

Bugün buysa bu.











Hiç yorum yok: