Ben doktor değilim; kaldı ki fizikten, kimyadan ve biyolojiden de hiç anlamam. Bildiğim tek şey tatlı sevdiğimdir. Hani şu malum hastalığım gübresi olan tatlıdan bahsediyorum. Hani Lady Agi ile www.yaramazteyzeler.blogspot.com isimli bloğumuzda savaş açtığımız tatlıdan.
Sevinsem, üzülsem, sıkılsam tatlı ararım. Bir tek aşık olunca ya da çok çalışınca aklıma gelmez tatlı yemek. Amma bilin bakalım ne oldu, kırk yaş itibariyle tatlıyla akdimi bozdum! Aşık mıyım? Yoooo, aşk kim, ben kim:) Yolda görsem tanımam! Sadece kalan ömrümü sermayeden yiyerek yaşayamayacağımı, popomdaki yağ oranından kurtulmam gerektiğini ve bu meşakkatli yolculukta orama burama yapışmış onlarca saçma sapan düşünceyi silkeleyip atmam gerektiğini anladım!
Hatta başladım bile. Bana ilham veren deniz kızını görseniz siz de aynı gücü bulurdunuz. Bazen hayat öyle güzel hediyeler gönderiyor ki, yaşamaya doyamıyorum.
Bu hafta her zaman olduğu gibi maksimum stres ve haksızlıkla, maksimum mutluluk ve sevgiyi birlikte yaşadım. Kazı evinin akıllara zarar huzursuzluğu ha öldürdü ha öldürecek derken, Burhan Bey'le muhteşem bir konser izledik Yıldız Sarayı bahçesinde. Ardından dünya güzeli öğrencilerimle koruda ders yapıp, rüzgarı dinledik. Elimizde rüzgar gülleriyle rüzgar avcısı olduk. Gerçek ağaçlara yaslanarak ağaç duruşu yaptık. Maymunlar gibi ayak parmaklarımızı kullanıp, kaplumbağalar gibi kafamızı sakladık.
Kısacası hayatın tadı konusunda var gücümle hakkım olanı almaya and içtim. Bana verilenlerin tadını keşfettikçe tatlı ihtiyacım azalmaya başladı. Yemiyor muyum, elbette yiyorum ama bedenim için yiyorum, ruhum doymayı öğreniyor:)
Ne mutlu kırkım diyene!