24 Ocak 2013 Perşembe

KENDİME İSTANBUL ISMARLADIM

Uzun zamandır yapmamış, yapamamıştım. Zihnimde dönüp duran işler sadece gündelik hayatımı değil, uykularımı da etkilemeye başlamıştı. Sanki sıraya dizdiğim yapılacak işler listesinden beni özellikle uzak tutan birileri vardı! Belki de hata yapıyordum, atalarımız demiş ya, bir koltukta bilmem kaç karpuz olmaz diye! Benim karpuzların sayısı o kadar arttı ki, altlarında ezilmeme az kaldı! Neyse, yavaş yavaş işler kendi aralarında savaşıp, bazıları öne çıktıkca diğerleri de kollarımın arasından düşüp gidecek. Bunu biliyorum. Yoksa hayat böyle gitmez. Hem ben işkolik değilim ki. Ben ailemle, dostlarımla yaşamayı, oturup havadan sudan şeyler yazmayı, avere dolaşmayı seven biriyim. Kimilerine göre kaybeden, bazıları için lüküs hayat yaşayan ve kendi tanımımla içeride ve dışarıda arayanım!
İstanbul benim labirentim. İçinde bile bile, güle oynaya kaybolduğum labirentim. Camiileri, kiliseleri, sarayları ve türlü ayrıntısıyla tam tamına benim şehrim.
Dün Baykal'la buluşmadan önce erkenden karşıya geçtim. Önce haydarpaşa'ya baktım doya doya. İçimden "şanslısın canım, bak diğerleri tastamam kül oldu. Allah seni korusun" dedim. Sonra vapura atlayıp martıları seyrettim. Kimbilir kaç nesil martı uçmuştur bu suların üzerinde? Kimbilir kaç şiire, kaç aşığa ilham kaynağı olmuşlardır... Ben öğrenciliğimde hiç martılara simit atmadım. O zamanlar İstanbul Üniversitesi'nin yemekhanesindeki tavuk etinin martı eti olduğu söylenirdi. Nedendir anlayamadım ama bir şekilde tiksinirdim martılardan... Gençlik işte, kafa başka çalışıyor.
Vapur Eminönü'ne geldi. İnip tramvaya bindim. Ver elini Sultanahmet!
Hava nasıl da güzel. Güneş ılık ılık, insanlar keyifli. Sanki bütün sorunlar tarihi yarımadanın dışında. Oh, cennette miyim ne?
Saraya gittim. Sarayıma. Hani şu ne dilimden, ne kalbimden eksilmeyen güzeller güzeli Topkapı Sarayı'na. Çin'den bir sergi gelmiş, bitmeden onu görmeye niyet ettim. İyi ki de etmişim, pek beğendim. Tabii dört adet pişmiş toprak heykelle, o fotoğraflardaki görkem yakalanamıyor ama hiç yoktan iyidir. Bir fikrim oldu. Bu ordu "ÖLÜMSÜZ ORDU" olarak biliniyor. Bence görmeye değer. Hele ki şimdilerde Piri Reis'in o akıllara ziyan haritası da yeniden sergilenirken bence gidip görün. Enderun Avlusu'ndaki sergi sizi bambaşka yolculuklara götürebilir... Ben mağazadaki harita desenli her objeye bayıldım. Dün biraz çulsuzdum, aralarından bir iki tane seçecek kadar da vaktim yoktu ama gelecek hafta gidip tekrar bakacağım. Bence çocuklarınızı da götürün ve onlara bu haritaların önemini anlatın. O kadar güzel detaylar var ki, bence bayılırlar.
İşte böyle.
Baykal'la buluşunca güne Çınaraltı, oradan Mahmutpaşa'ya iniş ve nihayetinde Perşembe Pazarı'nda güneş keyfi yaparak devam ettik. Londra İstanbul arası bir hayatın nasıl da tadından yenilmez bir süreç olacağını konuşup hayıflandık. Ev arakadaşı olduğumuz günleri, evi paylaştığımız dostları yad ettik.
Kendime İstanbul ısmarlamaktan ve Baykal'ı görmekten memnun döndüm evime. Hayata teşekkür ederek gittim yatağıma. Ondan mıdır bilmem, çok güzel uyudum. Şimdi adaya gidiyorum, P. Özer'in prensesini görecek ve adanın pazarından sebze alacağım:)))

Hiç yorum yok: