10 Eylül 2012 Pazartesi

BİRİNİCİ ZONE DA HAYAT!

Londra hayatı sakin sessiz devam ediyor. Şehrin yarısı parmak arası terlikle, diğer yarısı ise botla dolaşırken, bendeniz kuzenimin atmaya kıyamadığı  ve çok işime yarayan spor ayakkabılarıyla şehri adımlarken, her Allahın günü yağmur duası yapıyorum. Gel gör ki, bana inat olsun diye midir nedir hava günlük güneşlik! Sanki Maldivlere geldik! Bu sabah uyandım ve "aha, işte yağmur geliyor!" dedim ama bakınız yine güneş pencerede!

Blog sayfalarında anlatmayalı neler oldu özetlersek; biraz kitapçı dolaştım, çocuk kitaplarının cinsine cibilliyetine baktım. Windsor'a gittik. Kaleyi gezdik. Damadın ısmarladığı nefis kahvelerimizi içip evimize döndük. Sanmayın ki içeride yayılıp, şişmiş ayaklarımızı dinlendirdik. Yoooo. Koşarak şehrin öbür ucundaki İran Lokantası'na gittik. Orada Gülsine isminde çok cici bir kızla tanıştık ve bütün günün, hatta ertesi günün yeme içme limitimi doldurduk! Açıkcası İranlı kardeşlerimiz et işini çok iyi becermişler. Bizim kebaplarımızdan çok daha lezzetli olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ayrıca en hoşuma giden şey çaydanlığın üzerindeki şah resmi oldu ki, acaba biz de aynı şeyi yapsak ve minik padişahımızın resmini çaydanlıklarımıza bastırıp, ulusal zevkimiz olan çaydan da soğusak mı???

Neyse, bütün bunların dışında Özgür'ü de görme fırsatım oldu. Kendisine Regent's parkta öğle yemeği ısmarladım. Ama yoğun iş temposu pek görüşmemize izin vermiyor. E madem ben buradayken çalışmayı tercih ediyor, ne diyelim Allah bol para versin:)

Gelelim şu I. Zone meselesine. Bizim kuzenler LOndra'yı pek sevmemiş. Londra'da onları sevmemiş olacak ki, güzel yüzünü göstermemiş. Ve sonuçta evleri, ocakları pek cici olsa da ısınamamışlar buralara. illa da kendi köyümüz diyorlar. Bu da aramızda bir espri konusu oldu. Zira insanın I.zone da oturup, Regent's Park a bu ladar yakın olup , kendini sürgünde hissetmesi bana tuhaf geliyor. Diğer yandan bakınca da anlıyorum aslında. Çünkü ben Londra'da hep basit işlerde çalıştım. Çok ciddi bir İngilizcem olması gerekmedi. Dolayısıyla da her daim turist gibiydim. Herşey hoş ve eğlenceliydi. Oysa iş dünyasının stresine, insanın kendini dilediğince ifade dememesi eklenince sanırım iyi bir duygu olmuyor. Hatta bir tür sürgün hayatı olduğu kesin. Hiç değilse duygusal anlamda.

Kısacası onlar pek memnun değil. Fakat geri dönmeyi düşünmeyen, buradaki olumlu yüzü görenler de var. Dolayısıyla ne kadar insan varsa, o kadar çok seçim var. Üstelik tek bir doğru yok. herkes için iyisini dilemekten başka elimizden ne gelir ki?

Bugünlerde Mehmetus'da kalıyorum. Yani eski mahallemde. Ev güzel. Basbayağı park manzaralı. Kısacası bugün buralardayım. Yine yazarım:)

Hiç yorum yok: