16 Ağustos 2012 Perşembe

KUL HAKKIYLA KARIN DOYURANLARA AFİYET OLSUN

İki yaz önce bizim ashramda çalışmıştım biraz. Sabahları hocamla güne başlamak dünyaya bedeldi. O rutin içinde yüzyıllarca yaşayabilirdim. Tabii mümkün olsaydı...Olmadı, olamadı.
Şimdi bir başka rutin oluştu hayatımda; eskiden ait olduğum, ya da ait olduğumu sandığım küçük, küçücük dünya.
Bu dünyanın dört bir yanı sularla çevrili. Günbatımlarında manzarasına doyum olmuyor. Su her daim berrak ve masmavi. Ayaklarımı yere bastığım adanın her metrekaresi yeşil, çiçeklerin her biri ayrı güzel. Bol meyva ve sebze var burada. Bereket boynuzlarıyla dolaşan periler, elini atsan tutabileceğin kadar bol miktarda balıkla dolu nehirler ve daha neler neler... Kafamı çevirdiğim her yerde bir güzellik. Pan, Metis ve kayıkçıyla sohbetin tadı, Dionysos ile şarap yudumlamanın zevki paha biçilmez.
Adanın etrafındaki köpek balıkları olmasa hayat olabilecek en güzel noktada belki...
Bazen aklımı kenara koyuyorum bu manzaraya seyrederken, sezgilerimle bakıyorum ellerime. Parmaklarımın arasındaki perdeler, yüreğimin kanatlarına denk. Yüzmem lazım! Uçmam lazım! Bir ömür köpekbalıklarından korunarak nehirde mi yüzeceğim?
Yapabilir miyim? Yüzemediğim bir denizi özleyerek, sadece seyrederek yaşayabilir miyim?
Şimdilerde susuyorum, kendime ve bu adaya haksızlık etmemek, hakkını , hakkımı yememek için, iç sesimi duymaya çalışıyorum. Kulağımı kalbime dayadım, dinliyorum:)

Hiç yorum yok: