28 Şubat 2025 Cuma

ORMANA GİTMEK...



Bana sorsanız metaforların en güzelidir deniz, orman, labirent ve kule... Anlatmak istediğimizi çokça cümleye gerek olmaksızın iletir dinleyenimize.  Kimbilir belki de bunca yıl kesintisiz kullanılmış olmalarının sebebi de budur; herkesin bilinçaltında bildik semboller ormanlar, denizler, kuleler, labirentler... Hepimiz geçmişizidir yedi denizi, her birimiz ya tırmanmıştır kuleye ya da firar etmiştir. Ormanda kaybolmayan veya karanlığından korkmayan, orman kenarında dolanıp içeri giremeyen az mıdır? Ya da kendi inşa ettiği labirentin planını unutmayan?

İnsan bunların hepsi ve hiçbiridir. Her deneyimden geçen ama daima bir önceki adımı unutandır.

Ormana gitmeyi ilk kez çocukken masallardan, uzun yıllar sonra da ustamdan duymuştum. Hindistan'nın Ortaçağında bilmem hangi bölgede erkekler için düzenlenen bir inisiyasyon hikayesi anlatmıştı bana. Kulağımda kalmıştı, hayatımda da olsun istedim ama herşey gibi onu da yarım yamalak anladım, eksikli uyguladım.

Yine de ağaçlar diktim. Ormanda kulübemi inşa edemesem de ağaçlarım oldu. Yılda birkaç kez yanlarına gidiyor, aralarında dolaşıp konuşuyorum. Onları sevdiğimi söylüyorum, özlediğimi, birgün mutlaka yanlarına geleceğimi. Çokça söylersem olur diye inanıyorum fakat yine de bu hayali mümkün kılmak, ağaçların arasında yaşamak adına kımıldayamıyorum. 

Varlığımın kendini gerçekleştirmek isteyen parçası felçli, ona komut veremiyorum.

İçimde biryerlerde hep ormana gitme isteği var. Ormana gitmek ve orada öylece kalmak. İçinde ateş yanan ufacık tek göz bir kulübe, biraz yiyecek. Dışarıda hangi mevsim olduğu önemsiz. 

Sabah uyandığımda ormanı duymak istiyorum. Seslerini ve sessizliğini. Günün her saatinde ayrı yönden esen rüzgarı hissetmek, güneşin ışıklarına göre şakıyan türlü türlü kuşun sesini ayırt edebilmek ve zamanla hiç kaybolmadan ormanın en kuytusuna kadar gidip, tekrar kulübeme dönebilmek. Öyle ki günler geçtikçe ormanın tamamını kulübe gibi hissetmek; kulübedeyken ormanda yürümek, ormanda yürürken kulübede olabilmek istiyorum.

Kadim bir ağacın altında olsun kulübem. Gökyüzüne bakmak istediğimde onun dallarının arasından göreyim mavilikleri. Yanına gidip çoraplarımı çıkartayım, sırtımı gövdesine dayayarak içeyim kahvemi. Kocaman gövdesinden geçen suyu, köklerine sarılmış mantarları hayal ederek geçsin günün ilk saatleri. Uykum kaçarsa yorganımı alıp altına sereyim. Yazmak istediğimde, düşünmemek, konuşmamak istediğimde hep ona, ağaca gideyim.

Ormana gitmek istiyorum. 




25 Şubat 2025 Salı

SOVUK ŞUBAT

 

Günaydın,

Kombili evde yaşamak bazen hayat kurtarmıyor. Mesela bu kış. Eski bir apartmanda oturduğum ve sahile yakın olduğumdan hiç ısınamadım. Sürekli üşüme halindeyim ve kat kat giyinmekten aşırı yorgun düştüm. Elbette ısınamayan ve yarı aç yarı tok yatan insanlarla halimi kıyaslayacak kadar delirmedim ama İstanbul uzun zamandır bu denli zorlayan soğuk görmemişti. Hatta şöyle söyleyeyim benim hiç palto giymediğim kot ceket kazak veya kabanla geçirdiğim kışlar oldu. Bu nedir yahu?

Neyse ki İsveç'e giderken aldığım içliklerim var. İyi ki almışım. Ve daha komiği kayak yapacakmışım gibi kar montum var, ki ben ömrümde kayak yapmadım. Sanırım bir ara lüzumundan fazla kazanmış olmalıyım ki aldıkça almışım. Neyse, işe yaradı işte.

Soğuktan pazara kısacık uğrayabilir oldum. Banyo yapmayı gözümde büyütüyor ve evime dönünce asla tekrar dışarı çıkmak istemiyorum. Düpedüz kış uykusuna yatamadığımdan ve o kadar uyku sevmediğimden bu soğuk ve kasvetli günlerle zorlanıyorum.

Siz ne yapıyorsunuz? İstanbul kışına benim kadar uyumsuz başkaları da var mı meraktayım.






17 Şubat 2025 Pazartesi

NEHİR GÜLÜ


Bahçedeyiz, parçaları birleştirerek ve yapıştırarak yarattığımız maketin kokusu asılı havada. Yandan çarklı nehir gülüm. Mavi. Kardeşime uçak yaptık, o da uzaktan kumadalı, sen yaptın ama aynı gün değildi sanki? O uçak havalanabilmiş miydi? Mandalina ağaçları üzerinde kısacık bir uçuş hatırlıyor muyum yoksa hafıza hileleri mi o görüntüler?

Neden bana tekne, kardeşime uçak? Neden bu kadar erken?

Güldük mü biz o gün, eğlendik mi? Hatırlamak istiyorum. Bazen yaşamak değil, sadece hatırlayabilmek istiyorum. Eğer hatırlarsam bende  eksik olanın tamamlanması mümkünmüş gibi hissediyorum.

Geçen gün dedim ki kendime, eğer hayatımı yazıyor olsam kitabın adı Nehir Gülü olabilirdi. Yaşam akıp giderken, nasıl donup kaldığımı ve o nehrin kıyısından kımıldayamadığım gibi, yandan çarklı nehir gülüne atlayıp uzaklara da gidemeyişimin hazin ve komik halini anlatmak isterdim.

Epeyce isyankar hissediyorum kendimi ve bu his yalnızca geçmişe karşı değil, hayatın tümüne direnişteyim. Don Kişot musun yahu dediğini, duyar gibiyim sevgili okur ama inan değil, sadece don ve t-shirt belki! 





16 Şubat 2025 Pazar

FARKINDAYIM


Hep yeniden mi hayat? Öyle, öyle ama gerçekten istersek öyle. Ben mi? Bilmem, her yıkılışım yenilenme gibi görünse de, durup arkaya baktığımda asıl olanın etrafında daireler çizdiğimi hissediyorum. Böyle böyle azalıyor ve belki de yine böyle böyle çoğalıyorum. Eksilen Elvan'la kabından taşan Elvan hala aynı evde, aynı bedendeler ama bir başka Elvan  daha var ki O, zaman zaman bize katılsa da ekseriyetle firarda. Bu bölünmüşlük hissi nereye kadar? Nerede hizalanır  şu üçü ve hizada kalırlar mı vallahi bilemiyorum.

Yazmak istediğimi söylüyor yazmıyorum. Gitmek istiyor gitmiyorum. Kendimi ben sandığım şeye düğümlemiş, biri gelsin çözsün diye bekliyorum. Rüyalarım mı? Orada özgürüm. Rüyalarım firardaki Elvan'ın hizmetinde; bilmediğim sokaklarda, hiç adım atmadığım evlerde ve güvenli kucaklardayım. Fakat uyandığımda yine düğüm düğüm içim.

Bazen Ferdi Özbeğen konserine gitmek istiyorum. Bilmem, öyle işte. Onu en ön masadan izlemek, şarkılarıyla kafayı bulmak, belki böylece o düğüm sandığım şeyin sadece yanılsama olduğunu gösterir bana diye bir umut işte saçma sapan.

Şöyle bir bakıyorum da ömrüm korku ve öfkeyle geçmiş.. Çok korktum ben, korktukça öfkelendim. Öfkelendikçe kaçtım. Çok yorgun bir beden, ağrıyan dizler ve un ufak olmuş duygu ve düşünceler torbasıyım. Hayat!

Neyse ya, hadi ben derse gidiyorum, hepimize iyi Pazarlar.



*Sezen Aksu, Farkındayım.

11 Şubat 2025 Salı

İSTANBUL SOVUK


Günaydın,

Eski model, sahile yakın bir binada yaşamanın nimetlerini hepiniz tahmin edersiniz di mi? Fakat bugün eziyetinden bahsedeyim azıcık. 

Rahmetli Atilla Aksoy'a neden yalıda yaşamak yeride yazın sınırlı zamanda tekne turlarıyla yetindiğini sorduğumda, boğaz kenarı rutubetli oluyor demişti. Onun gibi deniz seven birinin rutubete yenilmesine şaşırmıştım. Zira istese değil yalıyı, semti ısıtacak gücü vardı ama haklıymış Atilla Bey, insan yaşı ilerledikçe başka bir noktadan yakalıyor konforu.

Vallahi donduk İstanbul'da. Hatta şöyle söyleyeyim, ciddi anlamda plan program iptal edip evimde kalmayı, daha da abartıp kedim ve kahvemle yatak odama dönmeyi seçtim. Yani Elvan bugün yorgan, battaniye altından bildiriyor.

İstanbul sovuk. Hem hiç hatırlamadığımız kadar kafamızın içini donduracak denli soğuk. İki çorap, iki uzun kolluyla ancak normal ısıdayım. Kedim deseniz sürekli farklı kuytular arıyor evde. 

Sabah sokaktakilere bakmaya indim, canım sıkıldı. Keşke hepsini toparlayıp eve doldurabilsem. Şimdi bişiler okur, azıcık evde ertelenen işlerle ilgilenirim. Fakat konu şu ki hava soğuk!




8 Şubat 2025 Cumartesi

TO BE DEYZE OR NOT...

 

Deyze Turizm Hayırlı Cumartesiler diler. 

Ne kadar zahmetliymiş insanın gözlerini aralaması ve daha da zormuş tüm gördüklerinden sonra aynı yolda mıhlanması. 

Ben buyum; gören ve gözleri kanaya kanaya yaşamak zorunda kalanım. Hainliği, sevgisizliği, tercih edilmeyen olmayı, arkada bırakılmışlığı ve daha aklınıza ne geliyorsa insanın kendisini yetersiz, eksikli ve kurban gibi hissetmesine  çanak tutacak hikayelerin çoğunu yaşadım bin şükür!

Şimdi soruyorum kendime aynı seriden kahramanlık hikayesi çıkmaz mıydı, çıkartamaz mıydım diye? I ıh, çıkmazdı, çıkamazdı çünkü benim aşağı çekenim,  senden olmaz diyenim çoktu. Sadece onları gören, karanlığa alışmış gözlerim vardı.

İyilik cezalandırılır der büyükler. Öyle düşünmüyorum, bence insanın kendine ettiğine ayması cezaların en büyüğüdür. Bizi iyilik yaptığımız veya yaptığımızı zannettiğimiz insanlar değil, onların işine gücüne koşarken kendimizi ihmal ettiğimiz akılsız parçamızın uyanışı cezalandırır. Ceza olarak hissettiğimiz uyanıştır. Dolayısıyla insan kendinin ödül ve cezasıdır, ki Küçük Prens'de açıkça söyler gezegende tekbaşına yaşayan hakim "hiçkimse yoksa kendini yargıla!"

Burası, işte tam burası benim patinaj çektiğim yer. Bitmedi mahkemem anasını satiim, yargılaya yargılaya bi hal olup, karar alamadım gitti!

Eskisinden daha hızlı toparlandığım ve ne eskiye, ne de ana dair olur olmaz cephe açmadığım doğru. Doğru ama yetersiz. Bir sonraki hamle?

Bugüne kadar sadece ruh ve zihin sağlığımla sınanmış olmak yetemeyince şimdi bedenim ses veriyor. Adım atamadığım, gerçek kılamadığım her hayalim tek tek önüme çıkıp hesap soruyor. Beni de es geçtin diyen onlarca parlak fikir, onları yeşertmediğim baharların hesabını soruyor.

Ya akıllı bir deyze olacağım ya da mızmızlanarak süremi doldurup gideceğim... Bilemedim.