Günaydın,
O kadar ilginç bir sistemde çarkın dişlileri arasında un ufak ediliyoruz ki, ne huzurla doğmaya, ne de sükunetle ölüp gitmeye müsade yok. Aradaki kısım, hayatlarımız mı? Elbette onu yaşarken de özgür irade falan yok. Külliyen yalan.
Dünya'nın her yerinde böyle mi oynanıyor bu oyun bilemem, ama kazananlara baktığımda onların tüm yaşamları boyunca olmasa da hatırı sayılır bir süreyi ayıya dayı, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesiyle geçirerek ve ancak bu şekilde odaklarını kaybetmeden ilerleyebildiklerini görüyorum. Bu neredeyse mutlak başarıya götüren tutuma ne diyeceğiniz size kalmış; sosyal zeka diyen de var, ikiyüzlülük diyen de. Ben mi? Bana sorsanız bu tastamam ikiyüzlülük. Tartışılacak yanı yok ki. Fakat ben toplum normlarının epeyce dışında ve "başarısız" olarak tanımlanan bölümden yazıyorum fikirlerimi. Yani kazananlar sınıfına mensup olmadığıma göre ve elbette azınlıkta kalışımla da vaziyetimi anlarsınız, genel geçer doğrulara muhalif bir yerden yazıyorum.
Üniversitelerde nitelikli öğretim üyesi kalmamış öyle mi? E istemediniz nitelikli olanları. Ilımlı olanlar, memuriyetinize dair ayak işlerinizi sessizce yapanlar, kıymetli hocam Önder Bilgi'nin dediği gibi "tekkeyi bekleyenler, çorbayı içti." İyi mi oldu? Bir tek kıymetli asistan bırakmadan öldünüz hepiniz... İstanbul Üniversitesi sayenizde niteliksiz kadrolaşmanın dibine vurdu! Dilerim mezarlarınızda ters dönersiniz.
Sosyal zekası yüksek, evrak işinde ehil kadrolar neden şimdi tatmin etmiyor toplumu? Farklılık yönetimi sanırım daima benim fantezi dünyamın bir ürünü olacak. Kişiye özel eğitim, karaktere uygun iş bölümü... Ah benim ahmak kafam!
Biliyor musunuz bu anlattıklarım sadece o yere göğe sığdıramadığımız bilim yuvaları için değil, dernek, vakıf, aşram gibi çokça maneviyat içeren topluluklar için de geçerli. Hatta çekirdek aileler, onlar da kendi içlerinde çarkı uyumlu, göze batmayan, olay çıkartmayan bir tutumla yönetiyorlar.
Sonuç? Tamamlanmamış, hatta yaşanamamış hayatlar silsilesi sürüp gidiyor. Herkes hastalanmış ruhuna bir merhem buluyor. Kimi evlilik üzerinden, kimi ebeveynlik ve işkolik olarak bir şekilde dışarıdan gelecek alkışa eğile büküle eğri büğrü ruhlarla göçüp gidiyor gezegenden. Biri lütfen bana anlatsın, farklı olan neden bu kadar dev bir tehdittir?
O kadar sıkıldım ki "sert biri" olarak tanımlanmaktan. Gördüğümü görmemiş gibi yapmam, sonra için için kin güderek yaşamam isteniyor benden. Yapamam. Birinin yüzüne gülüyorsam, sahiden gülüyorumdur.
Dönüp dolaşıp Gabor Mate'nin lafına geliyoruz o halde "onları seçersen, kendini kaybedersin ve bu acı verir. Kendini seçersen onları kaybedersin ve bu da acı verir. Seç!"
Ben kendimi seçtim. Çünkü başka çarem kalmadı. Bedelini de fazlasıyla ödüyorum. Fakat aklım bu berbat oyunu bir türlü almıyor. Aptal olmadığı halde aptal sarışınlığı para makinesine çeviren aktristi anlayamıyorum. Ona alkış tutanları derseniz bende öyle bir kafa hiç olmadı. İçine doğduğum toplumun alkış tuttuğu pek çok şeyi fazlasıyla anlamsız buluyorum. Gerçekten yüreği hop ettiren bir kitap, alıp başka diyarlara sürükleyen film veya fikir görebilmek her gün daha da zorlaşıyor. Yaşlanmak gezegenin tekrar eden yalan döngüsünden ölesiye tiksinmek değilse ne ki?
Sahiciliğin buraların fıtratında olmadığını anladım. Üstelik benim ki kibir değil, sadece görüyor olmanın azabı. Çünkü kibirle yaklaştığım zamanları diğerlerinden ayırabilecek kadar büyüdüm.
Çok derin üzüntü içindeyim. Bir bebeğin sezaryanla bembeyaz ışıklar altında ilaç kokan bir ortamda doğması, hiç yeteneği olmadığı halde ailesinin parasıyla ittir kaktır meslek sahibi olan insanların toplumda şakşakçılarca havalara atılıp tutulması ve iki ay önce ölmüş olması gereken dayımın modern tıp adı altında ayakta çürütülmesi beni delirtiyor. Aslında tam olarak bu, deliriyorum. Uyum sağlayamıyor, uyum sağlamanın bedeline razı gelmiyor ve arada sırada böyle isyankar ataklar geçiriyorum. Oyunu bozacak gücüm olmayışına, böyle bir topa girsem tımarhaneye tıkacaklarına ayrıca bozuluyorum.
Böyle mi yaşlanıyor insan? Hayat oyunundan üzerine bulaşan herkes ve herşeyden tiksinerek!